Sezen Aksu; alçak gönüllü bir hal içinde ben şair değilim, diyor 2007’de Halit Kıvanç’la yaptığı söyleşide. Şarkı sözünün, melodinin içine yerleşirken şiirin özgür alanından mahrum olduğunu vurguluyor. Nitekim Eksik Şiir ve Eksik Şiir İkinci Kitap isimli iki kitabına aldığı şarkı sözlerinin de şiirden eksik manzumeler olduğunun altını çiziyor. Bu iki kitabın önsözlerinde poetikasından haber veren bir şair gibi yazdıklarının çıkış noktasını ve yazarken muradının ne olduğunu da işaret ediyor. Biz bu iki önsözden ve verdiği söyleşilerden anlıyoruz ki yazmak üzerine ince ince düşünmüş.
Yazan için fikrin ve hissin geldiği o ilk anı, takip eden süreci ve sonunda ortaya çıkan kaçınılması imkânsız çelişkiyi şöyle anlatıyor:
“…şarkı, şiir, hikâye, roman her neyse yazma anı (plansız, programsız hakiki yazma anından bahsediyorum) yazanı da seyircisi yapan olağanüstü haldir. Yazarsınız ama sahibi olamazsınız. Çok içeride bir yerden ortak bir gizli bilgiyi hatırlamakta olduğunuzu hissedersiniz. Ama ürettiğiniz her ne ise tamamlandığında ‘ben’ sizi yeniden ele geçirir. Bir dahaki yazma anına kadar bu eşsiz kendiliğindeliği unutursunuz. Çünkü onu diğerleri ile paylaşma süreci başlamıştır. Zekâ, akıl, süslemecilik, sunum, satış, gösteriş, özetle profesyonel olan devreye girer. Artık o ilk anın saflığı içinde değilsinizdir. Sizi git-gide daha da huzursuz kılan bu çelişkidir... aklın, o saflığın gücüne hiçbir zaman erişemeyeceğini içten içe bilmek…” [1]
Bir Dil Kurmak
Sezen Aksu’nun bahsettiği o ortak ve gizli bilgi hazinesinden kendiliğinden bir avuç koparıp gelen sanatçı için saflığı korumak belki imkânsızdır. Ama Sezen’imiz, biliriz samimiyetle bunu yapmak üzere çabalar, “Ben oldum!” demez. Hatta sıklıkla “Olamadım” der. Bizi ona bağlayan şeylerden biri belki en mühimi, bu içtenliği ve kusursuzluk iddiasından uzak oluşudur. Bu safiyeti korumak için de bir dil inşa ettiğini içimizden geçen Sezen şarkılarından biliriz. Nitekim Eksik Şiir İkinci Kitap’ta dil kurmanın değerini anlatırken:
“Şiirden, şarkıdan, romandan geçirilen duygular, ne kadar can yakarsa yaksın, kıyıcı değil kollayıcı bir üslupla vücut bulur; iyileşmeden yanadır ve yüzü yenilenmeye dönüktür. Şahsi olarak da asıl niyeti çözüm olmayan kavgadan, çelişkiden ve bir de acı söz söylemekten hoşlanmıyorsanız; meşrebinize aykırıysa, sonrasında açtığınız dil yâresi size pişmanlık, vicdan azabı ve suçluluk duygusu olarak geri dönüyorsa, dil kurmanın hakkını daha da teslim ediyorum.”[2] der.
Sezen Aksu’nun burada bahsettiği “dil kurma”yı bir söylem geliştirmek olarak değerlendirebiliriz. Bu söylem, toplumun değer yargıları karşısında insanı merkeze alır ve yaklaşık sekiz yüz kadar şarkıya bölünmüş olsa da tutarlı bir bütünlük oluşturur.
Bu söylem, birliğe ve Türkiye’de var olan sentezi görmeye davet eder. Ötekini anlamak esastır, bir yönüyle kadim hikâye anlatıcılığına eklemlenir, insanın acısını resmetmeye dayanır. Sezen’in şarkılarında insani değerlerin ihmaline, hakların ihlaline dikkat ve duyarlılığa davet bazen ağır bir müziğin önünden yürür bazen de Mahsuni’nin “Dom Dom Kurşunu” misali kıvrak bir oyun havasının arkasına gizlenir. Söyleşilerinde hayatı hafifletmekten bahseder; şarkılarında kop gel, der. Çeşitli şekillerde ortak bir aklın ortak bir vicdanın ve oradan doğan umudun sesi olur.
