Modernleşmenin Avrupa için farklı, Türkiye için daha da farklı anlamları ve serüvenleri olduğu gerçeğini tekrar söyleyerek söze başlamak belki çok lüzumlu bir giriş olmayacak ama, Avrupa modernleşmesinin sebeplerini kilise-akıl veya kilise-bilim ikileminde ve çatışmasında aramak da, -Aydınlanma kilise dogmatizmine bir başkaldırı ise eğer - beyhûde bir çaba olmayacaktır. Avrupa'da Hıristiyanlık ve muharref kutsalın akıl ve bilim karşısında çaresiz kalması ve bu çaresizliğini engizisyon yöntemleri ile gizlemesi de Avrupa'da akıl ve bilimin Aydınlanma ile özgürleşmesinde önemli bir rol oynamıştır muhakkak. Muharref kutsalın "dini" Hıristiyanlığın, hayatın her alanına müdahale etme hakkını kendisinde görerek şekillendirdiği Avrupa'nın siyasal, sosyal ve kültürel tarihini de bu açıdan okuyup anlamaya çalışmak doğru bir anlama yöntemi olacaktır. Avrupa müziğini de belki önce Rönesans ve sonra da Aydınlanma'ya kadar yine Kilise bağlamında ele almak gerekmektedir. Aziz Ambrossius ve Aziz Gregorius tarafından başlatılan "müziğe Hıristiyanlık öğretisine göre şekil vermek" uygulaması, Gotik Dönem içerisindeki Notre Dame sürecinde de açık bir şekilde devam eder. Kilise'nin bu süreçte müzisyen üzerindeki yönlendiriciliği, müziğe ve müzik aralıklarına muharref kutsala göre şekil verme baskılarıyla devam eder. Meselâ, özellikle fa-si aralığının "şeytan aralığı/müzikteki şeytan (diabolus in musica)" olarak kabul edilmesi ve bu aralığın kullanımının dönem bestecilerine yasaklanması Kilise baskı ve yönlendirmelerine verilecek önemli bir örnektir. Çünkü müzik veya melodi, aralıklardan oluşur ve bu aralıkları da Kilise doktrinine ve muharref kutsalın kriterlerine göre oluşturmayı istemek ve besteciyi bu kriterlere uymaya zorlamak da tipik bir engizisyon tavrıdır. İlginçtir ki Rönesans döneminde de önemli değişimlere ve müzikte özgürlük arayışlarına rağmen Kilise normlarını –görece- koruma alışkanlığı devam eder. Bach, 17-18. yüzyılda yaşamış bir kilise organistidir, bazı müzikbilimcilere göre düşüncede Descartes neyse müzikte de Bach odur ve Rönesans tecrübesine rağmen Kilise müziğinin yeninden yükseldiği dönem, Bach dönemidir. Ars Nova, Rönesans ve Aydınlama tecrübelerine ve dinin hayatın dışına itilme çabalarına rağmen yine de Hıristiyan Avrupa'da din ile müziğin ilişkisi devam etmiştir ve etmeye devam etmektedir. Yüzyıllar boyunca yaşanan süreç içerisinde, sosyal ve siyasal olaylarla da şekillenip oluşan Avrupa müziğinin kendi içinde son derece tutarlı bir tarihi vardır, her şeye rağmen ve Avrupa müziği ancak bu sosyal, siyasal ve dînî şekillendirme süreci ile birlikte okunursa (veya dinlenirse) anlaşılacaktır.
