Yok, başlığa bakıp yanlış bir önyargıya kapılmayın. Sel sularına kapılsanız veya bir cins-i latifin rüzgârına daha iyi. Hiç olmazsa Rüzgâr Gibi Geçti diye romanınız olur. İçinde bulunduğumuz seküler, materyalist, eşyanın büyüsüne kapılan sığ hayatımız sonunda çıkmaz sokaklara varıp dayanmak üzere. Dayandı diyenlere de katılırım.
Batıda faşizm, doğuda komünizm, kitleleri iç yoksulluğa duçar ettiği gibi birbirini kırmaya varan II Dünya savaşı akla ziyan bir sonuçtu. Bugün bize “ay ne kadar terör, ölüm çatışma ve toz duman” diye burun kıranlar 60 yıl önce yüz milyona ulaşan cesetlerin üzerinden atlamadılar mı? Peş peşe (I, II) savaşa tutuşmadılar mı?
Batıda temsili politika, maneviyatsız/kurumlaşmış din ve akademi merkezli bilgi biçimleri esastı. Bunun dışında her şey hurafeye, dogmatik inançlara ait, etnik-dinsel gerilimler aklın ve bilimin yolu değildi. İnsan evrenin merkezi, akıl tek referanstı.
O zaman I. Dünya savaşı, 20 yıl geçmeden II. Dünya savaşı ne oluyordu?
Bizim Taliban, İŞİD, DAEŞ daha bir milyona bile ulaşamadı.
Aydınlanmış, akla göre örgütlenmiş toplumların ve bilimsel yöntemleri rehber edinenlerin bu kan dökücülüğü ve çılgınlığı nasıl açıklanabilirdi? Batılı aydınlar yırtınıyordu; teşhis ve tedavi için. (buradan bir müjde –müjde mi şom ağızlılık mı –emin değilim; verebilirim. Müslüman toplumların kan dökme limiti batıya ulaşmadı daha. Mevcut gerilim ve çatışmalar da 20 yıl sonra barışçı bir İslam dünyası, doğuda insana saygıyı esas alan yönetimler, çatışmayı ortadan kaldıran birlikler, getirebilir (mi?) Bu açtığım olmadı ama daha Hasan Boynukara kadar tecrübeli değilim, parantez açmakta. En iyisi okuyucunun idrakine bırakayım bu konuyu.
Bir Georges Bataille çıktı Batıda; modernlikte mümkün olabilecek kutsallık biçimlerini aradı. Ona göre "aydınlanmış" bir medeniyetin merkezinde yaşanan faşizm olgusu modern kutsallıkta aranmalıydı. Dinsel tezahür biçimleri dünyevi şeylerle teması düzene sokan, saf ve kirli olan arasında kesin ayrımlar yaratan katı bir düzenlemeydi. Bataille”ye göre dindarlık, tüm zamanları aşan bir deneyimdir ve her farklı dönem kendi dindarlık biçimine sahiptir. Dinsel deneyimin sınırında, kutsal ve dindışı içerikler farksızlaşır ve zorlanmadan birbirine dönüşebilirler. Bu deneyim Bataille için "içsel deneyim" dir. Bu başlıkta kitabı da vardır.
Batı batı diye eleştirenler, dönüp batıda neler konuşulmuş, yazılmış görselerdi, bugünkü halimizi yorumlayan Slavoy Jijek”ten önce İslam Arşivlerini yazar, Bataille”den önce dindarların hayatından fışkıran edepsizlik ve ölçüsüzlüklerin altında ne var araştırırlardı.
Bataille “tektanrılı evren tasarımları ve din bilimlerinde, “logos'un ya da ‘kelam'ın içine sıkışıp kalmış bir kutsallık alanı güvenceye alınırken, mistik bir görüyle yakalanabilecek "aşırı" içerikler dışarıda bırakılır” dediğini ve bu bakışla bugünkü İslam dünyasını anlamak mümkün mü değil mi tartışırlardı. Öyle ki “"genel ekonomi", görünür olanın altındaki "büyük alışveriş"in tanımıdır. Böyle bir ekonomik işleyiş, işe yaramaz, artık malzemelerin değiş tokuşu, alışverişi üzerinde kurulur. Bu büyük alışverişin sonuçları çoğu yerde akılcı hesaplara uymaz.”
