Ulanbatur’dayız artık
Soğuklardan, toprak yollardan, ova, yayla ve dağlardan sonra Ulanbatur bizi büyük şehir olarak güleryüzle karşıladı. Sıcak bağrına bastı. Ne de olsa bulvarlar, yüksek binalar, yoğun trafik, insana hangi zamana ait olduğunu hatırlatan olgulardı. Tamam, tabiat, yeşillik iyi hoş da nereye kadar? Şehirliydik işte ve şehre ulaşınca doğal ortamını bulan balıklar gibi şendik artık. Tabiat iyi güzel hoş da bir haftadan fazla çekilmezdi.
Cumhurbaşkanlığı Sarayı
Ulanbatur (Nasyonal) Milli Müzesi
Şehre gelişimizin ertesinde ilk işimiz Nasyonal Müzeyi gezmek. Neredeyse yarım günü alacak bir bilinçlenme.
Türkiye devletinin katkıları ile düzenlenen Türk tarihi bölümü var müzenin. Geniş salonları(Hall’leri) dolduran Türk tarihinin erken dönemlerini takip etmek bizim için önemli. “Orhun—Orta Asya’da Karakurum dağlarından çıkıp başka sularla birleşmek Baykal gölüne dökülen bir ırmağın adı. Moğolistan'ın kuzey-doğusundaki Orhun anıtı yatağında, VII. ve VIII. yüzyıllarda buralarda hüküm süren Göktürkler ve onların bir devamı sayılan Kutluk devleti yöneticileri tarafından diktirilmiş yazılı anıtlar vardır. Bu anıtlara Orhun Anıtları denir. Orhun Anıtlarında kullanılan yazı, bilinen en eski Türk yazısıdır. 4'ü sesli, 3'ü bileşik, 31'i de sessiz olan harflerden meydana gelen Orhun alfabesi ile yazılmıştır. Orhun yazıtları Göktürklerden kalan, Türk tarih ve edebiyatının en eski kaynaklarındandır. Son anıtlar 732 ve 735 yıllarında dikilmiştir. Yazan, adı bilinen en eski Türk edibi sayılan Yulug Tigin'dir.”
Kazılarda bulunan eşyaların sergilendiği bölümlerde bilgimiz tazelendi.
Üç katlı müzenin içinde Türko-Moğol tarihi teşhir edilen eşya ve mankenlerle göz önünde müşahede etmek gibisi var mı? Erken Tarih ve Moğolistan, Erken Devletler, Geleneksel Giyim-Kuşam ve Süslenme, Moğol İmparatorluğu, Geleneksel Moğol Kültürü, Moğol Geleneksel Hayatı, 17-20 Yüzyıl Moğolistan, 1911-1920 Arası Bogd Khan Devleti Dönemi, 1921-1990 Sosyalist Moğolistan, 1990 Sonrasında Demokratik Moğolistan bölümlerini gezmek, Moğol tarihini camekânlar içindeki eşyalarla okumak gibi görsel bir seyir sunuyor. Daha ne olsun?
Orhun Anıtlarının Varsayılan Özgün Hali
Ulanbatur Seyir Tepesi
Müzede tarihi seyrettikten sonra tekrar günümüze gelebilmek için Ulanbatur Seyir Tepesine gidiyoruz. Sovyet Döneminde işçi graffiti ile donatılan tepede evlenenler, gelin kızlar, nedimeler; damatlar, sağdıçlar, seyirlik bir gösteri merkezi olmuş. Oradan bütün Ulanbatur’u seyretmek, şehrin düzenliliğini kuş bakışı görmek mümkün. Bütün Ulanbatur’un Sibirya şartlarında kışı atlatmasını sağlayan Merkezi Isıtmaya sıcak su veren termal tesisler. Bir büyük şehrin ihtişamı modern binalar halinde uzanıp gidiyor.
Bir gün de başıboş dolaşmak gerekir. Serbest gün demek alışveriş demek bir yönüyle. Artık dönmek yaklaşınca hediyeler bekleyenler, belleğimizde kendilerini hatırlatıp duruyorlar.
Yine de o gün İslam Cemaati Dernekleri Federasyon Başkan Vekili ile buluşacağız. Hem bize yemek ikram edecek, hem Moğolistan Müslümanları hakkında bilgi verecek. Bu buluşmadan önce Ulanbatur Merkezinde Rabitatül İslam aracılığıyla inşa halindeki Suud Camisini geziyoruz. Yarım kalmış tabii, biz gittiğimizde hiçbir faaliyet yoktu.
