Mayıs (2019) ayında yapılan Avrupa Parlamentosu milletvekili seçimleriyle Avrupa’da popülizmin yükseldiği bir kez daha görüldü. Avrupa seçmeninin bir iki Avrupa ülkesi hariç, diğer Avrupa ülkelerinde popülist partilere yönelmesi, bu partilerin Avrupa Parlamentosunda temsil edilmesi ve grup kurmalarını da beraberinde getirdi. Sağ popülistler özellikle Fransa ve İtalya’da seçimlerinin kazananları olarak tarihe geçtiler. Söz konusu yükseliş uzmanlar tarafından yorumlandı ve yorumlanmaya devam ediyor. Bazı uzmanlar, son siyasi gelişmelerle ‘peuplecratie’, halkın gücünün sınır tanımadığı olgusunun ortaya çıktığını belirttiler.
Seçimlerde kazanan popülizmi analiz eden yorumlardan birisi de, Trouw gazetesi’nden Marijn Kruk’ün, Paris Sosyal Bilimler Enstitüsü ve Roma Luiss Üniversitesi öğretim görevlisi modern tarihçi Marc Lazar ile yaptığı uzun bir söyleşide yer aldı. Söyleşi, tarihçi Marc Lazar ile İtalyan sosyolog Ilvo Diamanti’nın yeni yayınladıkları İtalyanca ‘Popolocrazia’ kitabı üzerine kurulmuş.
Avrupa’da ve dünyada yükselen popülizmin anlaşılmasına yardımcı olan Marc Lazar ve Ilvo Diamanti’nin yeni kitabı, hızlı bir şekilde en çok satan kitaplar arasında yerini aldı. Kitap her ne kadar, popülistlerin seçimleri nasıl kazandıkları meselesini konu edinse de, popülistlerin bilinen demokrasiyi değiştirmeyle meşgul oldukları üzerine bir alan araştırmasını içeriyor. Yazarlara göre ‘halkın sınırsız gücü’ (Peuplecratie), Fransa ve İtalya’da yükselen popülizm üzerine bir alan araştırmasıyla sınırlandırılmayıp, aynı zaman da Batı liberalizmi ve temsili demokrasinin etkisinin ölçüldüğünü de içeriyor.
Fransa devletçi, İtalya bölgeci
Bu doğrultuda, Fransa ve İtalya’nın neden örnek alındığı sorusuna Marc Lazar şu cevabı veriyor: “Her iki ülke de Avrupa Birliğinin kurucu ülkeleri. Ancak aralarında ciddi fark var. Fransa daha merkezci ve devletçi, buna karşı İtalya daha çok bölgeci. Fransa’da kurumlar genel anlamda iyi işlerken, bu İtalya’da sorunludur. Fransa, yirminci yüzyılda göç alan bir ülkeyken İtalya göç veren bir ülkeydi. Durum böyleyken, her iki ülke şimdi popülist hareketlerin canlandığı ülkeler oldu. Hatta İtalya, bir yıldan beri popülistlerin (Beşyıldız hareketi) hükümette olduğu bir ülke durumunda. İtalya bu haliyle, geçen yüzyılın ikinci on yılındaki faşizm ve Berlusconi’nin doksanlı yıllarında olduğu gibi siyasi bir laboratuvardır.”
Değişim devam ediyor
İtalyan tarihçi Marc Lazar, ısrarla popülist hareketlerin demokrasimizi (alışık olduğumuz demokrasimizi) değiştirdiklerini söylüyor. Nasıl bir değişim sorusuna da şu cevabı veriyor: “Çıkış noktamız, demokraside yeni döneme geçildiğidir. Tıpkı geçen yüzyılda (otuzlu yıllarda) olduğu gibi. O zaman da bir değişimden bahsediliyordu, yani ‘totaliterlik’e geçiş süreciydi. Şimdi de farklı bir yöne geçildiğini konuşuyoruz. On dokuzuncu Yüzyıldan itibaren demokrasimiz parlamentolar olarak şekillendi. İkinci Dünya Savaşından sonra partiler doğdu. Seksenli yıllardan sonra ‘kişiselleştirme’ dönemi başladı. Devamla, siyasi partiler liderler etrafında siyasi hareketlere evrildi. Tam bu süreçte yeni bir şey oldu, peuplecratie diye tanımladığım ‘halkın gücünün sınırsız olması’ dönemine geçildi.”
Lider eksenli siyasi hareketlere geçiş
Demokrasi ile ‘Halkın sınırsız gücü’nün arasındaki farkı, demokrasi’nin ‘halk için halk tarafından, halkın gücü’ ve hukuk devleti, bağımsız yargı, çoğulculuk, basın özgürlüğü gibi özelliklerden oluşması diyen Marc Lazar, “Peuplecratie’nin ise halkın sınırsız gücünün olduğuna, bu gücün karşısında hiçbir şeyin duramayacağına inanılmasıdır” diyor. Artık geleneksel siyasi partilerin ve klasik medyanın düşünüldüğü kadar temsil edilmediği, bunların yerine lider ve sosyal merkezli siyasi hareketlerin yerini aldığına dikkat çeken Lazar, “bu değişimin halkın gücünün sınırsızlığını demokrasiden daha fazla hale getirirken, halkın adeta göç ve mülteci akımı ve Avrupa Birliği tarafından tehdit edildiği algısını uyandırdı”diyor.
