Türk eğitiminin ameliyat masasına yatırılıp köklü bir ıslahata tabi tutulması gerektiği açıktır. Dershane sayısının artması gibi maddî alandaki başarılar, manevî alanda gösterilememiştir. PİSA gibi milletlerarası araştırmaların sonuçları eğitimimizin hâl-i pür melâlini ortaya koymaktadır. Bu araştırmalarda milletimizin okuduğunu anlama konusunda acınacak durumda olduğu görülmektedir. Eğitimde yapılması gerekenler saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Zihniyet, teşkilât ve müfredat bakımından pek çok değişikliğe ihtiyaç vardır. Bu yazıda öncelikli olduğunu düşündüğümüz bazı meseleler üzerinde durulacaktır.
Kendi dilini genç nesillere öğretmede Türk eğitimi kadar başarısız bir örnek bulmak kolay olmasa gerektir. Afrika’nın tarihi sınırlı küçük devletleri kadar bile kendi dilini öğretemeyen bir eğitimin bu alanda başarısından söz edilemez. Bugün üniversite mezunlarının dahi arka arkaya iki sağlam cümle kurmakta zorlandıkları görülmektedir. Bugün Refik Halit Karay, Yahya Kemal gibi altmış yıl önce yaşamış ediblerin eserlerinin anlaşılamaması ve sadeleştirilmek zorunda kalınması bu facianın bir göstergesidir. Oxford Üniversitesi’nin tanınmış Türk dili profesörü müteveffa Geoffrey Lewis’in İngilizceden sonra Türkçenin dünyanın en zengin ifade kabiliyetine sahip dili olduğunu, ama Türklerin bu dili mahvettiklerini yazması, üzerinde düşünülmesi gereken bir tesbittir. G. Lewis, bu işi nasıl yaptığımızı Trajik Başarı adıyla Türkçeye çevrilen eserinde anlatmıştır. Doğru Türkçe öğretebilmek için Osmanlı Türkçesi dersinin liselerde mecburî ders olarak okutulması gereklidir. Burada kastedilen eski alfabe değil, o devrin zengin kelime hazinesine sahip metinleridir. Fuzulî’nin, Evliya Çelebi’nin ve başka yazarların eserlerinin kendi dillerinden okunup anlaşılması esas olmalıdır. Aslında faydalı bir proje olan 100 Temel Eser uygulamasından vazgeçilmesi uygun değildir. Ancak bu uygulamadan istifade edilebilmesi için kitapların sadeleştirilmeden, aslına uygun olarak yayımlanması gerekir. Sağlam bir kimlik oluşması için Türk kültürünün temel eserlerinin liseyi bitiren her genç tarafından okunup anlaşılmış olması gerekir.
Kendi dilini öğretemeyen Türk eğitiminin yabancı dilleri de iyi öğrettiği söylenemez. Sekiz yıl orta öğretimde ve birkaç yıl üniversitede yabancı dil okuyan öğrencilerin ne kadarının ve ne nisbette yabancı dil öğrendikleri üzerinde ciddî bir araştırmaya ihtiyaç vardır. Ancak bu eğitimin başarısız olduğu herhangi bir araştırma yapmadan da görülmektedir. Bu mesele üzerinde çözüm üretildikten sonra dünyaya açık nesiller yetiştirmek için mecburî İngilizce’nin yanında seçmeli olarak Çince, Rusça, Japonca, Arapça, Farsça gibi dillerin de ilk ve orta öğretimde okutulması gündeme gelmelidir. Latince, Klasik Yunanca gibi diller de Sosyal Bilimler Liselerinde seçmeli olarak okutulabilir.
Yabancı dil öğretimi mühim olmakla birlikte esas olanın ana dili ile eğitim olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Eğitimin bütün kademelerinde Türkçe esas olmalıdır. Bir milletin kendi nesillerini başka bir milletin dili ile yetiştirmesi kabul edilebilir bir durum değildir. Kendi dili ile düşünmesini öğrenemeyen bir gencin sağlam bir kimliğe sahip olması düşünülemez.
