Seçmenin Tutumunu Anlamak

26 Nisan 2023

Ülkemiz kritik 2023 seçimlerine doğru ilerlerken, suç dünyasından bazı isimler ardı ardına "sırlar" ifşa ediyor, yolsuzluklara, hırsızlıklara, adaletsizliklere dair dehşet verici iddialarda bulunuyorlar. Bu iddiaları hakkıyla soruşturacak yargı ve basın mekanizmaları bir zamandır sükut etmiş vaziyette olduğu için bir neticeye varmak, bunların doğruluğunu yanlışlığını teyit etmek zor. Başka ülkelerde olsa çok vahim sonuçlar doğuracak potansiyel skandallar youtube kanallarında konuşulup duruyor.

Bu kadar sarsıcı iddialara ve gayet açık idari ve iktisadi başarısızlıklara rağmen, nasıl oluyor da seçim öncesi anketler iktidar koalisyonunun oyunun hala yüzde 40'ın üzerlerinde olduğunu gösteriyor? 

Bazı dostlar acaba bu durum nasıl izah edilebilir diye soruyorlar...

Benim bu vaziyeti kendimce -kısmen- izah ettiğim birkaç ana başlık var:

Image

İlk başlık, toplumumuzun olgunluk seviyesi. Ortalama insanımız maalesef yetişkin bir insandan ziyade sürekli birileri tarafından korunmaya (himaye görmeye) desteklenmeye ve çekilip çevrilmeye muhtaç küçük bir çocuk gibi davranıyor. Asla fert olarak, tek başına hareket etmeye, kararlar almaya, ahlaki yahut siyasi bir pozisyon belirlemeye cesaret edemiyor. Hamisi, vasisi ona sürekli yön göstersin istiyor. Ahlak, adalet, hürriyet gibi soyut kavramları anlayamıyor, içselleştiremiyor. En güçlü kimse, maddi ihtiyaçlarını kim karşılıyorsa onun himayesine sığınmaya çalışıyor. Bir tavır geliştirmek, bir tutum almak için hamisinin yönlendirmesini bekleyen kimseler elbette kendilerini bir şekilde himayesinde hissettikleri odaklar karşısında eleştirel bir tavır geliştiremiyor.

İkincisi toplumumuzun eğitim seviyesi. Çarpıcı bir istatistik var: Türkiye'deki tüm vatandaşlar tek kişi olsa orta üçüncü sınıftan terk olurdu diye. Zaten lise ve üniversitelerde verilen eğitim de hiç parlak değil. Böyle olunca önlerine sunulan en temel iktisadi göstergeleri, grafikleri, istatistikleri okuyamıyor insanları. Enflasyon nedir, adalet indeksi nedir, cari açık nedir, kişi başına düşen milli gelirin azalması nedir, emeğin milli hasıladan aldığı pay azalırken sermayenin payının artması ne anlma gelir anlayamıyor. En temel seviyede, en basit hesapları yapamıyor. Geleceğe dair projeksiyonlara şüpheyle bakıyor. Bu da sunulan bilgiye  değil o bilginin kimin tarafından sunulduğuna odaklanmasına yol açıyor. Nihayet duygusal olarak bağlandığı otoritelerin söylediklerine inanmayı, düşman olarak bellediği kimselerin söylediklerini muhtevasına bakmadan göz ardı etmeyi seçiyor. İstatistikleri yorumlayamayınca, oran, yüzde, örneklem nedir bilemeyince, "ekonomi kötü olsa AVM'ler böyle dolu olur muydu", "fakirlik olsa sokaklarda bu kadar araba gezer miydi", "işsizlik olsa fabrikatörler iş yaptıracak işçi bulamadıklarını söyler miydi" türünden anektotlara dayalı kanıtlarla(!) kendilerini rahatlatıyorlar.

Image

Üçüncüsü toplumumuzun "kadınsı" tavrı. Bu tespiti -benim bilebildiğim kadarıyla- ilk olarak Alev Alatlı yapmıştı. Geleneksel bir anneler, ablalar, halalar, teyzeler, ninenler koalisyonu elinde yetişen insanımız (kadın-erkek fark etmeksizin) gelişmeler karşısında onların yetiştiren kadınlardan öğrendikleri gibi "kadınca" tepkiler veriyor: Risk almıyor, güvenliği ve istikrarı önceliyor, bunları temin edebilmek adına hürriyetlerinden kolayca vazgeçebiliyor. Güvendiklerinin, kendine yakın bulduklarının, aileden gördüklerini yanlışlarını görmezden gelme, hatta örtbas etme temayülü gösteriyor.