Onun ortaya koyduğu söylemin ya da kurduğu dilin öne çıkan kelamına bakalım:
Aşk ve Acı
Öncelikle “ana dilim aşk” dediğine göre onun birinci meselesi hepimizin malumudur. Bir müzisyen için, bir ozan için aşkın temel mevzu olması son derece olağan. Ancak Sezen, modern zamanların modern ozanı -bir çeşit şamanı- olduğundan, kavrayan ve kucaklayan sesiyle Türkiye’de âşık olan herkesle yolları kesişir.
Sadece âşık olanlar değil; kayba uğrayan ya da adaletin güvencesinden mahrum kalanlar kendini onda bulur biraz. Aşkı takip eden ikinci mesele başta aşk acısı olmak üzere insanın her türlü acısıdır. O da zaten “Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir.” der ve şarkılarında 260 kez “acı”dan bahseder.[3]
22 Ocak 2022 tarihinde kendi web sitesinde “Sezen Aksu'nun Kamuoyu ile Paylaşımıdır” başlıklı açıklamasının içinde verdiği “Avcı” isimli manzumesinde “Nereye baksam acı” der. Acı, elbette canımızı acıtmak için değil; onu durdurmak umuduyla yerini alır şarkılarında. İnsanın acısının temelinde bir adalet eksikliği yatıyorsa, bu eksikliği görünür kılmak meselenin çözümü için, derdin dermanı için ön şarttır. Sadece toplumun önde gelen bir figürünün yerine getirdiği sosyal sorumluluk ürünü değildir Sezen Aksu’nun acıyı işaret edişi, vicdanının ateşlediği bir çığlıktır âdeta. Acı da olsa yine gerçeği / Görüp de söylemeyi bilmediysen… diye susanlara seslenirken, elinden bir şey gelmediğinde acı çekene önce onu nasıl anladığını sonra da çözümsüzlüğe tahammülün bir yolunu şöyle gösterir:
Bazen daha fazladır her şey/Bi’ eşikten atlar insan/Yüzüne bakmak istemez yaşamın/ O kadar azalmıştır anlam // O zaman git hemen radyoyu aç / Bi’ şarkı tut/ Ya da bi’ kitap oku mutlaka / İyi geliyor / Ya da balkona çık bağır bağırabildiğin kadar / Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor.
Yüzleşince
Onun dünyaya bakışıyla ve hayattaki duruşuyla kurduğu bu dilin ögelerinden bir diğeri “yüzleşme”dir. 2020’nin son gününde de 2021’in son gününde de yeni yıl planları arasında yüzleşme baş köşede durur:
(2021 için): Yeni yılla ilgili en önemli projem uzun zaman önce başlattığım, kendi kişisel yüzleşmemi dibine kadar zorlamak. Sınırsız özgürlüğün, sınırsız mücadele gerektirdiğini bilenlerdenim. (…) Benimle aynı hâlet-i ruhiye içinde olanlarınıza, bu çarpışmaların beni daha az konuşup, daha çok dinleyebilen, anlayabilen, daha hafif, daha adil bir insan yaptığını hissettiğimi söyleyebilirim.[4]
(2022 için): … kendimizden başlayarak hakikatle yüzleşebilmeyi, koşulsuz özgürlüğün peşine düşmeyi… diliyorum.[5]
Yüzleşme bir çarpışmadır ve özgürlüğün anahtarıdır. Onu hem kendi tekamülü hem de toplumun tekamülü için elzem görür. Dönüp dönüp kendi içine doğru bakabilmek… kendini görüp öylece kabullenmek…
Aldım kör bıçağı elime /Kanata kanata suçumu kazıyorum/ Sabret, sabret // Gelen vurdu, giden vurdu, ben de vurdum / Vururken rastlayınca kendime durdum / Büküldü gökyüzü, ayna oldu zaman / Ben o gün ilk defa şeffaf bir şey gördüm.
