Kamusal Barış Çağrısı

17 Haziran 2022

Kamusal barış, toplum olarak yaşamanın temeli, tesis edilip güvence altına alınması ve geliştirilerek sürdürülmesi de, hem devlet denilen aygıtın "meşruiyet temeli" ve "sebeb-i hikmeti", hem de bireyler ve kolektiviteler (gruplar, cemaatler, camialar, kamu örgütleri, şirketler, dernekler, vakıflar vb. organizasyonlar çerçevesinde yaşayan toplu varlıklar) olarak insanların kargaşa ve çatışmadan uzak bir hayat yaşama imkan ve meşruiyetinin temelidir.

Kamusal barışın uzun asırlardır gereği üzere tesis edilemediği bir devlet düzeni ve toplumsallık vasatı olarak memlekette, siyaset ve devlet adamları, ağzımıza "asayiş berkemal ya, ona şükredin" diye bir parmak bal çalarak bu "artık sürdürülemez kaygıya boğulmuş dünya"nın ayakta durabileceğini sanma gafletinden uyanmalıdır.

Türkiye'nin kurumsal iktidar ve muhalefetten ve hatta sosyal muhalefetten çok daha derin ve ertelenemez ihtiyacı, bir "kamusal barış hareketi"dir!

***

Image

Bizim asıl hatamız, "gönlünü yoklamak" yerine "ötekileri kollamak". Kendi adına isteyeceği barış için "ötekilerin elini, yenini, kafasını, hayatını" daraltacak önşartlar, rezervler... koyarak "aslında olmazlanmak" ama bunu "açıktan red" yerine "öteki istemiyor" bahanesine sığınarak kendini mazur görüp göstermek. Kamusal barış için "ism ü cism sahibi" öteki ve "ismiyle cismiyle ben"in bir gün hazır olması, kusursuz olması, hiç suç işlememiş olması muhayyel bile değildir; önemli olan "kim olduğumuzu hesaba katarak" uzlaşmazlık haklılığına sığınmamaktır.

Herkes kendine bakacak, ne istediğini, niye istediğini, adil bir tavır içinde olup olmadığını yoklayacak!

Ötekilerle uzak geçmiş, yakın acılar üzerinde pazarlık mantığı ile değil, memleketin bunalımını aşmak üzere "kamusal varoluş"u silm ü selamete eriştirip bu hal üzere yaşamayı talep etmektir.

Bunun için vazgeçilecek şeyler, meşru bir kazanç oluşturmayan ayrıcalıklar, hırsızlanarak ele geçirilmiş ama hak edilmemiş avantajlardır. Bunun için edilecek fedakarlıklar, "cehennemde ama rahatı yerinde" olmayacağımız için edilmesi gereken fedakarlıklardır.

***

Ben içeriklendirilmemiş ve gerekçelendirilmemiş bir barış çağırısı yaptım. Bu tür bir barış çağrısına herkes kendi spesifik inancı açısından uygunluk değerlendirmesi yapabilir. Dileyen Liberal değerlerle, dileyen Muhafazkar, Sosyalist, Ateist yahut İslâmî değerlerle uyumlu bulduğu için onaylasın; önemli olan "inanç içeriği ve gerekçesi"ne dayandırılmamış bir uzlaşma zemini inşa etmektir; çünkü "inanç içeriği ve gerekçesi" aramak sadece belirli bir değer setine bağlı olanlar arasında barış aramak noktasında tıkanmak durumundadır. Bunu daha kaç yüzyıl sürdürüp bu anlamsız kargaşa ve kaygı dünyasında çocuklarımızı ya açıkça bedenen, yahut istisnasız hepsini ruhen boğacağız?

Kamusal Barış, siz öyle anlamak isterseniz "İSLAM" kelimesinin güncel Türkçesi'dir ve her türlü ilkenin üstünde bir aslî ilkedir. Zeminini, şartlarını ve eşlik eden alt ilkelerini "önşart olarak" ileri sürmek, eğer kelimeyi İSLAM olarak anlayacak olursanız Allah'a ön şart dayatmak olur.

Hesabını vereceğiniz çağrıya "güzel temenni olarak kalacak" bir ütopya gözüyle bakabilir misiniz?

Vakit varken hızlı düşünün lütfen, çünkü hali hazırda korunmakta olan asayişin dikişleri patlayacak olursa aslında kamusal barışa ne kadar muhtaç olduğumuzu "aksini gösteren kanıt" ile ve hüsran içre anlamak durumunda kalacağız.

***

Bir zamanlar, hepimizin "başı göğe erecek kadar" olmasa da, yerin dibinden hiç olmazsa boyumuz kadar yüksekte dolaştığımız bu geniş coğrafyalar denizinde, halkların veya toplulukların gönlüne ayrılık, yöneticilerin zihnine de "ayrılık davası güdenlere karşı" zafer tutkusu sokarak, bilahare "herkesi herkese karşı zafer sarhoşluğu"na düşürüp savaştırarak en büyük zaferi kendileri kazandılar. Mağlupların zafer açlığından Allah'a sığınırım. Parlak zaferler değil solgun da olsa "kamusal barış" en kutsal değerimiz olmalı; büyük sefaletlerin büyük kahramanları yerine, küçük lokmasını paylaşan sıradan insanların sakin hayatı, bahşedilmesini umabileceğimiz aziz bir değerdir, bir nimettir.

 

***

Efendim,

Barışı, "çatışan güçler arası"nda ancak geçici ve "biri ihanet edinceye kadar" sağlayabilirsiniz. "Kamusal Barış" dediğim şey, "çatışan kuvvetler arası bir mütâreke" değildir, "kamu dünyamız"dan saldırganlığı kovma bilinci"ne dayanır. Ait olduğumuz ya da dahil sayıldığımız kesimlerin barış sabotatörlerine karşı ayağa kalkıp "senin kışkırttığın çatışmaya onay vermiyorum!" diyecek cür'eti göstermeliyiz: "Ben bu ülkede sizin savaşkanlığınızın ne piyonu, ne partizanı, ne komutanı, ne kahramanı ve ne de muzafferi olmakta 'zerre kadar' bir değer bulunduğuna inanmıyorum!"

Aydınları, siyaset esnafı ve dalkavuklarını, halkı, halkın çeşitli kesimlerini veya kişileri hedef haline getirerek "bunlarla barış olmaz!" mealinde istemezlenmelerden gönlünüzü temizleyin!

"Kamu", bütün renk ve unsurları ile "hepimiz"iz ve bu "hepimiz'in barış ihtiyacı"nı görmeyi gerektirir!

Buyuz, böyleyiz, bu kadarız!

Şimdi, eski savaşların yaralarını göstererek, cârî yangınların dağladığı taze yanıklarınızı göstererek "bu şartlarda barış olmaz" demeyin; barış zaten "olacak" değil, "oldurulacak" bir şeydir. Soru şudur: "Oldurulmaya değer olan barış mıdır, yoksa muhtemel bir çatışmanın yangınına benzin döken bir 'zavallı' olmayı mı seçeceksiniz!"

 


(15 Temmuz’dan bir ay önce yapılmış bir paylaşımdır)

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 293 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.