Modernleşmenin Türkiye için taşıdığı anlam, Avrupa'da taşıdığı anlamdan farklıdır. Çünkü Türkiye'nin tarihinde Aydınlanma'yı –haklı olarak- hazırlayan bir din-bilim çatışması söz konusu değildir. İslâmiyet'in, Hıristiyanlık gibi akıl ve bilim ile hiçbir alıp veremediği yoktur, olmamıştır; tam tersine aklı ve bilgiyi İslâm dini her zaman övmüş ve okumayı, araştırmayı, edeb dairesi içerisinde sorgulamayı da teşvik etmiştir. Allah kendisini Kur'an'da açık bir şekilde tanıtmıştır ve insanın kendisine, sağlıklı bir sorgulama, araştırma ve bilgilenmeden sonra iman etmesini istemiştir. "Emin olmak" kökünden gelen "iman" kelimesi "faith" ile aynı anlamı muhtevî değildir ve emin olarak iman etmek, derinlemesine araştırarak, bilgi sahibi ve mutmain olduktan sonra iman etmek demektir. Böyle bir iman, Allah ile ilgili varsa eğer, bütün şüpheleri bertaraf ettikten sonra edilen bir imandır ve aklı da geliştiren bir durumdur. Ama Hıristiyanlık ve muharref kutsal için topluma, akla, bilgiye henüz tam olarak doğru ve gerçek biçimiyle izah edemediği bir "Tanrı" vardır. "Baba"… Jesus’ın babası… Nitekim kilise ortaçağda felsefeye, sadece Tanrı'yı sorgulamamaları şartıyla cevaz verir. Ama asıl mesele, gerçekliği Kilise tarafından örtbas edilmiş Tanrı'nın nasıl bir şey olduğunu tam ve doğru biçimde öğrenmektir. Kilise, bu cevabı ne kendisi doğru olarak verebilmiş ve ne de merak eden aklın, bu sorunun cevabını tam ve doğru olarak öğrenmesine izin vermiştir. Tanrı hakkında bu bitmek tükenmek bilmez "insânî" meraka rağmen, Kilise'nin bu merakı dahi yasaklaması, sorunun zaman içerisinde büyümesine, Kilise'nin akıl ve bilim ile arasının iyiden iyiye açılmasına sebep olmuştur. Şöyle veya böyle, Batı'da (Avrupa'da) müziğin de bu süreçle yakından ilişkisi vardır. Şimdi Hıristiyan Batı için, Kilise ile akıl ve bilimin arasının açılmasını ve hatta –bence- bu merakı da anlayabiliyorsunuz. Ama Kur'an'da kendisini insana açık ve anlaşılabilir bir şekilde tanıtan, Hıristiyanlığın muharref kitabındaki "Tanrı" tanım ve tarifini reddeden, doğmadığını ve doğurulmadığını, kimseyi evlât edinmediğini, hiç kimsenin –hâşâ- babası olmadığını, eşi ve ortağı bulunmadığını açıkça söyleyen; aklı, bilgiyi öven, öğrenmeyi teşvik eden Allah ile akıl ve bilim/bilgi arasında nasıl bir çatışma olabilmeli ki bu, tıpkı Batı'da olduğu gibi din ile aklın ve bilimin arasını açsın, işin ''alaturka Aydınlanma''ya kadar sürüklenmesine sebep olsun? Bunlar, buradaki birkaç sayfada izah edilebilecek ve bu sayfalara sığacak mevzûlar değil ve beni de aştığı âşikâr. Ama müzisyen aklımla şunu düşünebiliyorum ki Türk tipi modernleşme, İslâm inancı ve Kur'an kılavuzluğunun sağladığı muhteşem "akıl-kalp birlikteliği ve uyumu"nu sarsmış ve hatta ortadan kaldırmış, Kilise'nin Tanrısı ile aynı varlık olduğu zannedilen Allah ile insanın arasındaki mesafeyi açmış, Müslüman bireyin _Batı'daki aydınlanma ve modernleşmeyi uygulayayım derken, hakikatle, Kur'an'la, Allah'la irtibatının ortadan kalkmasına yol açmıştır. Bence bu durum, yüzyıllar içinde oluşup gelişen mûsikînin de uyumunu bozmuş ve yok olma sürecine girmesine sebep olmuştur.