Popülistlerin sürekli ‘halk’tan dem vurduklarını, ‘elitler’den milletin bıktığını ve bunların rüşvetçi olduğu tezlerinden hareketle, hem de örneğin 2014-2016 arası sosyal demokrat Matteo Renzi işaret edilerek yerleşik siyasetin üzerine gidildiğini söyleyen Marc Lazar, bunun sonuçlarının da hem İtalya’da hem de Fransa’da alındığını söylüyor.
Liberal ve temsili demokrasi baskı altında
Avrupa’daki popülistlerin gücünün ne olduğu sorusuna ise Marc Lazra şu cevabı veriyor: “Popülistler sürekli, ‘biz halktan korkmuyoruz, diğerleri halktan korkuyor’ sloganını kullanıyorlar. Popülistlerin bu şekilde iktidara gelmeleri, liberal ve temsili demokrasiyi baskı altında tutuyor. Mesela Polanya ve Macaristan buna iki tipik örnek. Bunun İtalya’da olmaması olası değil. İktidarı tekrar halka vereceğiz ve daha fazla demokrasi gelecek vaadleri, karşıtları baya zor duruma düşürüyor. Kanaatim o ki, popülistlerin dillendirdiği daha fazla demokrasi söylemine karşı cevap bulunmalı.”
Temsili demokrasi sürekli beslenmeli
Bunun nasıl olacağını Marc Lazra şöyle formüle ediyor: “Popülistler Avrupa’da tam anlamıyla kazanmış değiller. Bu, bizim liberal ve temsili demokrasimizde yapacağımız yeniliklere bağlı. Vatandaşların, seçmenlerin daha çok siyasi hayata ilgisinin arttırılması, kararlarda, kontrol mekanizmalarına halkın temsilcilerine daha fazla imkan sağlanması gerekiyor. Örnegin, juri ve uzmanların yerel referanslarının dikkate alınması ve devreye sokulması gibi. Temsili demokrasi çıkış noktası alınarak sürekli ilaveler yapılarak sistem beslenmelidir.”
Popülistler Avrupa Birliğine karşılar mı?
Mayıs seçimlerinde Avrupa Parlamentosunda temsil edilen Avrupa Popülistlerinin Avrupa Birliği düşüncesine karşı neler yapacakları birçok siyaset bilimcisi ve uzman tarafından merak ediliyor. Birliğe karşı mı çıkacaklar? “Popülistlerin, hemen Avrupa Birliği’ne karşı çıkmaları mümkün değil. Ancak içeriden bunu deneyecekler. Başarılı olurlar mı? Bekleyip göreceğiz” diyen Lazra “Bu biraz da popülistlerin Avrupa Parlamentosunda kendi aralarındaki birliği sağlayıp sağlamadıklarına bağlı. Zira kendi aralarında da görüş farklılığı yaşıyorlar. Örneğin Salvini, göçmenlerin tüm Avrupa’ya dağıtılmasını isterken, Macaristan buna karşı çıkıyor. Le Pen ve Salvini Rusya yanlısı iken, Polanya tam tersi” yorumunu yapıyor.
Dünyanın farklı bölgelerinde olduğu gibi, Avrupa’da da popülizmin yükselişi Mayıs (2019) seçimleriyle bir defa daha gözlemlendi. Halkın gücünün sınırsız olduğunu savunan Popülistler, yükselişleriyle demokrasi kavramını ve temsili parlamenter sistemin de sorgulanmasına yol açtılar. Geleneksel siyasi partilerin, yerlerinde saymaları hatta Avrupa’yı uzun yıllardır yöneten Sosyal ve Hristiyan Demokratların güç kaybetmeleri, popülistlerin ekmeğine yağ sürüyor. Avrupa Birliği organlarından, halkın seçimiyle oluşan Avrupa Parlamentosu, 40 yıllık tarihinde yer yer krizler yaşamış ve bunları tamir etmişti. Ancak şimdi sorun Parlamentoyla sınırlı değil. Temsili demokrasi mi yoksa Halkın sınırsız gücü mü tartışması giderek belirginleşiyor. Göç, mülteciler, iklim politikaları da bu değişimi tetikliyor elbette. İktidarı tekrar halka geri vereceğiz söylemi her ne kadar cazip olsa da, pratikte uygulanması ve hayata geçirilmesi kolay değil. Sözün özü: Avrupa demokrasisi yeni bir restorasyonla karşı karşıya.
Yeni yorum ekle