Bu yazımı görev yapmış olduğum il olan Tunceli’de çalıştığım yılların tecrübelerini dikkate alarak kaleme alıyor, somut insani sorunlarımıza dikkat çekmek istiyorum.
Beş senedir Tunceli Üniversitesinde görev yapmaktayım. Bu süre zarfında bölgede yaşayan insanımızla görüşme, konuşma fırsatını bol bol buldum. Hep medyada duymaya alıştığımız itici ve can sıkıcı sahneleri burada birebir yaşadım, yaşamaya devam etmekteyim. Her ne kadar zor bir görev yeri olmasına rağmen iyi ki buraya gelmişim, iyi ki bu gerçeklerle yüzleşme imkanı bulmuşum diyorum.
Sanıyorum ki, birçok insanımıza en büyük ve en önemli problemlerimiz neler diye sorulacak olursa, alacağımız cevap büyük oranda insani problemler olacaktır.
Kıymetli dostlar neden böyle diyorum? Çünkü birçoğumuzun zihin yapılanması, almış olduğumuz eğitim formatından dolayı, kendisi dışındaki gerçeklere ve fikirlere kapalıdır. Yine birçoğumuz kendi dünyamız dışındaki dünyalara kapalı yaşamaktayız. Bazı aydınlarımız gibi Türkiye’mizi doğu ve batı diye bölmek istemem. Ama gelinen noktada maalesef ne doğu batıyı anlayacak durumda ne de batı doğuyu. Bu ne demek? Birbirimizden çok koparıldığımız gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Evet, bende hamasetle biz bin yıldır aynı kültürü paylaşıyoruz, aynı şeylere gülüyor, aynı şeylerden etkileniyor ve ağlıyoruz, aynı gelecek ümidiyle yaşıyoruz, aynı hülyaları kuruyoruz demek isterdim. Yaşadığım bu beş sene bunun böyle olmadığını, en azından her şeyin bu kadar yolunda gitmediğini fısıldamaktadır. Ankara’dan ya da İstanbul’dan görünen, okunan bir Türkiye, Diyarbakır’dan, Hakkari’den, Tunceli’den aynı şekilde okunmamaktadır. İnsani sorunlarımız, kimlik sorunlarımız artmaya devam etmektedir. İki taraf arasındaki yorum farklılıkları, anlayış farklılıkları üzerine gidilmekte, körüklenmekte, ardı alınmaz derecelere getirilmek istenmektedir. Ekonomik yetersizlik içerisindeki vatandaşlarımızda bu cambazlıklara alet edilmektedir.
Her şehire bir üniversite sloganıyla, bundan sekiz, on sene evvel açılan üniversitelerimiz bölgeler arası eğitim farkını kapatacak, doğu-batı arasındaki anlayış farklılıklarına köprü olacak, doğu ve güneydoğudaki insanımızın sorunlarını merkeze taşıyacak derken, bu üniversitelerimizdeki sosyal bilimler alanındaki fakülteler kendi oluşumlarını tamamlayamadan, kendi kurumsal sorunları içinde kimliklerini ifadeden mahrum kaldılar. Başlangıç hedefi olarak iyi tasarlanan, ancak sonrasında yetişmiş akademisyenlerle destekten mahrum kalan bu üniversitelerimiz, insani sorunlarımıza derman olamadılar. Çok ecele ediyorsun, üniversitelerin kurumsallaşması yıllar alır, şeklindeki itirazınızı ve eleştirinizi şimdiden duyar gibi oluyorum. Ama bölgedeki yıkım ve bozulma o kadar ileri boyutlardaki hiç kimsenin dakika beklemeye tahammülü yok.
Ne yazık ki ülkemizde sosyal bilimlerde çalışmalarıyla, başarılarıyla öne çıkan üniversitemiz yok. Oysa fen bilimlerinde hatırı sayılır en az beş üniversitemiz var. Her ne kadar yazarlık, şairlik, düşünce adamlığı üniversitede almış olduğu eğitim şartına bağlanmasa da, şu üniversitemiz şu şairlerimizin, şu düşünürlerimizin, şu yazarlarımızın yetişmesine destek oldu, imkanlar sundu demeyi çok arzu ederdim.
Bizde üniversiteler kurulurken nicelik hep ön planda tutulmakta. Oysa yöresel ve yerel ihtiyaçlara ağırlık veren, niteliği amaç edinen bir üniversite zihniyeti daha faydalı olabilir. Toplumun sorunlarının çözümü bağlamında adımlar atılmalı. Özbekistan ve Kazakistan’da üniversitelerde çalıştığım yıllarda, oralardaki üniversitelerin yerel ihtiyaçlar baz alınarak açıldığına şahit olmuş ve bundan pek memnun olmuştum. Aslında bu sistem eski Sovyetler Birliği üniversitelerinin hepsi için geçerliydi. Seçim makul, ancak müfredat ne kadar yeterli onu bilemem. Bu ciddi bir araştırma ve analiz konusu. Burada söylemek istediğim, ihtiyaç olan alanların tespiti üzerine, daha faydalı olabilecek alanlarda üniversiteler açılabiliyormuş. Önemli olan toptancı zihniyeti terkederek ihtiyaç üzerinde yoğunlaşabilmek.
