Bütün dünyada liderlerin bir var oluş mücadelesi verdiklerini hayretle seyrediyoruz. Dünyayı tasarlayan kurmay akıllar artık bu aklı icra edecek yetenekte lider bulmakta zorlanıyorlar. Bu zorluğun, çıkmazın veya acziyetin nedeni ya kurmay aklın imkânsız tasarımları ya liderlerin yetersizliği ya da toplumların zapt edilemez boyuttaki kitlesel özgürlükleri olabilir.
Kitleselleşen dünya artık daha tek tip insan modeli yetiştiriyor. Din, dil ve ırk farkı gözetilmeksizin aynı ortak yaşam değerlerini paylaşan insanlar, farkında olmadan ortak bilinçdışlarına yöneliyorlar. Tasarımı yapan akılları da aciz bırakan bu gelişme insanların yönetilebilirliğini çok ciddi bir şekilde sorgulatmaya başladı.
Üst aklın siyasi ve ekonomik güçleri ile aydınlarının, yerel özellikleri de bünyesinde taşıyan kitleleri nasıl yönetebilecekleri hususundaki kafa karışıklığı günümüz dünyasının en büyük yönetim krizlerini ortaya çıkarmakta.
Eskiden bir lider çıkar insanları etrafında sürükleyip götürebilirdi. Ya da oluşmakta olan bir toplumsal aklı alıp taşımakta hiç zorlanmazlardı. Bugün bunun gerçekleşmesi pek de mümkün gözükmüyor. Zira insanlar bundan böyle akıllarını vekillere devretmek istemiyor. Toplumsal bilinç müstakil bir şekilde lidere ihtiyaç duymadan yönetilebilir hale geldi. Ancak buna rağmen toplumlar kendilerinin üstünde bir yapay zekâyı devreye sokmak suretiyle, nefsi değerlerden münezzeh bir yapıya irade aktarımı da gerçekleştirebiliyor.
Bir sınıf bilinci ile hareket etmeyen kitle, her türlü farklılıklarını kabullenmek suretiyle bir toplumsal yapı inşa etme sürecinde. Öyleyse dini ve kültürel değerlerden arındırılmış bu yapıyı siyasi bir kategorizasyona sürükleme ihtimali her geçen gün zorlaşıyor. Herhangi bir toplumsal katman veya ideolojik sınıflamayla yönlendirilemeyen toplumlar kendi iradelerini görünmez bir el yordamıyla hayata uyarlamaya başladı.
Bugün itibariyle belirli yerel ve mikro olaylar için ortak aklı devreye sokmak suretiyle görünmez kurumsal mekanizmalar oluştuğunu görmekteyiz. Her ne kadar hala belirli güçler tarafından tasarlanmış ve yönetilebiliyor olmalarına rağmen, yarın daha müstakil bir hareket kabiliyetine sahip olduğunu görmekte zorlanmayacağız.
İşte o zaman tasarlanmış dünyanın dayatmalarına mı yoksa kitlesel bilincin gücüne mi itaat edeceğiz? Bugün bu bilincin hala yönetilebildiği gerçeğini kısmen kabullensek de yarın için aynı kararlılıkta olduğumuzu söylememiz mümkün değil. O zaman sadece liderlerin yetersizliklerini değil aynı zamanda tasarlayıcıların tasarımlarını da sorgulayacağız.
Ülkelerdeki siyasi partilerin demokrasi mücadelesinden, kitlesel organizasyonları gerektiren her durum için ortak bilincin daha aktif ve organize hale geldiğini görüyoruz. Kolay yönetilebilirlik görüntüsünün çok karmaşık algoritmasının temelinde kitlesel ruhun nereye gittiğini kavramanın zorluğu yatar. İlkel bir organizmanın yaşamsal mücadelesine benzeyen kitlesel davranış kalıpları, kendiliğinden ayakta kalabilme yeteneklerini her geçen gün geliştiriyor.
Kamu otoritesi ve lidere ihtiyaç duymaksızın yaşamsal faaliyetlerini gerçekleştiren kitleler, devlet algısını her geçen gün anlamsızlaştırmaya başladı. Değerlerin de unutulduğu bu süreç, bireylerin dünyanın her bölgesini vatanı olarak görebilmesine neden olmakta. Bu da devletlerin bekalarına yönelik tehditleri her geçen gün arttırmakta.
İlkel bir DNA yapılanmasına sahip bu kitlesel bilinç, yavaş da olsa, yapması gerekenleri bütün teşkilata fısıldayabilmekte. Herhangi bir lider veya otoritenin kendilerini yönetmesine müsaade etmeyen bu kitle, hiç konuşmadan sadece hisleriyle ortak hedeflerini mahirce gerçekleştirebiliyor. Bu durum ortak ruhun özgürlüğünün en büyük teminatı olarak kabul edilmelidir.