Bu görüşe bakınca İslam dünyasındaki açlıkları, göçleri, mülteci kamplarını ve devletlerin bütçelerinde önemli kalem tutan silahlanma yarışını, anlamlandırabilirlerdi.
İnsanları atomize, depolitize eden mevcut yönetimlere rağmen Arap Baharında sokaklara inen, yönetimlere muhalefeti şiddete yönelten tepkilerin dindarlığın bir yansıması olduğunu görebilirdik. Modern düşüncelerin anlamsız kıldığı kutsal hayatın, şiddetin içinde dinsel bir bedenleşmeye dönüştüğünü görebiliriz belki. Batıda doğup büyüyen kişilerin, İŞİD saflarında sınırsız bir egemenliğin bedenleştiği bir ideolojiye yapışarak, tek bir bünye gibi, "aşırı politik" failler halini almalarını anlar ve isabetli çözümler üretebilirdik.
Ne yazık ki batıda konuşulan, tartışılan, yazılan düşünceler; batılı kurum ve olguların yerine yerel ve İslam coğrafyasının kurum ve olaylarını yazmak bile insanı entel saydırabilir. (Mesela bu yazı, beni “bilen” biri sanılmasında yanıltıcı bir etki bırakıyor.) Eh kendi aramızda nakilden öte, keskin ayet ve hadis yarışı, batıya sövme ve geçmişimizle övünme dışında bir düşünce üretemeyince bu anlamda bir kıyas bile bir fikir(sizlik)dir işte.
Bataille "Tanrısal görkem" ve gerçek bir "içtenlik" için "cinayet"in ve "kurban verme"nin zorunlu olduğunu düşünür. "20. yüzyıldaki savaşların aşırı bir boşalım izlenimi verdikleri doğrudur. Ama korkunçlukları ne kadar büyük olursa olsun, bu boşalım ölçülüdür. Bunlar, disiplin içindeki eksiksiz bir alçaklık olmuştur." Diye fikir ileri sürünce tartışmalar, karşı görüşler genişleyen halkalar gibi bugünkü Batıyı kurma imkânı vermiştir.
'Doğululaşma İhaneti' mukayeseye ve rekabete açık olmayan bir yaklaşımla, Doğu iyi Batı kötü, islama mensup olmak –başlı başına- üstünlük, kâfir olmak aşağılık bir tercih diye bakılınca ortaya çıkandır.
Çaba göstermeyen toplumları mutluluğa ve huzura ulaştırma çabası içermeyen bir İslam mensubiyeti ne kadar üstünlüktür?
Tartışmadan, düşünce üretmeden, olay ve olgulara teşhis koyma faaliyeti içine girmeden hangi üstünlüğe ulaşabiliriz? Hangi Birliklere ve kültür ve medeniyete?
Mizah hiciv içeren eğlenceli bir yazı yazmaya oturmuştum. İçimdeki onbaşı emir-komuta buyrukları ile kelimelere yanaşık düzen dışında bir istikamet veremedi.
Bir kutsala dil uzatmaya kadar varıp dayandı.
Güya modern halimiz içindeki kutsala ulaşacak ve buradan anlamlı bir düşünce üretecektim. Varıp dayandığım öfkeli bir dil, abus bir yazı, kahır içeren bir sonuç oldu.
Bu Hasan Boynukara haklı ama alacağı yok işte.
En iyisi satir ve mizah dolu felsefi metinleri ona bırakayım. Ben yine “everdice”ye döneyim.
Batı karşısında derin düşünceye dalınca bana bir hicran çöküyor ve bu yaşa kadar beynimin çalışma yöntemini değiştirmenin o kadar kolay olmadığını anlıyorum.
Esefa Mustafa. Başka sözüm yok sana.