Bu cami inşaatı ile ilgili yolsuzluklar Wikileaks belgelerine bile girmiş. Türkiye tamamlamak istemiş ama Suud yanaşmamış. Türkiye başka bir yerde daha mütevazı bir camii yapmak için yer araştırıyor. Türkiye cami yapmaya niyetlenince Suud da bitirmek için faaliyetlere devam kararı vermiş. Zaten bütün Moğolistan’da 50 cami varm. Buna karşılık 300 kilise. Güney Kore kanalıyla Moon tarikatını yaymayı ve kilise inşasını sürdürüyormuş, Hristiyanlar. Hristiyanların sayısı belli değil tabii. Kilise inşaatları ve faaliyetlerle sayıyı artırma çabaları olsa da Moğolistan’da Budizm egemen. Müslümanlar Moğolistan nüfusunun %5’ini oluşturuyor. Göçebeler arasında şamanlar da mevcut. Her dinin temsilcisi aynı zamanda cumhurbaşkanı danışmanı oluyormuş.
Moğolistan’da üç milyon insan, altmış milyon küçük-büyükbaş besi hayvanı varmış. Herkes Ulanbatur’u yığılırsa bu gidişle Moğollar da çoban bulmakta zorlanabilir.
Moğolistan’da çobanın aşkına ve şehre dair iki karikatür:
Gel yaylamıza geri dönelim:
Ulanbatur deyip geçmeyelim. Trans-Sibirya Ekspresi dünyadaki en uzun düzenli tren seferini yapar. Bir yolcu Pasifik kıyısındaki Vladivostok'ta günde beş kez kalkan trenlerden birine binerek tek bir biletle tren değiştirmeden ve on beş dakikadan daha uzun mola vermeden yedi gün ve dört bin mil sonra Moskova'da inebilir.
Trans-Sibirya'nın biraz daha kısa bir kolu Pekin'den başlar, Moğolistan’ın başkenti Ulan Batur'dan geçer ve Moskova yolculuğunun geri kalanı boyunca Rusya'daki Ulan Ude'deki düzenli hatta katılır.
Çobanın aşkı:
Moğolistan’da mafya yok(muş); yeterli eleman bulamadığı için değil, mafya faaliyet alanı bulamadığı için. Türk vatandaşları, Ölgi’de baraj, kanalizasyon ihalesi, rüzgâr santralı inşaat işlerini alsalar da verimli bulmuyorlar Moğolistan’ı. Ulaşım masrafları, eleman istihdamı pahalı.
Moğolistan demokratik bir ülke. 1992 Anayasası ile idare ediliyor. Ülkede demokratik krizler çıkmamış o tarihten bu yana. Erken seçim yok çünkü. Her seçim dönemi süresini tamamlanmak zorunda. Bu iyi-kötü bir hükümet kurmaya zorluyor partileri.
Moğolistan’da ya çok zenginler var ya çok fakirler. Orta direk yok. Dünyanın her yerindeki marka dükkânları ve marketler yerini almış Ulanbatur’da. Dünya bir köy olmuş, maddi geliri olanları birörnek zevklerin ve markaların tutsağı kılmış. Moğolistan da bundan bağımsız değil.
Bugün bir program yok. Serbest gün. E, biraz dinlenmek de gerekli. Her gün erken kalkmak insanı maraton koşusuna zorlamak yoruyor bir yerde. Öğleye kadar uyudum. Bütün yorgunluklar alacaklı gibi çökmüş üstüme. Mübarek bedenimize de ihtimam gerekli. Uyudum, uyandım. Alışmışız iki haftadır bir etkinlik arıyorsunuz. Yurdun karşısında bir AVM var ve en mutena yerinde Tom Toms Kafe. Artık kafe latte söyleyebilirim. 2,5 dolar. İnternet var, gençler yerlerini almış. Okullu çocuklar. Yaşlı bir benim. Olsun ben de onlar gibi elde cep telefonu, şu günlük feys-twitter faaliyetine bi bakayım. Kaç gündür mahrumuz. Elimde defter kalem, gezi notları alırım diye düşünmüştüm, buraya gelirken. Nerede? Wi-fi varsa, dünya önümüzde. Tuşların ve ekranların arasında bir hakikat arıyorum. Bulan çıkmadı şimdiye kadar. Belki ben ilk olurum. Neticede bende yüzeysel bir dünya vatandaşıyım. Kitleye karışıp ortak beğenilere uygun düşeyim.
