Rehavet Yok, Çok İşimiz Var, Çok

27 Ekim 2019

Geçtiğimiz haftalar, Cumhuriyet tarihinin en gergin günleriydi. Kuzey Suriye’ye Türk Silahlı Kuvvetlerinin başlattığı Barış Pınarı Harekatı, Afrin’den de, Zeytin Dalı’ndan da farklıydı. Bu kez askerimiz gerçekten de, Kuzey Suriye bataklığında çok daha trajik kayıplar verebilir, harekat başarıya ulaşsa bile, bu zaferin hezimetten farkı olmayabilirdi.

Diğer yandan, harekat stratejilerinde askerimiz en ufak bir hata, kusur ortaya koysaydı şayet, bunun bedeli çok ağır olabilirdi. Şundan dolayı: Terör yuvaları cesaretlenir, direnç kazanırdı. Müttefik görünen bölgedeki Türkiye hasımları umutlanır, tahrik ve tezgahlarını çok boyutlu ve karmaşık hale getirip, çok farklı formlarda tuzaklar hazırlardı. Batı kamuoyu nezdinde, Türkiye aleyhine başlatılan kara propaganda, tezvirat ve iftira kampanyaları daha çok çirkinleşirdi. Buna benzer, tahmin edilemeyen pek çok handikap zuhur edebilir, her şey birdenbire tersine dönebilir, diplomatik açıdan eli zayıfladığı için Türkiye büyük tavizlere mecbur ve mahkum hale gelebilirdi. Korkulan olmadı. Türk Silahlı Kuvvetleri, Kuzey Suriye’ye girdi. 9 gün içinde, terör yuvasının göğsünü, olağanüstü bir askeri dehalıkla 30 km yarıp, Türkiye düşmanlarının dize gelmesini temin etti. Hiç kuşkusuz ki, siyasal ve diplomatik yetkililer de sıfır hata ile görevlerini ifa ettiler. Cephedeki ve masadaki mükemmel organizasyon ve koordinasyon, Türkiye’ye mutlak bir başarı getirdi.  

 

Derin bir nefes aldık

Bunu zafer, galibiyet gibi hamasi sıfatlarla tavsif etmeyelim ama Türkiye bu sayede derin bir nefes aldı. Makro ekonomik dengeler stabilize olmaya başladı. Dövizdeki göreli gerileme, daha önce indirilmiş olan faizleri stabil hale getirdi ve Merkez Bankası beklenmedik oranda yeni bir faiz indirimine cesaret etti. Zamlara rağmen enflasyon, önümüzdeki aylarda, tek haneli rakamlarda stabilize olacaktır. Yeni açıklanan vergilerle ilgili kararlar, bütçenin dengelenmesine katkı sağlayacaktır. Birkaç milyon dolarlık evlerde oturanlar, buna paralel oranda elbette vergi versin. Araç kiralama gibi yollarla sürdürülen vergi kaçakçılığının önü alınsın. Tatil yapabilen az da olsa vergi versin. En önemlisi de hükümet, orta ve küçük ölçekli işletmeleri harekete geçirerek ekonomiyi canlandırmaya çalışıyor ve isabetli bir biçimde, tarım sektöründen başlayarak adımlar atmaya başladı.

Bana göre iyimser olmamak için hiçbir neden yok. Lakin birkaç ayrıntıya yönelik olarak da dikkatli olmak şart:

  1. Ulusal ve uluslar arası düzeyde, devletin en etkin meşruiyet aracı enformasyondur. Daha doğrusu, enformasyonun içeriğini oluşturan argümantasyondur. Bu güne kadar meşruiyetin kaynağı olarak yönetilenler işaret edilmiştir. Bu iddia, teorik bir açıklamadan ibarettir. M. Duverger’in “plutodemokrasi” ile C.W.Mills’in “iktidar seçkinleri” betimlemelerinden de anlaşılacağı gibi, yönetilenlerin yönetimlere meşruiyet tesis ettiği idarelere pek rastlanmamıştır. M. Castells’in halksız iktidarlar ve iktidarsız yerler tabirleriyle açıklamaya çalıştığı gibi; pek çok ülkede, siyasal iktidarların sürekliliği, halkın teveccühünden ziyade, ulus üstü ve ulus aşırı corporationların himmetleriyle mümkün hale gelmiştir.