Millî kültür eğitimi de yetersiz ve başarısızdır. Kendi dilini, tarihini, sanatlarını doğru dürüst öğrenemeyen gençlerin bu eksiklikleri onları meslekî hayatlarında da yetersiz bırakmaktadır. Ufku dar meslek adamlarının yaratıcılığı da olamamaktadır. Bugün kendimize has bir mimarî üslubu ortaya koyamamış olmamız bu sebepledir. Klasik değerlerini öğretemeyen bir eğitim sisteminin başarısından söz edilemez. Almanya’da müzik derslerinde Bach, Mozart, Beethoven ve Wagner’in okutulmaması düşünülemez ama bizde Itri, Dede Efendi, Hacı Ârif Bey, Tanburî Cemil Bey ve benzerleri gereği gibi okutulmaz ve bilinmez. Meselâ, Türk musikisinin en büyük estetik değere sahip eseri Itrî’nin tekbirini orta okul mezunu her öğrencinin bilip usulüne göre okuyabilmesi şart olmalıdır. Bunlar yapılmadığı için herhangi bir toplulukta hep birlikte üç beş şarkı, türkü okumak mümkün olmamaktadır. Halbuki ortak kültür eserlerinin herkesçe bilinmesi ve hayatın içinde yer alması millet olmanın şartlarındandır. Bu konu Millî Eğitim Bakanlığının en kolay çözebileceği işlerden olmasına rağmen bugüne kadar gerçekleştirilememiştir. Her gence ana okulundan itibaren her yıl üç türkü, üç şarkı, iki marş, iki ilahi öğretilse liseyi bitiren herkes kendi kültürümüze ait en az 100 müzik eserini ezbere okuyabilirdi. Birkaç yıl evvel hazırlanıp görüş alınmak üzere Millî Eğitim Bakanlığı sitesine konulan müzik dersi müfredat programları bu konuda ibretlik bir misal olmuştur. Bu taslak programda lise müfredatında Michael Jackson ve Madonna gibi Amerikan rock şarkıcıları yer almakta, Itrî gibi Türk musikisinin zirvesi bir bestekâr bulunmamaktaydı. Bu büyük yanlıştan pek çok kişinin mücadelesi ile dönülebilmiştir.
Bizim kültürümüzde felsefenin büyük bir yer tutmadığı, buna karşılık tasavvufun geliştiği bilinmektedir. Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayram-ı Velî, Niyazi Mısrî ve benzerlerinin orta öğretimde gereği gibi okutulması şarttır. Bu kişilerin bugün dünyanın ihtiyaç duyduğu insanî değerleri temsil ettiği üzerinde durulmalıdır. Değerler eğitimi bu yolla başarılı olabilir. Türk kültürü yanında öğrencilerin dünya kültürü hakkında temel bilgilere sahip olması gereklidir. Bunun için liselere Medeniyet Tarihi dersinin konması faydalı olabilir. Bu derste dünya medeniyetinin dikkate değer örnekleri, insanlığın ortak mirası olarak okutulmalıdır.
Öğrencilere kazandırılmak istenen bilgiler modern teknolojilerin imkânları kullanılarak verilmelidir. Bilgisayar oyunları da eğitimin bir parçası olarak kullanılmalı, bu hedefe uygun oyunların yazılması teşvik edilmelidir. Ders saatleri azaltılmalı, kültür-sanat-spor saatleri artırılmalıdır. Müze, sergi, konser, gezi faaliyetleri her eğitim kademesinde öğretimin ayrılmaz parçası olmalıdır. Öğrencilere çevrelerindeki tarihî değerleri koruma şuuru verilmelidir.
Okulların sadece bazı bilgilerin öğretildiği mekânlar olduğu görülmektedir. Bunun yetersiz olduğu toplumumuzun yaşadığı sosyal meselelerle ortaya çıkmıştır. Bugün dünyada değerler eğitimi üzerinde daha fazla durulmaktadır. Bizde edeb eğitimi eskiden tekkelerde verilirdi. Bugün bu konuda bir boşluk bulunmakta ve tahsili yerinde kişilerin çeşitli kişilik ve davranış bozukluklarına her gün şahit olunmaktadır. Ana okulundan itibaren öğrencilere öncelikle edeb ve ana dili öğretilmesini esas alan bir eğitim sistemine olan ihtiyaç büyüktür. Edeb eğitiminde öğrencilerin topluma hizmet için gönüllü faaliyetlerde yer alması teşvik edilmeli ve bu faaliyetlerdeki başarıları onların üniversiteye girişlerinde de dikkate alınmalıdır.
