Prof. Dr. Ömer Dinçer'in “Türkiye'de Değişim Yapmak Neden Bu Kadar Zor?” ismini verdiği kitabını heyecanla okudum. Ömer Dinçer, Başbakan başmüşavirliği, Başbakanlık müsteşarlığı, milletvekilliği ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Eğitim Bakanlığı gibi çok önemli görevlerde bulunmuş, hem önemli hem de değerli bir isim.
Ülkemizde nitelikli, kalbur üstü yöneticilerin ancak bir kısmı aktif çalışma hayatlarında yaşadıkları tecrübeleri kaleme alıp kitaplaştırıyorlar. Bu tür kitaplar genellikle enteresan ve eğlenceli hatıraları yâd etmek, kayda geçirmek maksadıyla yazılmış oluyorlar. Dinçer'in kitabının başlığını görünce belki bu sefer geçmiş zamanların acı-tatlı hatıralarını değil de “alınan dersleri” gelecek nesiller için kayıt altına almaya çalışan bir devlet adamıyla karşı karşıya olabiliriz diye aklımdan geçirmiştim.
Doğrusu kitap beklentilerimi pek de boşa çıkartmadı.
Dinçer yaşadıklarını uzun uzun -hatta bazen maalesef tekrarlara da düşmek pahasına- ayrıntılarıyla naklediyor. Bugün biraz da hayretle hatırladığımız gazete manşetlerine resmigeçit yaptırıyor. Üzerinden daha 12-13 sene geçmesine rağmen bize çok uzaklarda kalmış gibi gelen “vesayet yıllarını”, kendilerini müesses nizamın yılmaz bekçisi sayan askeri bürokratların nobranlıklarını, askerlerin kanatları arasına saklanıp tetikçiliğe soyunan sözüm ona “gazetecilerin” rezilliklerini, cübbelerini ideolojik saplantılarının hizmetinde araçsallaştıran üniversite hocalarının çevirdikleri “filmleri” anlatıyor.
Derin teorik bilgisinin yanısıra pratik tecrübesi de olduğu halde, kamuda reform çabalarının neden dilediği istikamette neticeler vermediği konusuna gelince, haklı olarak hem partisi hem de şahsı aleyhine yürütülen siyasi karalama ve itibarsızlaştırma kampanyalarını önümüze koyuyor Başbakanlık eski müsteşarı. Tabi kamuda karşılaştığı direncin boyutunu, kaliteli yöneticilerin azlığını, zihinlerimiz derinlerine kök salmış bir anlayışı değiştirmenin zorluğunu da anlatıyor.
Kitabı okurken, senelerdir çok sayıda kamu kurumunda e-devlet projeleri kapsamında yer almış, hem kamuda hem kamuya iş yapan özel sektör tarafında, hemen her seviyede bulunmuş, değişik kamu kurumlarının işleyişlerini yazılım sistemlerine aktarabilmek için defalarca analiz etmiş ve benzer direnişlerle mücadele etmiş bir kişi olarak Dinçer'in serzenişlerine hak verdim. Ancak maalesef hocanın, naçizane çok önemsediğim temel bir meseleyi neredeyse tamamen ıskaladığını da tespit ettim.
Bu mesele “kendi ekibini kurma” meselesidir.
Kitabın sayfalarını tek tek çevirirken karşımda hep, “başında Demokles'in Kılıcı sallanan cesur ve kararlı bürokratın maceralarını” buldum. Halbuki yapılmak istenen şey, yani kamuyu reforme etmek, çalışma hayatını ve dolayısıyla ülkeyi dönüştürmek bir adamın tek başına soyunacağı bir iş olamaz!
Elbette Dinçer bu işte “sureten” yalnız değilmiş. Elbette birçok bürokrat, amirleri olan Başbakanlık müsteşarının sevk ve idaresinde koşuşturmuş. Ancak talimatla görevlendirilen memurlar başka, bir ekibin parçası olarak aynı yola baş koyan arkadaşlar başkadır.
Yazdıklarından anlaşılan o ki Dinçer hiçbir zaman kendi ekibini kuramamış.
Dinçer, içinde Efkan Ala, Lütfi Elvan, Cevdet Yılmaz, Emin Zararsız, Bilal Eryılmaz, Zekeriya Şarbak, Ercan Topaca, Kayhan Kavas, Birol Ekici, Mevlut Atbaş, Mustafa Çetin, Emin Kuz gibi “parlak” isimler olan, yaklaşık on kişilik bir çekirdek “ekipten” bahsediyor. Ama bu yukarıda bahsettiğimiz türden bir dava yoldaşlığından çok, bürokratik bir mekanizmanın çalıştırılması yoluyla teşkil edilmiş bir “kurul”! “Yeniden Yapılanma Koordinasyon Kurulu” ismi verilen bu yapıda yer alan bürokratlardan bazıları daha sonra bakanlık bile yaptılar ama sanırım hiçbiri hiçbir zaman ülkeyi dönüştürecek çapta bir kamu reformu için yola çıkan “ekibin” bir parçası olarak bilinmeyecekler.
Dinçer'in bulup yetiştirdiği gençlerden de eser yok ortada.
Çırak yetiştirmeyen ustaya “usta” denir mi?
Görünen o ki, inandığı, benimsediği idealleri paylaşacağı, anlatacağı, o idealler için onun yanında mücadele edecek gerçek bir ekibi olmamış Dinçer'in. Böyle bir ekip kurmaya teşebbüs bile etmemiş.
İdealist ve gayretli bir devlet adamı portesi çizen sabık müsteşar, çok hayati bir noktada maalesef kamudaki çoğu etkisiz yönetici gibi davranmış, el altındaki bürokratlarla iş yapacağını sanarak kendine gerçek bir ekip kuramamış.
Hayalci olmamak lazım. Belki böyle bir ekip kurabilseydi bile “kamu reformu” başarılı olmayacaktı. Ama en azından ideallerini paylaşan, bugün olmasa yarın bu işin peşini bırakmayacak, her biri bir tohum niteliğinde parlak bürokratlar yetişmiş olacaktı.
Bugün kamu tel tel dökülüyor. Devlet, verimsizliğin, tembelliğin, denetimsizliğin ve beceriksizliğin bir numaralı adresi konumunu iyiden iyiye pekiştiriyor ama ne yazık ki bir kaç cılız ses dışında kamu reformundan bahseden kalmadı.
Acaba Prof. Dr. Ömer Dinçer hoca “ben nerelerde yanlış yaptım” listesine “gerçek bir ekip kuramadım” maddesini eklemeyi düşünmez mi?