Bu gizemli yapı doğal olarak daha önce kendilerini oluşturan ve yönetmeye çalışan üstün aklın üstüne çıkmaya çalışıyor. Mutlak anlamda olmasa dahi bu üstünlük mücadelesin kitleye sağladığı çok ciddi katkılar var. Bunun en büyük nedeni küresel ve yerel düzeydeki üstün insan akıllarının kendi düşünce yapısını idame ettirecek insan potansiyeline sahip olamamasından kaynaklanıyor. Daha önce kendi soylarından gelenleri steril bir şekilde sisteme entegre ederek varlıklarını nesiller boyu sürdüren aklın bu husustaki yetenekleri her geçen gün azalmakta. Üstün aklın kendi insan sermayesini kitlesel bilince kurban etmek zorunda kalmalarını kendileri dahi anlamakta zorlanıyor.
Kitlesel bilinç insanlığın var oluşundan bu yana içimizde, dışımızda her yerimizde bir mantar gibi sessizce bizimle yaşar. O her şeyin sessiz bilgeliğidir, toplumun bizzat kendisinin dahi farkında olmadığı bir gizlilikle bütün insanlığı yönetir. Bu, birbirinden binlerce kilometre uzaklıktaki insanların görünmez iletişimidir. Kitlesel ruh iletişim teknolojilerinin olmadığı dönemlerde bile, birbiriyle bağlantısı olmayan insanları aynı duyguyla donatabilecek güce sahipti.
Toplumsal bilincin duyulmayan bir dili vardır. Her bir üyenin bilgeliğinin bütünlüğü kitlesel ruhu oluşturur. Hiç kimsenin bir diğerine üstün olmadığı bu sistemde her üye toplumsal yapının aksakallısıdır. Toplumsal ruhun birer parçası olmamıza rağmen onunla iletişime geçememek lakin onun her türlü yönlendirmesine de açık olmak bu muhteşem ekosistemin en güçlü yönüdür.
Bireylerin değişen yaşam şartlarına uygun bir döngüyü dikkate alarak gelişen kitlesel ruh, binlerce yıllık yaşanmışlıkların hiçbirini ziyan etmeden günümüz şartlarına entegre eder. Bu yüzden birey, farkında olmadan ataları ile aynı davranış kalıplarını çok rahat bir şekilde sergileyebiliyor.
Kitlesel ruh toplumların en büyük yaşam kaynağı olmakla birlikte, düşman telakki ettiği unsurlarla mücadele ederken dünyanın en tehlikeli silahına dönüşebilmektedir. Yaşamın var oluş şifrelerini bünyesinde taşıyan bu ruhun tanınması ulusal ve uluslararası sistemin anlaşılmasının temel şartıdır.
Kitlesel ruh, zayıflamış toplumsal dinamikleri yok ederek zamanın şartlarına göre kendini korunaklı hale getirmek suretiyle her daim yenilenir. Bazen yaşanmışlıkları mayalayarak şarap ve lüks bir peynire dönüştürmek suretiyle hayatı renklendirir bazen de aynı yöntemle istemediği her şeyi çöpe çeviriverir.
Bizler her ne kadar bugünkü sosyal iletişim ağlarının internet üzerinden yapıldığını düşünsek de aslında bu bağlantı insanlık tarihi boyunca hep var oldu. Yaşamı taşırken dönüştürme yeteneğine sahip bu yapı, gücünü insanlık tarihinin birikimlerden alır.
Bu yüzden bugün dünyanın hemen her tarafında din, dil, kültür ve ideoloji farklılıklarına bakılmaksızın insanların aynı duygusal değerlerle hareket edebildiklerini görüyoruz. Bunun en büyük nedeni esasında dünyayı bir kitle haline dönüştürmeye çalışan üstün aklın farkında olmadan bu ruhu canlandırması oldu. Şişeden çıkan bir cin gibi kendini şişeye koymaya çalışanların kâbusu olmaya başladı.
Kendini yönetmeye çalışan otoritelerin üstünde bir akılla hareket eden bu kitle ruhu, belki de bundan böyle güçlü liderlere ihtiyaç duymaksızın sadece kendi yönlendirmelerini yerine getirecek zayıf vekillerle çalışacak. Vekâlet sahipleri her ne kadar bu ruh üzerinde hâlâ etkili olmaya çalışsa da artık onları yönetebilecek bir güçten mahrum olduğunun farkında.
Doğrudan demokrasinin yolunu açabilecek güçteki bu gelişmeler yeni siyasal yapılanmaların kapısını aralamaya çalışıyor. İnsanlığın bu kadar büyüdüğü bir ortamda doğrudan yönetim şekillerinin imkânsızlığını düşünebiliriz. Lakin insanoğlu da bir arı kolonisi gibi bakmakta zorlanacağı petekleri yok edebilecek bir iradeyle hareket ediyor. Yakın bir zamanda başta doğal gibi görünen afetler ve iklim değişikliği olmak üzere kimyasal ve nükleer savaşlarla dünya nüfusunun hatırı sayılır bir şekilde azaldığını görmek mümkün olabilecek. Bugün binlerle ifade edilen kayıplar bizi içinden çıkılmaz psikolojik travmalara sürüklese de vaktiyle basit salgın hastalıklarla on milyonlarca insanın öldüğü gerçeğini unutmayınız.
Yeni yorum ekle