İlkokulda gereksiz bilgilerle öğrencilerin eğitimden soğutulması önlenmeli, ayrıntı sayılabilecek konulara ilköğretim müfredatında yer verilmemelidir. İlkokulda tarih öğretilemeyeceği kabul edilmelidir. İlköğretimde ancak tarihî hikâyeler ve şiirler ile aile, vatan, millet, insanlık sevgisi gibi duygular aşılanmalıdır. Orta okulda da aynı şekilde devam edilmeli, vatana, millete karşı sorumluluk duygusu aşılayan metinler okutulmalıdır. Tarih dersi liseden itibaren esaslı bir şekilde verilmelidir. Eğitimde ideolojik görüşler değil, millî kültür ve insanî değerler esas olmalıdır. Eğitim sistemimiz bu bakış açısıyla baştan aşağıya gözden geçirilmeli ve yeniden düzenlenmelidir. Millî kültürden uzak yetişen çocuklar yaş günlerinde ve başka toplantılarda tamamen başka ülkelerin kültür unsurlarını hiç yadırgamadan yansıtmaktadırlar. Ana okulundan itibaren yerli ve millî kültürle yetiştirilmiş çocukların ileriki yaşlarında cadılar bayramı gibi kültürümüze tamamen yabancı unsurları taklit etmelerine ihtiyaç kalmayacaktır. Zengin kültürümüz her yaşta ve seviyede öğrencilerimize benimsetilmeli ve kendine ve milletine güven duygusu aşılanmalıdır.
Matematik her nedense her zaman milletimizi en çok zorlayan derslerden birisi olmuştur. Bunun sebepleri araştırılmalı ve çözüm yolu bulunmalıdır. Mantık ve muhakeme eksiğinin başta tahsilliler olmak üzere bütün kesimlerde yaygın olarak görüldüğü hatırlanırsa matematik eğitiminin gereği görülecektir. Ancak bu dersin korkutucu olmaması için öğretim usulünün geliştirilmesi şarttır. Esasen bütün derslerde öğrencilere farklı seviyelerde o dersi okuma imkânı sağlanmalıdır. Bu seçme imkânı ile öğrencilerin üniversitede okuyacağı alanlarda yoğunlaşmaları sağlanabilecektir. Dersi ileri seviyede okuyanların kendi alanlarındaki yüksek öğretime geçişlerinde bu tercihlerinin kendilerine bir öncelik kazandırması sağlanmalıdır. Liselerde seçmeli dersler listesinin zenginleştirilerek öğrencilerin ilgi ve kabiliyetlerine göre kendilerini geliştirmelerinin sağlanması düşünülebilir. Üniversiteye giriş siteminin de bu değişikliklere uygun olarak yeniden düzenlenmesi, öğrencinin bütün kabiliyetlerini ölçebilecek bir sistemin getirilmesi gerekiyor.
Zeki ve kabiliyetli öğrencilerin bu özelliklerini dikkate alan seçkin eğitimine yönelmek ve öncü öğrenciler yetiştirmek ihmal edilmiş bir diğer konudur. Çeşitli alanlarda sıçrama yapabilecek öğrenciler gerekirse farklı eğitim kurumlarında özel bir dikkatle ve farklı programlarla yetiştirilmeli ve toplumun bunlardan azamî ölçüde yararlanması yolu açılmalıdır. Bu öğrenciler ciddî burslarla teşvik edilmelidir. Sosyal Bilimler Liselerinin açılmış olması bu yönde isabetli bir uygulama olmuştur. Ancak bunların sayısının artırılması kalite düşüklüğüne sebep olmaktadır. Bu okullarda daha yoğun bir eğitim programı ile bu alanlarda kabiliyetli öğrencilerin erkenden bu alanlarda uzmanlığa adım atmaları sağlanmalıdır.
