Osmanlıdan günümüze modernleşme maceramızın seyri, etkileri, sonuçları taşra şehirleri üzerinden ele alındı mı bilmiyorum. Ben bir sosyolog ya da akademisyen değilim. Bu yazının bir hatırlatma, bir işaret etme, yeni veya yeniden bir değerlendirme zaruretine kapı aralama vesilesi olmaktan başka bir iddiası yoktur.
Her şehrin kendine has çizgilerini, ruh iklimini taşıyan ve yansıtan karakteristik kahveleri vardır.
Sayısız kahveler içinde ancak bir ya da birkaç kahve taşır bu özelliği. Kaçakçı olarak tanınan ve bir genç tarafından vurularak öldürülen Adalet Partisi ilçe başkanlığı da yapmış olan Kunduracı Ahmet’in Kahvesi ile Hannan Ağa’nın kahvesi Kilis’in böyle kahvelerinden biridir. Bu kahveler kendi adları yerine sahiplerinin adlarıyla bilinirdi. Kunduracı Ahmet’in Kahvesi şehrin merkezinde, Hannan Ağa’nınki biraz daha kenar mahallede idi.
Bir de Öğretmenler Lokali vardı, Tek Parti döneminden kalma… Yaşanan hayatın dışında, şehirden çok ülke sorunlarının ortalama bir dille konuşulduğu bir lokal… Memur devletinde devletin memuru olanlara bahşedilen imtiyazın sembolü…
Haleb’in eski sancağı ve 5 bin yıllık bir geçmişi olan Kilis’in geleceğini ve bugününü ama mazisini değil, bu kahvelerin durağan havasından çıkarmak mümkündür. Bu kahvelerde henüz bitki çaylarının trend haline gelmediği dönemlerden beri, şimdi siyasi tartışma unsuru haline gelen “kaçak çay”ların yanında “Zahter, nane, peryavşanı, kekik” çayları içilir, oyunlar oynanırdı.
Zamanın hiçbir şey vaat etmediği, kasvetli bir yavaş çekimle aktığı bütün taşra kasabaları gibi Kilis’in kahvelerinde de üç aşağı-beş yukarı aynı konular konuşulurdu. Günlük hayatın içinden anlatılmaya değer neler bulunabilirse onlar düşerdi çok çiğnenmiş bayat kelimeler halinde tahta masalara ya da “koç kün” oynayanların kağıtları…
Kilis’in kahvelerinde diğer taşra kasabalarından farklı olarak şehrin kılcal damarlarına kadar işlemiş kaçakçılık konuşulurdu. Kurulan şirketler, kazanç yüzdeleri, yakalanan mallar, tutuklanan kaçakçılar, mayın tarlası öyküleri bu kahvelerin sık ama sıradanlaşmış konularıydı.
Kilis, Hz. Ömer Zamanında Darül İslam olmuştu.
“… 639 yılında önemli bir Roma (Bizans) kalesi olan RAVANDA Kalesi ile birlikte savaşsız alınmıştır. Bölgede yaşayan Türkler Oğuzlar soyundandır. Yöresel olarak bunlara Türkmen denilir. 1071 Malazgirt savaşından sonra Bölgede Selçuklu İmparatorluğuna bağlı bir Türk Devleti kurulmuştur. 1084’ ten sonra Kilis ve yöresine Türk Bey ve Oymakları yerleştirilmiştir.” (Kilis Belediyesi Sitesi)
Birinci Dünya savaşında Osmanlı’nın yenilmesi üzerine önce İngilizler, sonra Fransızlar tarafından İşgal edildi. 7 Aralık 1921’de işgalden kurtuldu.
“Ankara Antlaşması’nda ‘Kilis şehri Türkiye’de kalmak üzere’ ifadesi gereği sınır çizgisi son binayı sıyırıp geçtiğinden, Kilis’e ait olan en verimli araziler ve Kilis’e bağlı olan Fellah, Amiki, Şakağı, Com, Okçuizzettin ve Şeyhler nahiyeleri ile bunlara bağlı 400 kadar köy ve buralarda yaşayan 30.000 kadar nüfus Suriye topraklarında kalmıştır.” (Kilis Valiliği Sitesi)
Haleb’e kadar uzanan, adı Yavuz Sultan Selim’in kazandığı zaferle özdeşleşen Mercidabık ovasının büyük bir kısmını da kaybetti Kilis.