Türkiye’mizin en büyük ve en önemli sorunları insani sorunlardır demiştik. Bu bağlamda bana göre tüm sorunların ötesinde birbirimize hazmedememe, birbirimizi olduğumuz gibi kabullenememe sorunu tüm bu sorunlarımızın temelini oluşturur. Her birerimiz, etken ya da edilgen olarak bir diğerini evirmek, çevirmek, dönüştürmek isteriz. Bu eylemi yaparken de çok masumane sebeplere sarılırız. Karşıdakine hiç düşünme, aklını kullanma fırsatı vermez, onun tercihine saygı duyma gibi bir olgunluk aklımıza gelmez. Hatta biz, bir diğerinin adına düşünür, onu zahmete sokma derdinden kurtardığımızı zannederiz. Oysa bu eylemimizle bir diğerinin tercih hakkını sabote ettiğimizi aklımıza dahi getirmeyiz.
Yukardaki paragrafta dile getirilen birbirimizi hazmedememe sorunumuzun yanında eğitimde, kültürde, sanatta, adalette, siyasette, çevrede, gıdada, bedensel ve zihinsel alanlar olmak üzere daha birçok başlık altında ele alabileceğimiz, çok sayıda insani sorunumuz vardır.
Bu sorunları, yani insani sorunları çözecek olan kurumlara ihtiyaç vardır. Bu bağlamda üniversitelerdeki sosyal bilimler fakültelerine daha fazla önem verilebilir, maddi-manevi desteklenebilir. Üzülerek şu tespitimi ifade etmek istiyorum ki, önem verilme durumuna göre, sosyal bilimler alanı fen bilimleri alanlarının gölgesinde kalmıştır. Yine üzülerek ifade etmeliyim ki, birçok aydınımız, hatta akademisyenimiz sosyal bilimlerdeki birçok alanı gereksiz, faydasız, diğer alanların gelişmesinin önünde engel olarak görürler. Oysa bilim tarihi içerisinde binlerce yıldır olgunlaşarak bize kadar gelen bu bilim dalları, hep birbirlerinin ürettikleri bilgilerden hareketle atılımlarını yapmışlardır. Fen bilimleri sosyal bilimlerin teorik fikirlerinden hareketle, pratiğe dönüştürdüğü teknolojiyle, insanoğlunun hayatını kolaylaştırmıştır. Yine, sosyal bilimlerden alınan ilhamla insanın en doyumsuz tarafı olan manevi açlığı giderilmekte, yaptığı işleri önemli hale gelmekte, hayatına değer katmaktadır. Eğer bu alanlar yetersiz kalır, gelişemez, insanı ikna ve tatmin etmekten uzak kalırsa, günümüzde olduğu gibi, fen bilimlerinin tüm başarılarını yerle bir ettirecek sorunlara sebep açar.
Bu iki alan bir elmanın iki yarısı gibi kabul edilerek ele alınmadıkça, sosyal bilimler gelişemez. Ne yazık ki, insani sorunlarımızda fen bilimlerinin çare ve tedbirleriyle çözülemez. İnsani sorunlar, insanın psikolojisini, sosyolojisini, felsefi beklenti ve düşünce yapısını anlayabilecek, onlara uygun cevap verme yöntemleri geliştirebilecek, ikna edebilecek insani yöntemlerle çözülebilir. Mantıken onaylamadığınız fikirlere destek vermezsiniz. Zihnen uygun görmediğiniz anlayışların arkasından gitmezsiniz.
Ülkemizde son aylarda artan terör olayları yuttaşlarımızın geleceğe yönelik umutlarını kırmaktadır. Özellikle görsel basında işlenen konular ve getirilen yorumlar, durumun iç açıcı olmadığı noktasında ki kanaatların olgunlaşmasına zemin yaratmaktadır. Bu olaylar ve arkasından yapılan yorumlarla zedelenen, yıpranan, kırılan insanımızı, fen bilimlerinin öngörü ve çözümleriyle eski durumuna geri getiremezsiniz. Burada devreye sosyal bilimcilerin metod ve yorumları girmeli, anlaşılır, ikna edici tavsiyeler verilmelidir. Özellikle gerçekleşen olayların arka planındaki tarihi, sosyal, felsefi, dini sebepler konunun uzmanları olan sosyal bilimciler tarafından anlatılmalı, insanımız doğru bilgilendirilmelidir.
2013 yılında çözüm sürecini halka anlatmak üzere hükümet tarafından oluşturulan akil adamlar projesi, öngörü olarak yerinde bir projeydi. O günlerde Tunceli Kültür Merkezi binasında ‘akil adamlar’ ile yapılan toplantı sırasında daha önce hiç bu kadar açıkça dile getirilmeyen fikirler dile getirilmiş, taraflar, sordukları soruların mantıklı karşılıklarını alarak ikna olmuşlardı. Her türden görüş burada, en azından demokratik bir ortamda, kendilerini ifade etme imkanı bulmuşlardı. Şimdi de aynen o proje gibi özellikle sosyal bilimler alanlarındaki tüm akademisyenleri projeye dahil ederek, insani sorunlarımızı çözecek ‘gönüllü akademisyenler’ projesi yapılabilir. Özellikle karşılıklı fikir alış verişleri yapılabilir, bu toplantılar için zemin oluşturulabilir, her türden fikrin tartışılmasına olanak verilebilir. Birbirlerini dolaylı tanıyan ve bir takım sebeplerden dolayı nefret eden düşünür ve düşünceler karşılıklı müzakere imkanı bulabilir.
Burada maksadımız, ne fen bilimcileri ne de sosyal bilimcileri yıpratıcı argümanlar geliştirmek değildir. Ciddi insani sorunlar içerisinde ölüm kalım mücadelesi veren insanımıza umut olabilecek uzmanlarımızı, aydınlarımızı sahaya çekebilmektir. İnsani sorunlarımızın çözümünün, yine insanın sosyal tarafıyla uğraşan kişiler tarafından çözülebileceği gerçeğinin ifadesinden ibarettir.