    Dolayısıyla yönetimler; gerektiği gibi argümente edilmiş enformasyon etkinlikleri ortaya koyamadıkları takdirde, ne kadar haklı olurlarsa olsunlar; işlemlerine ve üstlendikleri yükümlülüklere dair meşruiyet tesis edemezler. Kaldı ki, uluslar arası düzeyde devletlerin caydırıcı birer güç kabul edilmeleri, artık, ne sahip oldukları askeri kapasite ne de sergiledikleri ekonomik performansla sınırlıdır. Her devlet enformasyon faaliyetleri sayesinde, makbul ve muteber sayılmaktadır.

    Bu konuda ülkemiz ne yazık ki, yeterince başarılı değildir. Her ne kadar, kamu diplomasisi gibi ifadelerle kurumsal bünye oluşturma çabaları sarf ediliyor olsa da, her konuda etkili ve ikna edici argüman üretecek maharette bir kamu kurumu yoktur.

    Kısacası, ulusal ve uluslar arası düzeyde kara propaganda, tezvirat ve iftira kampanyaları halinde tedavüle sürülen dezenformasyon ile, ulusal ve uluslararası düzeyde kamu oyu algıları organize edilmektedir. Doğru enformasyonla bu kirli kampanyalardan halkı koruyacak, kamu kuruluşu düzeyinde muhakkak bir organizasyon tesis edilmelidir. Bu organizasyon, 7 gün24 saat, her konuda argüman üretmelidir. Zira argümente edilmemiş bir enformasyonunun güvenilirliği ve geçerliliği olamaz. Daha da önemlisi, argümentasyon birimi, reaktif projeksiyonlar değil, proaktif projeksiyonlar ortaya koymalıdır. Sözü edilen birim, argümente edilmiş enformasyonla hem ulusal düzeydeki kamu ve özel kuruluşlarla, sivil toplum örgütlerini birife etmelidir. Hem de uluslar arası düzeyde düzenli ve sürekli kamu diplomasisi yürütmelidir. Aksi takdirde, Türkiye’nin savaş suçlusu gibi kara propagandalara muhatap olmasına mani olunamaz.
     
  2. Birkaç isimden oluşan şu medya maymunlarını, devletimiz ve ülkemiz ile ilgili ciddi konuların konuşulduğu programlara, Allah aşkına çıkarmayın. Anladık, işin ucu paraya dayanıyor ama ulusal televizyon programlarına tapulu bu taife, cehaleti maharet haline getirdi ve beyinlerimizi iğdiş etti. Her gece sabahlara kadar konuşan bu insanlar; ne zaman iki satır bir şeyler okur, konulara nasıl vakıf olur, düşünmeye, muhakemeye, analiz etmeye nasıl vakit bulur, anlamak mümkün değil. Her sabah bunlara ilham inzal olsa bile buna bünye dayanmaz.

    İzleyici, her istediği haber, bilgi ve yorumu dijital medya üzerinden alabiliyor. Basın toplantıları, medya brifingleri, haber atlatma tarih oldu. Trump bile, tweeter’ı, Beyaz Saray’ın kırmızı telefonu gibi kullanıyor. Her şeyi anında okuyoruz, akşam sizi niye dinleyelim ki. Haberinizi verin ama ülke ile, millet ve devlet ile ilgili ciddi konularda uzmanları konuşturun. Siyasal atışmalarla, polemiklerle, insanların birbirlerine laf sokmalarıyla, talk showlarla haber programlarınızı renklendirin, eyvallah, ama, milli çıkarlar söz konusu olduğunda ne olur buna izin vermeyin.
     
