İran Bizim Bildiğimiz İran mı?

05 Ocak 2020

İnsan zihni çok boyutlu, çok değişkenli denklemleri, daha rahat kavrayabilmek amacıyla basitleştirir. Bazı değişkenleri görmezden gelir, bazı boyutları yok sayar. Bu anlaşılır bir şey. Ancak şu uluslararası ilişkiler analizlerinde falanca ülke şöyledir, filanca ülke böyledir türünden "analizler" bana çok yavan geliyor.

İnce ince hesap edilmesi gereken bu kadar çok değişken varken, “İran tarihten beri şöyledir, Rusya’da zaten böyledir” gibi uçuk genellemeler yapmak, sonra analizleri bu temelsiz genellemeler üzerine kurgulamak akıllı adamların işi olamaz.

İran denkleminin karmaşıklığını görmek için uluslararası ilişkiler profesörü olmaya gerek yok!

Öylesine karışık ki içi İran’ın!

İran siyasetinde etkili olmaya çalışan reformcularla muhafazakarların çekişmesi var.

Farslarla Türklerin çekişmesi var.

Ülkede artık ilk heyecanını ve hızını yitirmiş, yıllar içinde kayda değer başarılar, ilerlemeler gerçekleştiremediği ve özellikle insan hakları konusunda parlak bir sicili olmadığı için meşruiyeti iyice sorgulanır hale gelmiş rejimle diasporadaki muhalefet arasında çekişme var.

Çin ve Rusya'nın desteklediği gruplara karşı Amerika'nın desteklediği gruplar var.

Sosyal medya üzerinden bir manipülasyon savaşı yaşanıyor. Halk zaten belli bir kıvama getirilmiş durumda. Sokaklar barut gibi. Kadınların tutuklanacaklarını bile bile meydanlarda kameralar önünde başlarını açtıkları videoları sosyal medyada yayılıyor. Büyük protesto gösterilerinde onlarca kişi öldü. Binlerce kişi tutuklandı. Devlet internete erişimi kapatmak zorunda kaldı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yönetimdeki mollaların içinde bile birbirinden farklı düşünen kimseler var.

Sanki bunların hepsi oturup İran dış politikasının yönü konusunda kesin bir mutabakata varabilecekmiş gibi yorumlar okuyoruz. Bu kadar basit değil...

Bir de değişen zaman ve teknoloji boyutlarından bahsedelim.

İran tarihte şöyleymiş böyleymiş, çok iyi müzakereciymiş vs. türünden yorumların bu boyutları göz ardı ettiğini düşünüyorum.

Zaman değişti. Köprünün altından çok sular aktı.

İran'ın yabancı devletlere servetler dökerek sürdürdüğü nükleer programının senelerce “stuxnet” adı verilen virüsle (ve daha sonra onu da gölgede bırakan “flamevirüsüyle) nasıl baltalandığını ve İran'ın bunun farkına varmasının bile 3-4 yıl aldığını hatırlayalım. 

 

 

 

 

İran -tıpkı bizim gibi- yüksek teknoloji üretemiyor. O yüzden bugünün dünyasında anlamlı bir güç değil. Her türlü manipülasyona açık.

En üst düzey komutanının -muhtemelen kilometrelerce öteden- ekran başında bir joystick'le kontrol edilen bir dronla öldürülmesine karşı tedbirler alamayan bir ülkeden bahsediyoruz.

Yabancılar İran ile şöyle dalga geçiyorlar: Bakmayın bunların horozlanmasına! Nükleer tesislerinde kullandıkları bilgisayar sistemlerinin aynısını hapishanelerinde kullanıyorlar. Eğer Amerika isterse bir düğmeye basarak hapishanelerinde elektronik olarak kontrol edilebilen tüm kapıları açıp tüm mahkumları serbest bile bırakabilir!

Eliniz bu kadar zayıfken hangi üstün müzakerecilik kabiliyeti işe yarayabilir?

Düşmanınız okyanusun ötesinden sizinle bir bilgisayar oyunu oynar gibi oynarken geçmişin hikayeleri ne işinize yarar?

Bence bu asıl bize bir ders olmalı. Libya operasyonunun karizmamızı “çizdirebilecek” ihtimalleri nasıl arttırdığını, hamasetle yürüttüğümüz peynir gemisinin başımıza açabileceği belaların büyüklüğünü görmemiz lazım.

Dış politika ile ilgili olarak televizyonlarda, gençlerin tabiriyle “analiz kasan” tiplerin bilgi, tecrübe, irfan ve zekâ seviyesinin ilerisinde analizlere ihtiyacımız var.

Dünyadaki güç dengesinin artık teknoloji üretemeyenlerin aleyhine ne derece bozulduğunu görmemiz gerekiyor.

Savaş artık stratejik zekâların karşı karşıya geldiği âdil bir satranç oyunu değil. Bir taraf ancak düşmanından temin edebileceği medikal cihazlara muhtaç bir kör ve topalken, diğer taraf yapay zekâ araçlarıyla ve çok uzaklardan kontrol edilebilen ölümcül silahlarla mücehhez.

Bu savaşın sonu başından belli.

“Bakalım İran ne cevap verecek” sorusunu sormak anlamsız.

İran’ın düşman ilan ettiği Amerika’dan çok uzaklarda, “işbirlikçi” saydığı kimselere yönelik saldırılarda bulunmanın ötesinde yapacağı pek bir şey yok. Bu saldırıların da terör eylemi olarak lanse edilmesi, uluslararası toplumda İran’ın elini daha da zayıflatması mukadder.

Bir de -Hürmüz Boğazı’nı kapatmak gibi- yerine getiremeyeceği tehditler savurmak, İran’ın hızla itibarsızlaştıracak, bölgesel bir güç olma konumundan da uzaklaştıracaktır.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 214 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.