Merdiven Zekâsı

18 Eylül 2025

Bu günlerde, baskısı tükendiği için zorlukla bulduğum Randall Ccollins’in “Felsefelerin Sosyolojisi” kitabını okuyorum. Çok uzunca bir emeğin sonucu olan kitap, sadece içeriğinin güzel olmasıyla değil, kendimi bizzat kitabın içinde hissetmem dolayısıyla çok hoşuma gitti. Kitabın ruhumda bıraktığı esintiyi kendi düşüncelerimle harmanladım. Bu yazı kitabın varlığından duyduğum memnuniyetin ifadesidir. Kitap tanıtımı gibi bir hadsizliğe elbette girmeyeceğim. 

Image

Akıl ve belleğin yaşanmış zamansal ilişkilerin toplamı olduğu düşüncesini temel alarak yola çıkıyoruz. İnsanların farklı zaman ve mekanlardaki ilişkileri bir ağacın dalları gibidir. Her dal ve yaprağın boyut ve şekli farkı olsa da bütün ağaç aynı kökten beslenir. Filozofların düşünceleridir ağacı dallandırıp budaklandıran, yaprakları yeşertip yeni sürgünler verdiren. En az üç nesil hayata direnebilen bu fikirler zamansız ve mekânsız bir şekilde toplumların gönlünde yerini alır. 

Üretilen her bilginin toplumsal yapıdaki etkisi ve sürekliliği birbirinden farklıdır elbet. Bunlar birincil, ikincil ve ardıllar olarak toplum içindeki yerlerini alır. Sonraki neslin ilham kaynağı olan filozoflar iletişim ağlarının zayıf olduğu dönemlerde öncelikle etrafındakileri etkiliyordu. Matbaanın gelişmesiyle bu etkileşim ağı da genişlemeye başladı. Kitapların veya yazılı belgelerin ticaret yolları güzergahında dağıtılması, göçler ve işgaller yeni fikirlerin ve hatta medeniyetlerin doğmasına vesile oldu. Entelektüel havzalar ve bunlar arasındaki iletişim yolları bu şekilde oluştu. Bu havzalar coğrafi keşiflerle geri dönüşü olmayan bir şekilde birleştirildi. Bu haliyle sömürgecilik, küreselleşme ve emperyalizmin Rönesans’ı oldu.

Buna rağmen, iletişim ağlarının olmadığı dönemlerde, birbirinden haberi olmayan medeniyetlerdeki bilgi ve entelektüel benzerlikler akla ziyan boyuttadır. Bunun nasıl gerçekleştiği hususundaki tek açıklama teolojiden gelebilir. Zira aynı kökten beslenen yapraklar gibi medeniyetler de aynı ilahi gücün uzantısıdır. Medeniyet tarihindeki bu ana gövde ise dindir. Zira toplumsal kabulleri, hayranlık ve zıtlıklar bazında güçlü kılan dindir. Her türlü ret ve kabullere rağmen dalların ucundaki sürgünlere kadar ilahi bir dokunuş vardır.

Image

Collins M.Ö. 600 ile M.S. 1900 yılları arasında birincil statüde 136, ikincil statüde 366 olmak üzere toplamda 502 filozofun hayata yön verdiğini ifade ediyor. Bunlardan etkilenen ardılları eklediğimizde bile sayı ancak 2670’e çıkıyor. Bu dönem içinde dünyada yaşayan insanların 23 milyar olduğu varsayımını dikkate aldığımızda, dünyaya çok az sayıda insanın yön verdiğini görüyoruz. Bunların hepsi aynı kökten beslenen bir ağacın dalları ve yapraklarıdır. 

Medeniyetin özü, muhteşem düşünceleri üreten filozoflar ile bunların sürekliliğini daim kılan ardıllarıdır. Filozof ne kadar muhteşem fikirler üretmiş olsa da toplumda kabul görmeyen ve sonraki nesillere aktarılmayan hiçbir düşünce medeniyetin/kültürün bir parçası haline gelemez. Üretilen düşüncenin etkinliği ne kadar güçlü olursa olsun onu tarihin bir parçası haline getiren eleştirel veya tamamlayıcı ardıllardır. Dolayısıyla birincil ve ikincil statüye yerleştirdiğimiz filozoflarda yumurta tavuk ilişkisi ortaya çıkar. Biz asıl olanın tavuk olduğunu düşünsek de neslin devamı yumurtayla olur. 

Bu ardışık yaşanmışlıkların kabul görmüş değerleri, zamanın ruhu olarak toplumların zihnine ve genetiğine kazınır. Zaman, kazandığımız değerleri bir basamak yapar ve bizi her yeni dönem için yukarıya taşır. Hiç kimse geride kalan basamakları ortadan kaldırma lüksüne sahip değildir. Rousseau’nun l’esprit d’escalier (merdiven zekâsı) dır bu. Bu sadece bir zekâ mı? Elbette hayır. Zamanın ruhunu beynimize, genetiğimize, aklımıza, bilincimize ve benliğimize ilmek ilmek dokuyan bir yükseliştir bu. 