Sınır çizgisi, ufkunun, bahtının ve ruhunun önüne görülmez ve aşılması zor bir duvar olarak dikildi kaldı.
Bu da yetmemiş sınır boyunca, bir Kıbrıs büyüklüğünde araziye mayın ekilerek sınırın aşılmazlığı tahkim edildi. Bütün bu tahkime bir de Kemalizmin Arapları dışlayan ideolojik duvarı eklenince Suriye sınırı iki kardeş halkı birbirinden ayıran oldukça uzun ve etkili, ideolojik bir kırmızıçizgiye dönüştü. Sınırın öbür yakasından bakıldığında da durum aynıydı. Özellikle Baas iktidarı döneminde Araplar için eski vatanları olan Türkiye, pasaportla ve vizeyle gidilebilen Kafdağı’nın ardında kalmış bir ülke haline geldi.
Sınırın her iki tarafında parçalanmış aileler ve kardeşlik ruhu kalmıştı. Türkiye vatandaşı 1 milyondan fazla Arabın aileleri Suriye’de, Suriye’deki 3 milyondan fazla Türk ve Türkmenin aileleri ise Türkiye’de kalmdı. Türkleri Osmanlı halklarıyla kardeş kılan değerler Türkiye’de Kemalizmin, Suriye’de Baasçılığın dar ufuklu anlayış ve politikalarıyla yok sayıldı, bir kenara itildi.
Esasen balkan çıkışlı köylü bir hareket olan İttihatçılık ve Kemalizm, Osmanlı medeniyetinin, ağırlığını, yaygınlığını, derinliğini kavrayabilecek mantaliteden bir hayli uzaktı. Ortalama bir aydın genellemeciliğiyle ve aktüel siyaset üzerinden okudular içinde yaşadıkları dönemi ve toplumu. Yaşadıkları ve yaşattıkları travmalarla hem kendilerinin hem de Osmanlı toplumunun değerler dünyasında derin gedikler açıldığını da göremediler. Karmaşık aktüel gelişmelerin peşinden sürüklenen dikkatleriyle, kendi coğrafyamızın, bu coğrafyadaki halklarının “akrebin kıskacında yoğrulmuş” kaderini anlamadılar. Siyasete kilitlenmiş, batıya ram olmuş idrakleriyle, anlamaları da mümkün değildi.
Önemli bir Osmanlı şehri iken örselenmiş kimliğiyle bir taşra kasabası haline gelen Kilis, modernleşme ideolojisinin bedelini en ağır ödeyen şehirlerimizden biri oldu.
Tarihi M.Ö. 3500-3000 yıllarına kadar uzanan Osmanlının Halep Kilis’i (eski metinlerde böyle anılırdı) tarihi belgelere ve seyahatnamelere göre bir sanayi, ticaret ve kültür şehriydi.
Dadaloğlu, Kilis’in bu niteliğini şöyle anlatır:
“Bilirim Kilis’i ezel ezeli
Çok olur oranın Okur yazarı”
Mantık bilimine “Kilis Ekolü”nü katan Kilis için, gittikçe kendine has çizgilerinin silindiği bir süreç başlamıştı. Bu şehirdeki medreselere başta Halep üzere olmak civar illerden özellikle mantık ilmi öğrenmek amacıyla öğrenciler gelirdi. Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar hemen her genç kızın bir enstrüman çaldığı söylenir şehrin yaşlıları tarafından. (Alaattin Yavaşça gibi bir klasik müzik ustasının bu şehirden nasıl çıktığının cevabı da burada aranmalıdır). Cumhuriyet Kilis’inde bugün müzikle uğraşan neredeyse yok gibidir.
Osmanlı Kilis’inde şehrin kendisine has bir mimarisi vardı. Esrarlı duygular uyandıran çok sayıda konağın yanında daracık sokaklardaki birbirine yaslanmış havışlı (bahçeli) evlerde, doğal ve gelenek disiplini ile örülü sağlam bir sosyal hayat yaşanırdı Kilis’te. (Kilis’teki tarihi bina ve ev sayısı Mardin’den çok daha fazladır) Geniş ve verimli topraklara, dönemin şartlarına göre küçümsenmeyecek bir sanayiye sahipti. Köklü ve oturmuş bir ticaret kültürü ve birikimi sayesinde başta Halep olmak üzere çevresindeki yerleşim merkezleri ile ticaret yapıyordu.