  3. “Terör bitti”, “terörizme elveda” gibi, insanlarımızın daha sonra hayal kırıklıkları yaşamasına neden olacak ulufeler dağıtmayalım. Daha ürkütücü güvenlik sorunları bizi bekliyor olabilir:  
     
    1. 30-40 bin teröristten bahsediliyor. Son model silahlarla teçhiz edilmiş terörist ordusu, fiili olarak etkisiz hale getirilmiş değildir. Bunların pek çoğunun güvenli bölgenin dışına taşındığı zannedilmesin. Muhtemelen bir kısmı sivil kıyafetlerle halkın arasına karıştı. Tanınmış olanlar da muhtemelen kimi gerekçelerle koruma altında. Belli ki, iki süper gücün tepe yöneticilerine ulaşabilen teröristler var ve bunlar hem makbul hem de muteber.
       
    2. Teröristlerin silahtan arındırılmasını kimse beklemesin. Bunlar hazır kıta paralı asker olarak muhakkak stepnede tutulacak. İtiraf edildiği gibi muhtemelen bir kısmı Şam Yönetimi’nin emrine amade kılınacak ve orada muhafaza edilecek. Bir kısmı, milyarlarca dolarlık para akışını kontrol eden uluslar arası mafyanın emrine tahsis edilecek ve icap ettiğinde kiralık katil olarak kullanılacak. Bir kısmı çoktan, bazı ülkelerin istihbarat örgütlerinin tetikçileri olarak işbaşı yapmıştır. Bir kısmı da korkarım, Türkiye içinde ve  yurt dışında suikastler düzenletmek niyetiyle şimdiden kampa alınmıştır.
       
    3. Suriye razı olmasa da, güvenli bölgenin dışına taşınan terörist ordusunun önemlice bir kısmı, petrol kuyularından sağlanan gelirle beslenecek, teçhiz edilecek ve çok daha profesyonelce silahlandırılacaktır. Nitekim “bitti” dedikleri DAEŞ hortlatıldı ve “öcü” olarak dillendirilmeye başlandı bile. Dolayısıyla, oldukça cömert bir finansman kaynağına sahip olacağından, zamanla ortadan kalkmayacağı gibi, terörizm; bölgenin içine itildiği sefalet yüzünden, sürekli olarak yeni katılımlarla güçlenecek ve genişleyecektir. Bölgenin aç, işsiz ve hiçbir işe yaramadığını düşünen gençleri nezdinde cazibe merkezi olmayı sürdürecektir.
       
  4. İçinde bulunduğumuz konjonktürde, siyasal ve ekonomik istikrar hayati derecede önem kazanmıştır. Beka tam da bu aralıkta stratejik hale gelmiştir. En ufak bir siyasal çalkantı, son derece oynak haldeki dengeleri altüst edebilir. Kuşkusuz ki, siyasal ve ekonomik istikrar hem ulusal ham da uluslar arası düzeyde ülkemizin güvenliği kadar, itibarı açısından da önem arz etmektedir.
     
  5. Son bir konu, Türkiye düşmanlarının içerideki işbirlikçileri ile ilgilidir. “Sırtlarını dayayacakları terör devleti ortadan kalktı” zannıyla rehavete kapılmak büyük hata olur. Daha da önemlisi, Kuzey Suriye’den Türkiye’ye teröristlerin mülteci gibi sızması kuvvetle muhtemeldir. Türkiye’de eylemler koordine etmeye yeltenecek olan bu teröristler, bir yandan geri dönmek istemeyen mültecileri Türkiye’ye karşı kışkırtıp ayaklandırmaya çalışacaktır. Bir yandan da işsizlik, hayat pahalılığı, insan hakları ihlali gibi gerekçelerle bölge halkını provoke etmeye çalışacaklardır. Kaos ve kargaşanın yanı sıra bu tahrik ve kışkırtmalar esnasında, direniş lideri gibi öne çıkan teröristler, ergen yaştaki çocuklar nezdinde kendilerini kahraman gibi gösterecekler ve onları terör örgütüne devşirmeye çabalayacaklardır.  

Sonuç olarak, Türkiye bölgede her zamankinden daha dingin ve dikkatli olmak zorundadır. Siyasi ve ekonomik istikrar, hiç olmadığı kadar elzem ve stratejik hale gelmiş, beka meselesi daha fazla aciliyet kesp etmiştir. Kuzey Irak’ta olduğu gibi, Kuzey Suriye’de de Türkiye’nin bir an bile gözünü kırpma lüksü kalmamıştır.         

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 246 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.