Moğolistan’da da her işyerinde internet mevcut ve cep telefonları fazla mesaide. Diyarı gurbette facebook arkadaşları evinde hissettiriyor insanı. Bak bunlar Türkiye’den arkadaşlar, resimler, haberler. Biz internet, dünya küresel bir köy derken, Moğolistan’daki kırsal hayatın özlemi Ulanbatur’da bir sızıya dönüşmek üzere. Modernliğin getirdiklerine karşı götürdüklerini vurgulayan bir duyarlılık kendini hissettiriyor.
Sovyet sistemine katılıp da kültürlü olmayan ülke var mı? Moğolistan kültür ve sanat yönünden güçlü sanatçılar yetiştiriyor. Özellikle bu karikatür, söylediklerimi teyit ediyor ve insanı uyarıyor:
Son günümüz alışveriş, Ulanbatur caddeleri gezileri ile sürüyor. Heyetin bir araya gelenleri ile Türkiye Ulanbatur Büyükelçiliğine gidiyoruz. Buradaki temsili hakkıyla yapan Türkiye, elçilikle, TİKA ile her yere iz bırakmaya çalışıyor. Hem tebrik hem teşekkür etmek lazım. Türkiye’den gelenler olduğunu öğrenmesi de iyi olur elçiliğimizin. Gerçi Kültür Ataşeliğimiz yokmuş ama diğer görevliler bu işi de yerine getirmeye çabalıyor. Moğolistan’da Türkiye’den Nazım Hikmet, Aziz Nesin ve Orhan Pamuk dışında tanınan yazar yok. Onları da biz tanımıyoruz. Bu kadar ortak dil-kültüre rağmen kültürel alışveriş hemen hemen yok. Kazaklar, kazakça eğitim yapıp müfredatı kendileri belirledikleri halde Türkiye’den yazar-sanatçı yok kitaplarda. Kazakistan’dan daha çok.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ı Moğolca’ya tercüme için çalışmalar varmış elçiliğin desteği ile ama daha sonuçlanmamış. İyi bir tercih, lakin Türkiye’de Moğolca bilen az, Moğollardan Türkiye’de okuyanlar Türkçeyi bilseler de kültür-edebiyat dünyamıza hâkim değiller. Türkiye’nin kültürel gücü eski Türklerle sınırlı. Ortak tarihten gelen.
Türkiye’nin Ulanbatur Büyükelçiliğinde.
Bayanölgi’de Diyanetten bir temsilci, Ulanbatur’da askeri ateşe var ama Kültür Ataşesi bulunmuyor. TİKA ve Ahmet Taşağıl’ın üzerinden tarih-arkeoloji alanında faaliyetler yapılıyor ama yeterli mi? Müzelerde, yaptığımız yollarda varız kültür dünyasında yokuz. Moğolistan’a da inşaat yeteneğimizi taşımışız.
Elçilik görüşmesinden sonra son alışverişlerle son günü doldurmaya çalışıyoruz. Caddelerde yürüyüp düzenli şehir Ulanbatur’u tanımayı sürdürüyoruz.
İstanbul’dan Ulanbatur’a gelen uçak geliş ve gidişte Kırgızistan Bişkek’e uğruyor. Uçağı doldurabilmek için tabii ki. Biz de Çingis Kaan Havaalanında son resimleri çekip vedalarla ayrılıyoruz.
Uçak Bişkek’te duruyor. Havaalanı içinde gezinip Kırgızistan’a dair intibalar edinmeye çalışıyoruz. Her yerde böyleyse Kırgız kızları, Türk dünyasının en güzel kızları. Böyle bir kanaat edinip gençken Kırgızistan’a gelmediğimize yanıyoruz. Gençlik gençlerin elinde heba oluyor, yaşlanınca anlıyoruz. Gençken imkân vardı da gelmedik mi diye bir teselliye sığınıyoruz. İnsan bütün arzuladıklarına ulaşıyor bir gün ama Basra harap olduktan, minber yıkılıp mihrap sallandıktan sonra. İçimden bir salavat getirip tekrar İstanbul uçağına yöneliyoruz. Güzel yurduma doğru saatler süren bir yolculuk bizi bekliyor.
Sorunsuz İstanbul’a; Havalanına iniyoruz. Daha ben buradan Ankara’ya gideceğim. Hadi inşallah diye bir niyaz. Toprağı öpmedik ama insanın yurduna ulaşması da bir başka vuslat. Dil sorunun yok herkesle anlaşabiliyorsun. Rivayetler muhtelif olsa da, olacak o kadar deyip bagajımızdaki hediyelerin taksimine başlıyoruz zihnimizde. Sağ salim gidip geldik hamdolsun. Binlerce yıl süren Ötüken-İstanbul yolculuğu dokuz saate sığmıştı.