Hala binlerce yıl önce üretilmiş düşünceleri kendi düşünsel dünyamızın bir parçası olarak görebiliyorsak ve bu dünyada yaşanmamış bir olay ve söylenmemiş bir söz kalmamış olduğunu kabul ediyorsak, o halde biz kimiz? Bilincimiz ve irademiz beynimizin yıllanmış deneyimlerine galebe çalmaktan çok acizler. Bu öyle bir acizliktir ki insan, özgür olduğu düşüncesini bile yalanlayamıyor. 

Neredeyse bütün benliğimizle teslim olduğumuz beynimizin gizemlerine dair çaresizliğimiz devam ederken, acaba beynimizin tam kapasite bizi kullandığının farkında mıyız? Zaman beynin lehine, iradenin aleyhine işliyor. İnsanlığa dair bütün birikimler hali hazırda beyinlere yüklenmiş iken şimdi bir de bunun yapay zekâ ile cisimleştiğini düşünün. Beyin her geçen gün küçülerek veya bize açık alanlarını kapatarak orantısız bir güç elde ediyor. Beynin ruhla işbirliği midir onu insana efendi kılan?

Image

İrade ve bilincin teslimiyeti, ruhun işbirliği, beynin mutlak üstünlüğüne kapı araladı. Artık insanın benliği, kimliği ve dini yeniden tanımlanabilecek ve tasarlanabilecek seviyede. Toplumlar veya insanların kendini tarihin herhangi bir sayfasında görmesinin önü açıldı. Geçenlerde Assos’u gezerken, vaktiyle orada okul açan Aristo’yu hatırlayıp, “iyi ki böyle bir atamız varmış” deyiverdim. Anadolu topraklarında hayat bulmuş bütün medeniyetlerin ruhumuzda ve beynimizdeki tesirlerini yadsımak mümkün değil. İyonya medeniyetine sahip çıkmak belki de antik Yunan felsefesini de üstlenmeyi beraberinde getirebilir. Fatih’in Hristiyan dünyasının hamisi, Doğu’nun ve Batı’nın Kayzeri olma arzusuna bir de böyle baksak. Sonuçta annesi Hüma Hatun nereli olduğu bilinmemekle birlikte Hristiyan bir cariye, eş ve cariyelerinin dört tanesi de Hristiyan. Birçok dini, etnik yapıyı, dili ve kültürü yakinen tanıyan bir insanın dünyayı yönetebilme arzusu hiç de küçümsenmeli ve bunun zihinsel alt yapısının hali hazırda var olduğu bilinmeli. 

Karahantepe’den başlayarak günümüze kadar gelen binlerce yıllık tarihsel birikimin insanlar üzerindeki gizemi devam ediyor. Anadolu topraklarında yaşayanlar bugün kim olduğunu öğrense veya bilenler cesurca itiraf edebilse kim bilir nasıl bir etnik ve dini tabloyla karşılaşırız. Beyin bu gerçekliği -insanlar arzulamasalar da- itiraf edebilecek bir yönlendirmeye açıktır. Herhangi bir etnik veya dini değere yönelik tanımlamaları, son ve gelecek çeyrek yüz yılı dikkate alarak revize ettiğimizde neyle karşılaşırız acaba? Sadece Anadolu’nun değil bütün dünyanın sosyolojik tablosunu yeniden tasarlamak çok da zor değil. 

Yapay zekayı da kullanıp insan iradesini sınırlayarak kapalı devre bir sistemle çalışmaya başlayan beyinler, hayatın yaşanmışlıklarına ortak bir refleks gösteriyor. Dünyanın hemen her tarafındaki beyinlerin senkronize davranışlarını bilim kurgu filmi gibi seyretmek, bana nedense “Kırmızı Pazartesi” kitabını hatırlatıyor. 

Ağacın dalları nereye giderse gitsin onu besleyen kökleridir. Akıl, irade, bilinç neye karar verirse versin onu yönlendiren beyindir. Merdiven zekâsı insanlığın ortak kazanımıdır. Ağacın dalları gibi. İnsanlar farklı değer yargılarıyla birbirinden ayrıştırılmaya çalışılsa da ağacın zirvesi ve merdivenin son basamağı aynı yere götürür bizi. Beynimiz ve ruhlarımız insanlığı var oldukları başlangıca götürüyor.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
KONTROL
Bu soru bir bot (yazılımsal robot) değil de gerçek bir insan olup olmadığınızı anlamak ve otomatik gönderimleri engellemek için sorulmaktadır.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
68 kez görüntülendi. 68 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.