1914 sayımına göre nüfusu, 71.797’si Müslüman, 425’si Rum, 387’si Protestan, 3.794’ü Ortodoks Ermeni, 369’u Katolik Ermeni, 714’ü Yahudi olmak üzere toplam 77.486 idi.
2016 yılında Kilis’in nüfusu 85.000’dir ve çok dinli ve etnisiteli, birlikte yaşama kültürü ve tecrübesi yüksek bir şehir olma vasfından fersah fersah uzaktır.
Kilis’te “Odun Pazarı’nın olduğu yerde 500’e yakın sahabenin şehit düştüğü rivayet edilir. Bunların çoğunun mezarı da yoktur. Eskiden halk buradan geçerken şehit sahabelere hürmeten ayakkabılarını çıkararak yürürmüş.
Bu incelikli hürmeti de kaybetti Kilis.
Tek Parti döneminde şehrin çok sayıda tarihi camisi satıldı. Bunların bir kısmını halk kendi arasında para toplayarak satın aldı ve amacı dışında kullanılmasına mani oldu. Bir kısmı ise Hacı Derviş Camii gibi, Kilis’in CHP’li bir ailelerinden birine satılmıştı. Şehrin merkezinde, bulunan Hacı Derviş Camii, cami ve medrese olarak 400 yıllık bir geçmişe sahiptir. Medresesinde yetişen alimler arasında; Kilisli Muallim Rıfat Bilge, Sağıroğlu Müftü Muharrem Kemal Efendi, Bedrizade Müftü Hâki Efendi, Kilis’in büyük velisi Şıh Efendi namıyla maruf Baytazzade Mehmet Vakıf Efendi ilk akla gelenlerdir. Bu tarihi camii, beyaz eşya ve tüp deposu olarak kullanılıyordu. 1976 yılında bu aile, karanlığın bastırdığı bir saatte, tarihi caminin örneği çok az bulunan minare ve kubbesini yıktırmaya başladı. Görenler yıkıma engel oldu. Ertesi gün AP, MSP ve MHP’lilerin organize ettiği, neredeyse Kilis halkının tamamının katıldığı bir gösteri düzenlendi. Gösteriden sonra üç partinin yöneticileri ve Kilis’in aydınları tutuklandı. (Bu camii, yine Kilis halkı, topladığı parayla sahibinden satın aldı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devretti. Vakıflar Genel Müdürlüğünün tamir ve restorasyonundan sonra geçen yıl yeniden ibadete açıldı)
Şimdi yerinde Kemaliye İlkokulu bulunan ve Milli Eğitime devredilmiş olan İbrahim Efendi/ Mehmet Paşa Camii de yıkılan ve camii olmaktan çıkarılan mabetlerden biridir. 300 yıl cami ve medrese olarak hizmet veren ve camiden kalan tek yapı, “Öksüz minare”sidir. Cami tarihe yeniden kazandırılmak üzere Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredildi.
Balkanlardaki kardeşi Bosna Kilis’i, uzun yıllar yaban ellerin zulmü altında kıvranırken Halep Kilis’inin payına gözden ve gönülden ırak, kolu kanadı budanmış bir taşra kasabası olmak kalmıştı. Uzun yıllar Gaziantep’in ilçesi olarak kaldıktan sonra 1990 yılında il yapıldı.
İl olmak Kilis’e değil ama Kilislilere iyi geldi önceleri. Geçmişteki Kilis’in dirilişinin bir işareti olarak algılandı belki de. Ama zaman bu duygunun bir yanılsama olduğunu gösterdi.
Kör bir bağırsak gibi düğümlenen bahtı ve bir gelecek vadetmeyen hayatı hemen hiç değişmedi Kilis’in. Yazıyı Salah Birsel’in tanıklığı ile bitiriyorum:
" Kilis bir çıkmaz sokaktır ama horozkarası üzümü, yüzde kırk verimli zeytin yüklü bahçeleri ile sizi, ta Ulumahsere (Adı Zeytinli yapıldı nedense. M.Ç.) köyünden karşılamaya çıkar. Kilis eski bir şehirdir. Bilgini, okumuşu çok bir ilçe. Sıçancık adı verilen sokaklarından geçerken, eskiden kervan ve gezgin uğrağı olan bu yerin, bugünkü ıssız, bir başına bırakılmış haline içiniz sızlar. Havası, insanları kadar dürüst ve açık kalplidir. "