Bugün düz lise denen kurumların çöktüğü kanaati yaygındır. Bunda her öğrencinin sınıf geçmesinin adeta mecburî olduğu şimdiki sistemin ne kadar kusuru olduğu araştırılmalıdır. 1970’li yıllara kadar lise eğitimi şimdikinden çok daha iyi idi. Sonra kademe kademe sınıf geçme kolaylaştırıldı. Öğrenciler çalışmadan sınıf geçilebildiğini gördüler. Disiplin cezaları da hafifleştirildi veya uygulanmadı. Bugün pek çok lisede öğretmenlerin öğrencilerinden korktukları, sınıfa hâkim olamadıkları, bazen öğretmenler odasına ağlayarak geldikleri görülmektedir. Bu uygulamalarla Türk eğitimine büyük darbeler indirilmiştir. Okullarımızda disiplinin yeniden sağlanması öncelikli konulardan biri olmalıdır. Başarısız, disiplinsiz öğrenci bunun müeyyidesi olduğunu görmelidir. Başarısız öğrenciler objektif merkezî imtihanlarla değerlendirilmeleri yapıldıktan sonra daha basit bilgilerin verildiği meslek liselerine veya açık liseye sevk edilmeli, genel liselerin seviyesinin düşürülmesine müsaade edilmemelidir. Lise eğitimi mecburî olmaktan çıkarılmalı, okumak istemeyenlerin erken yaşta usta-çırak eğitimi ile meslek öğrenip hayata hazırlanmaları sağlanmalıdır. Belediyelerin meslek kursları bu konuda çalışmalıdır.
-Kaliteli bir eğitimin kaliteli öğretmenlerle sağlanabileceği açıktır. Öğretmenliğin cazip bir meslek haline gelebilmesi için gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu mesleğe bilgi ve karakter bakımından uygun olmayanların alınmaması, mevcut öğretmenlerin devamlı olarak kendilerini yenilemeye mecbur tutulmaları sağlanmalıdır. Öğretmenlere kaliteye göre ek maaş ve primler verilmesi muhakkak sağlanmalıdır. Kendini geliştiremeyenler sistemden tasfiye edilmelidir. Öğretmenlik gibi toplumun geleceği için büyük önem taşıyan bir meslekte giriş sınavının tek belirleyici olması kabul edilemez. Ahlâkî bakımdan bütün öğretim hayatı boyunca düzgün sicil almayan bir kişinin yalnız sınav notu yüksek diye öğretmenliğe kabul edilmesi eğitimimizin kalitesini olumsuz olarak etkilemektedir. Her bakımdan öğrencilere örnek olacak kişilerin öğretmen olması gerekir. Bunu sağlayıcı düzenlemelerin yapılması gereklidir. Öğretmen yetiştirme konusunda şimdiye kadarki uygulamalar içinde en başarılı olanı Yüksek Öğretmen Okulları idi. Bu model çağımızın ihtiyaçları göz önünde bulundurularak ihya edilebilir.
Ayhan hocam kaleminize sağlık
Ayhan hocam kaleminize sağlık. Geleceğimizin bugünden daha iyi olmasını istiyorsak, eğitimi günü birlik değişimlerle değilde, üzerinde ciddiyetle çalışılmış, pilot bölgelerde yıllarca denenmiş, kendi değerlerimizi içinde yansıtan, günümüzün ihtiyaçlarına cevap verebilen yeniliklerle desteklemek gereklidir. Bunu yaparken de ben yaptım oldu mantığını bir tarafa bırakmalı ve uzmanlara bu görevi tevdi etmelidir.
Her yönüyle dikkate alınacak bir yazı.
Ayhan Hocam kaleminize…
Ayhan Hocam kaleminize sağlık görüşlerinize aynen katılıyorum. Okullarımıza İlköğretim kademesinden başlayarak Medeniyetler Tarihi, Milli Tarih, Milli Coğrafya, Adabı Muaşeret derslerinin konulmasının ve okullarımıza yetenekli yöneticilerin görevlendirilmesinin de zaruri olduğunu düşünüyorum hocam. Saygılarımla...
Yeni yorum ekle