Avrupa/Batı modernleşmesinin temelinde, kutsalı hayatın dışında iten unsurun Aydınlama ve Aydınlanma’nın oluşturduğu yeni düşünce biçimi olduğunu söylemek tekrardan öte bir şey olmayacak. Ama Türk modernleşmesinin temeline neyi koyacağız ve bu modernleşmenin sonucunu nasıl izah edeceğiz ? Türk modernleşmesi denilen şey, -bence- her alanda Batılılaşma hedefinin kötü ve gülünç bir kopyasıdır. Belki bunu anlamanın en iyi yolu ve aracı da müziktir. Şu görüş ileri sürülebilir: "Kastettiğin şey, cumhuriyet döneminde Batılılaşma hedefi doğrultusunda Batı müziğine yönelmekse, bu deney II. Mahmud döneminde yapıldı zaten ve üstelik Mızıkâ-yı Hümâyûn kurularak kurumsallaşmaya gidildi, kurumun başına da Donizetti adlı bir İtalyan getirildi, dahası bu adama bir de "Paşa" ünvânı verildi". Bu görüş, yaygın bir görüştür ve bu görüş sahipleri unutmamalıdır ki II.Mahmud Batılılaşması ile Cumhuriyet Batılılaşması arasında -müzik tâbiri ile- küçük ama önemli bir “nüans” yani “fark” vardır: II. Mahmud Batılılaşması, iki farklı müzik kültürünün birbirini tanımasını, anlamasını sağlayan son derece faydalı ve üretken bir Batılılaşma idi. Cumhuriyet Batılılaşması ise yasakçı, reddi miras üzerine kurulu, gelişmeyi körelten, despot bir Batılılaşma idi. İki Batılılaşma arasındaki bu fark için "önemsiz" deniyorsa, bence tarihin ve kitabın yeniden okunması gerekmektedir.
Türk modernleşmesi adı verilen tuhaf ve köksüz modernleşmenin sağlam ve tutarlı temeller üzerine oturmadığının, hatta neredeyse temelsiz olduğunun; Batı modernleşmesinin son derece görgüsüz bir ''taşralı tavrı'' sergilenerek birebir kopya ve taklid edildiğinin en önemli göstergelerinden bir tanesi de, Cumhuriyet'le birlikte yapılan müzik devrimleri ve Türk mûsikîsinin yasaklanması eylemidir. En az bin yıl içinde ve çok çeşitli kültürlerin buluşması sonucu ortaya çıkan mûsikî kültürümüzü terk edip hatta yasaklayarak, kendi tarihsel süreci ve mecrâı içinde tutarlı bir serüveni olan Batı müziğini her şeyiyle olduğu gibi, o serüveni de biz yaşamışcasına benimsemek, kopya ve hatta taklid etmek ancak sağlığını, dengesini kaybetmiş bir zihne sahip olmakla izah edilebilir. Platon diyor ki: "müziğini değiştirirseniz, sitenin duvarları yıkılır…". Kendi mûsikî kültürünü bütün zenginliği ve tarihsel geçmişi ile ortadan kaldırıp yasaklamak ve yerine bu topraklarda neredeyse referansı bulunmayan Batı müziğini ikâme etmek, açık ve kasten sitenin duvarlarını yıkmak için yapılmıştır. Batı müziğini olduğu gibi alıp taklid etmekle Batılı olunacağı zannedilmiştir. Siz, birebir alıp uyguladığınız Batı müzik kültürünün tarihsel serüvenini, sosyal ve siyasal ilişki biçimini sindire sindire yaşamadan alıp kopya ve taklid etmişseniz, maymundan bir farkınız kalmaz ki !
1995 yılında İstanbul'da kendisiyle röportaj yaptığım önemli Fransız sosyolog Alain Touraine'in Türk modernleşmesi üzerine söylediği şu sözü unutmuyorum: "Türkler, kendilerine özgü modernleşmeyi gerçekleştiremediler ve modernleşmeyi Batı'dan olduğu gibi aldılar.". Yani Sayın Nilüfer Göle'nin deyimiyle "modernlik bize süzgeçsiz geçti."