Dördüncüsü toplumumuzda yaygın özgüven eksikliği. Dünyanın diğer ülkeleri karşısında, iyi eğitimliler karşısında, varlıklılar karşısında, meslek ve bilgi sahipleri karşısında, batılılar karşısında hissettiği derin ezikliği telafi etmek için kendi adına o "belalarla" baş edecek bir süper kahraman arıyor pek çok insan. Bulduklarında ona o kadar kuvvetle bağlanıyorlar ki onsuz bir hayatı düşünmek bile istemiyorlar. O süper kahraman ve çevresinin yanlışlarını "dinsizin hakkında imansız gelir" diyerek meşrulaştırıyor, rasyonalize ediyorlar. Zulmedecek, zorbalık yapacak ve hesap vermeyecek kadar büyük bir gücün safında olmaktan memnuniyet duyuyor, kendilerini o güçle özdeşleştirerek ezikliklerini telafi ediyorlar.

Image

Beşincisi dini/kültürel bagajlarımız. Hayatı şeytana, kötülere, kafirlere karşı dur durak bilmez bir savaş gibi algılamamıza sebep olan şey önemli ölçüde dini, milli, tarihi müktesebatımız. Beka söyleminin tutması, halkta karşılık bulması, savunma sanyii yatırımlarının, İHA, SİHA, tank, top, tüfek şovlarının insanları heyecanlandırması bundan kaynaklanıyor. Sürekli bir ölüm kalım mücadelesi verdiklerine inanan, her daim yok olma endişesi ile yaşayan insanlar böylesine bir ölüm kalım savaşında ahlaklı olmayı, kurallara uymayı, sözünde durmayı, kul hakkına riayet etmeyi vs. çok da anlamlı bulmuyorlar. "Kavgada yumruk sayılmaz" diyorlar. "Savaş hiledir" diyorlar. Hatta ahlaklı olmayı bir zaafiyet sayıyor, böyle "entel dantel", romantik hassasiyetlerin o hayatta kalma savaşının kaybedilmesine neden olacağına inanıyorlar. Kötülüğü içselleştiriyor, normalleştiriyorlar.

Altıncısı yoğun propaganda ve yankı odaları. İktidar, seçmenin bilgilendiği ve yönlendirildiği iki ana kanal olan dini cemaatler ve televizyonlarda çok ciddi oranda kontrol sahibi. Böylece hem yüzyüze iletişim ile hem de kitle erişim araçlarıyla halkı kendi "anlatısına" sürekli maruz bırakabiliyor. Bu iki kanalın dışında kalan sosyal medyada ise aynı etkiyi sağlayabilmek adına yankı odaları oluştururarak aykırı/alternatif/çatlak sesleri işitilmez hale getiriyor. Böylece iktidar seçmeni -bir avuç hain dışında- herkesin kendisi gibi düşündüğü illüzyonuna kapılarak, bağlılığını sürdürebiliyor.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen bir dönüm noktasında olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü insanlar dehşetli şekilde fakirleştiler. OECD ülkeleri içinde en yüksek enflasyon bizde. Tüm dünya ülkeleri içinde en yüksek gıda enflasyonu bizde. Sanki hiç geri ödemeyecekmişiz gibi alıp durduğumuz borçların sahipleri tahsilat için kapımızda. Artık dolar zapt edilemiyor. Ülkede iki farklı kur oluştu. Çalışan nüfusun %60'ının mahkum edildiği 450 dolarlık asgari ücretle özellikle büyük şehirlerde yaşamak mümkün olmaktan hızla çıkıyor. 

Ortalama insanımızın aklıyla kavramakta güçlük çektiği fakirleşme, karanlık bir gece misali toplumun üzerine çöküyor, can acıtmaya başlıyor .

Doğrusu bu şartlarda yüce/asil duygular ve düşüncelerin yol açağı bir içtimai ve siyasi değişimi beklemek safdillik olur. Ama karınlarının açlığı, içine düştükleri korkunç sefalet, insanlarda bir tutum değişikliği yaratacaktır zannediyorum.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 594 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.