Hayat bu kadar hızlanır da insan sükûnet diye bir şeyin huzuruna erebilir mi? Eski yolculuklarda insan, yeteneğini, dayanıklılığını öğrenir, kendini tanırdı. Bugün rehberler, uçaklar, programa bağlı yolculuklar hızlandırılmış bir seyirle yetinmek zorunda bırakıyor bizi. Ülkeleri tanırken kendimizi tanıyabildik mi? Zor, gerçekten. Hadi dönelim gündemimize ve yenilenmiş olarak başlayalım hayat gailesine, geçim için işimizin başına.
Moğolistan Gezisi (Ön) Yargıları;
Aşağıdaki gözlemler Türkiye’deki adetlerin Ortaasya Türko-Moğol geleneklerden kaynaklandığı düşüncesi ile başlayayım; Önce bir ilk bilgi; Ulan Kırmızı, demek, Batar Börü, börk; neticede Ulanbatur (Kızılbaş-kızılbörk) demek.
- Bağlama’nın menşeinin Ortaasya ve ilk halinin (kopuz) dombra olması,
- Ahlat’taki yüksek mezar taşlarının Ortaasya Taş anıt dikme hatırasının bir devamı olma ihtimali, Selçuklu’daki yüksek taç kapılar da.
- Semah’ın Ortaasya oyunlarının daha rafine hale gelmiş bir stili olduğu
- Bıçağı ateşe sokmanın ve yere süt dökmenin büyük suç olması ve (Süt dökmüş kedi gibi) deyiminin de çok eski OrtaAsya geleneği içinde yer alması.
(Örneğin, hançeri ateşe sokmak veya hançerle eti kazandan dışarı almak ya da ateşin yanında eti doğramak günahtır. Çünkü ateşin bıçağın kuvvetini aldığına inanırlar. Atlar için kullandıkları kamçıya dayanmak -zaten mahmuz kullanmasını bilmezler- kamçıyla oklara dokunmak, kuş yavrularını kamçıyla yakalamak ve öldürmek, ata yularıyla vurmak, süt veya başka bir yiyecek veya içeceği yere dökmek, çadır içinde işemek günahtır. Eğer bu hareketi kasten yapan olursa ölümle cezalandırırlar.) Moğol Tarihi ve Seyahatnâme 1245-1247- J.P Carpini) (Müslüman Türklerden Başkurt kadınları ise şimşek çakarken süt, ayran gibi beyaz içkileri örterek saklarlar, inançlarına göre süt ve ayrana yıldırım düşermiş... İhtiyar bir Başkurt hocası bana bu âdeti şöyle izah etti:
"Eski zamanda bizim halkımız şimşek çakarken süt ve ayranı göğe doğru serperlermiş. Sütü israf edip havaya saçmak şeraite uymaz. Bunun için hocalar "süt, ayran, kımıza yıldırım düşer" diyerek halkı korkutmuşlar... " Her halde akıllı bir hoca eski bir müşrik törenini böylece unutturmuş olsa gerektir. Radloff, Türklük ve Şamanlık) - Mavi Nazar boncuğu ve çaput bağlamanın eski (Şaman) hatıraların devamı olduğu.
- Yel girmesi deyiminin (hastalığa kapılmanın) çok eskiye dayanan inançtan kaynaklandığı.
(Bazı Şamanist halklar, rüzgârın hastalık tevlid ettiğine de inanırlar. Türkçede yel kelimesinin "rüzgâr, cin, salgın hastalık" gibi manalara gelmesi bundandır (Divan Lügat al Türk, trc. B. Atalay, III, 144; Radloff, Versacheines Wörterhuches, III, 345 vd.; Brockelmann, Asia Majör, il, 115).
Yazıya gezi heyetindeki Ali Osman Sur’un notları ile son verelim. ‘Bu gezi vesilesi ile Çin esareti altındaki Doğu Türkistan'dan sığındıkları Moğolistan'ın değişik bölgelerine yayılmış Kazak kardeşlerimizin kucağına yüreğimizin bir parçasını bıraktık ve Türkiye'mize döndük. Hayatımızda bir ilk olarak tanıştığımız, görüştüğümüz ve hasret giderdiğimiz siz kardeşlerimizi, Canerbek, eşi Hilda hanım, oğlu Nurbek ve kardeşleri, Asgar kardeşimiz, Devranbek, Serik ve kaldığımız medresedeki diğer kardeşlerimiz ve Karadenizli-Ordulu Hasan. Haklarınızı helal ediniz. Sizleri hiç ama hiç unutmayacağız. Allaha emanet olunuz.’