Cemal Şakar, edebiyat camiasında nevi şahsına münhasır çok özel bir insandır. Kabaca 50’li yılların sonuna kadar Akif-Kısakürek-Sezai Karakoç ekseninde yürüyen İslami Edebiyat, 60’lardan itibaren bir ayrışma yaşadı ve “Huzur Sokağı” gibi harcı alem ürünlerle karakterize olan bir “kitle edebiyatı” ile entelektüel edebiyat birbirinden ayrıştı. “Kitle edebiyatı” gündelik ihtiyaçlara hitap eden ve edebi değeri olmayan bir “bize bizi anlat” lafazanlığı olarak ilerlerken, entelektüel edebiyat, edebi türleri keşfetti; modern bunalım edebiyatının “İslami” ürünlerini denedi ve bu edebiyat aracılığıyla, Müslüman okur yazarlar modern ruh ile tanıştırıldı.
Aslında, kitle edebiyatı ile entelektüel edebiyatın ortak olduğu önemli bir nokta, “kendini meşrulaştırma ve kabul ettirme”de edebiyatı bir araç olarak kullanması idi; ama meşruiyet ve kabul görme arayışının düzey ve ortamları farklıydı. Kitle edebiyatı, bastırılmış ve kabih gösterilmiş, “namazında niyazında” insanların “örümcek kafalılık” olarak yaftalanmış sıradan hayatlarını, “maddiyata köle olmuş, şımarık, evropâi züppeler”den daha huzurlu ve doygun bir hayat olarak sunuyor; bu mesajı da, içinde bunaldığı “zevk ü sefa”dan ayılarak sıradan insanların dindar dünyasına iltica eden “mühtedi züppeler” aracılığıyla veriyordu. Klasik “Fatih-Harbiye” açmazının zevksiz kopyaları, çok sattı.
Entelektüel edebiyat ise, batı klasiklerinin ardından avangardı keşfedip “bireyliğinin ve de benliğinin derin sularında” kulaç atıp seküler bir dram ya da tragedya kurarak edebiyat kanonunda “müslüman ama iyi edebiyatçı haaa!” aferini peşinde koşuyordu. Onun aradığı meşruiyet, bir yaşam biçimi meşruiyeti değil, bir kariyer meşruiyeti idi. Edebiyatta arı Türkçe ile yazıyor, kendi geleneksel edebiyatımızın maznunlarından, dil ve üslubundan özenle uzak duruyor; çok olsa Klasik İslam Edebiyatı’nın Batı’da da kabul görmüş bir takım zirvelerinden (Mevlana, Hafız vb.) bir kartvizit olarak yararlanıyor, ama modern bunalım edebiyatından, Dostoyevski, Tolstoy, Nietzsche, Sartre, Camus, Kafka… dan dem vuruyor, kafkayesk uçuşlar, avangard keşiflerle yaşamların mahrem ikirciklerini mıncıklıyordu.
Bu entelektüel Müslümanlar, tıpkı (şimdi çarpık bir niteleme yapacağım) “kanonik avangard” laik mahfillerde olduğu gibi, ahlaki endişelerden, dini kaygılardan arınarak mahrem ikircikleri gıcıklamakta sanat adına bir beis görmediklerini beyan ediyor; sanatı yüceltirken kendi Müslüman kimliklerini işe karıştırmadan edebiyat yaparak kabul göreceklerini, daha çok sol entelektüellerin yazdığı dergilerde haklarında eleştiri ve değerlendirme yapılacağını umuyorlardı. Aman efendim pek bir sanatçı şahsiyetler olmuşlardı; ama takdir eden kim! Bu takdiri göremediler ama kendi aralarında bir “getto kanonu” oluşturmayı başardılar. İmgeler ve simgeler üzerine sonu gelmez döktürmelerle hep o aynı “kabul görme arzusunu” şeyttirirken gettoda sanat dergileri çoğaltıp büyük sanat adamı payeleri dağıtmak üzere yazarlar-edebiyatçılar örgütlenmeleri oluşturdular.
Cemal Şakar, bu entelektüel edebiyatın dikkat çekici bir öykücüsü olarak edebiyat dünyasına adım attı. “Birlikte büyüdüğümüz bir dönem” boyunca edebiyat ve hayat macerasına tanıklık ettiğim bu güzel adam, derin sorgulamalar ve keşifler yaşayarak bu “getto kanonu”nun amentüsüne meydan okudu. Müslüman duyarlılıklar göz ardı edilerek piyasaya sürülen “entelektüel ameli”ni silkeledi, getto kanonu’nun yaramaz ya da asi çocuğu olarak hışımları üzerine toplamaya aldırmadan “düzgün bir müslüman olma”nın, “gelenekle hesaplaşma”nın, akidesinin marazlarını görme ve bunları, hesabı Allah’a verilecek bir amel olarak tashih ve tanzim etme duyarlılığının safiyeti içinde açık sözlü bir meydan okumaydı onunki. Bu âsî adamın haşarılıklarını “geçer geçer” usulü savuşturmaya çalışan getto kanonu, hala, onun meydan okumalarını mülahazat hanesine almış görünmüyor. Aslında Cemal Şakar, başkalarından aferin beklemeden, kendi inanç ve amel dünyasını ciddiye alarak, yaşadığı çağa gerçek hayatın, işgaller ve iğfallerle kirletilen bir dünyaya aidiyetin ve kendisini ören geleneğin sancılarını anlatarak yeni bir hayat ve edebiyat için dürüst ve içten bir edebin hesapsız, garazsız ve ivazsız işaret fişeğini çakmağa devam ediyor.
Getto kanonu, bu putkıran adamın meydan okumasını “bir tür haşarılık”a indirgeyerek “çocuksu bir sevimlilik”e irca edip karikatürüne sempati göstererek sadece “artık devrini tamamladığı”nı, nefesi bu adamın sorgulamalarına adam gibi bir mukabele üretmeye yetmediği için artık kendisini temelsiz ve dayanaksız bir boşlukta sürdürmesinin mümkün olmadığını ikrar etmiş oluyor. Getto’nun büyük edebiyatçıları, yeni yetmelerin perestişinde kallavi tesellilerle kendi “secular business”ını sürdürürken, Cemal Şakar’ın açtığı çığırda yeni haşarı adamlar yetişmesini umuyor, bu her öyküsünde, söyleşisinde, yüreğindeki kanın sıcaklığı, kabuk bağlamaz yaraların sızısı ve bir medeniyetin sancısını yankılayan sahici adamı tanımış ve aşkla sevmiş olmak bahtına eriştiğim için kendimi şanslı sayıyorum.
Son söz: Adam olmak isteyen edebiyat meraklısı gençler, parlak isimlerin yörüngesinde sadece bir uydu olabilir ve etrafında döndükçe onların parıltısını sürdürmelerine hizmet edebilirsiniz. Cemal Şakar’ı ciddiye alın ki, ciddiye alınabilesiniz. Bugün değil, onu ciddiye alarak atacağınız adımlarla, ama yarın!