…
Hiçbiriniz bilmezsiniz/ Görmezsiniz karanlık yanımı/ Kaç suçtan, cezadan sanık/ Saklandığımı
…
Ne isem ne kadar isem/ Kabullendim gitti/Hani yetebilseydim değiştirirdim vitrini/Azıcıkmışım anladım görüp hissettikçe/ Suyun, ağacın, toprağın bilgeliğini.
Belki de yüzleşmenin bahşettiği en büyük kazanç, diğerini affedebilme gücüdür. Saba Tümer’le 2012’de yaptığı söyleşide şöyle der: Başkasında hata ve kusur olarak gördüğünüz şeyleri kendinizden tanıdığınızı fark etmeye başladığınızda insanları hayatınızdan çıkarma, bitirme, darılma, kırılma bitiyor. … Oradan biraz önce ya da biraz sonra geçebilirsiniz. İnsanlık halleri bunlar.
Ve bu yüzleşme becerisinin kazandırdığı düşünceleriyle: Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem/Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir, der “Gidemem”şarkısında.
Sezen Aksu’nun en çok sevilen şarkılarından biri olan “Küçüğüm” de onun yüzleşmesinin ürünüdür:
Ne kadar az yol almışım/Ne kadar az/Yolun başındaymışım meğer/Elimde yalandan kocaman rengarenk/Geçici oyuncak zaferler/ Küçüğüm daha çok küçüğüm/Bu yüzden bütün korkularım
Gururum bu yüzden/Bu yüzden çocuk gibi korunmasızlığım/Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden sonsuz endişem/Savunmam bu yüzden/Bu yüzden bir küçük iz bırakmak için/Didinmem
Bize içimizdeki çocuğu hatırlatan; hatalarımıza, kendimizi önemli ve özel zannedişimize, endişelerimize, korkularımıza o çocuğun durduğu yerden bakmaya ve kendi kendimize merhamete çağıran bu şarkı aslında koca bir oyunun içindeki küçük oyuncular olduğumuzu da dolaylı yoldan söyler.
Oyun ve Uyum
Her türlü yüzleşmenin getirip bıraktığı yerde insanın karşılaşacağı gerçek, iyisiyle kötüsüyle bu “oyunu görmek” olmalı. 2021’in ilk gecesi “İnsanlık Hali” şarkısını yayımlarken yazdığı mesajda şöyle diyor Sezen Aksu:
Marlon Brando, kendi belgeselinde, “Hepimiz oyuncuyuz…” diyordu. Bu cümleyi yüksek sesle duymak bana acayip iyi geldi. Sanırım Marlon Brando ile aynı fikirde olan herkese de iyi gelmiştir. Zira ilk ve en gerçek başkaldırımızda -henüz sınırsız özgürlüğe sahip olduğumuzu sandığımız ama her denememizde dünyayla başa çıkamayacağımızı anlayıp uyumlandığımız, kendi meşrebimizce sınırlarını belirlediğimiz ilk toplumsal sözleşmemizi yaptığımızda, yani oyunculukla ilk tanıştığımızda- iki yaşındayız, bilemedin üç.
Sezen Aksu’nun kurduğu bu dilde “oyun” ve “uyum” kardeş kelimeler âdeta. Evet, oyun ve uyum başladığında küçük bir çocuğuz. Oyun, uyumu şart mı kılıyor ya da oyunun içinde uyumu reddetmek mümkün değil mi diye sormamızı sağladığı başka şarkıları da var Sezen Aksu’nun. Mesela “Cakkıdı”da soruyor:
Bunlar benim fikrim mi?/Kısa metraj filmim mi?/İrfanım mı, ilmim mi?/Yuh diye sövesim var/Zihin oyunlarım mı?/Resmi duyumlarım mı? Koyun uyumlarım mı? Kah kah gülesim var Hiç umut yok mu? Her şey boş mu? Dünya âlem Dut gibi sarhoş mu?
Burada sadece “zihin oyunları” ve “koyun uyumları”nı şarkının içinden çekip üzerinde düşünsek yolumuzu felsefede bulabiliriz. Bakın “Dansöz Dünya” şarkısında ne söylüyor:
Hiç kavga bilmez/Gülle yaprak/Hiç kıyar mı/Ağaca toprak/Bu kimin oyunu/İlk kim bozdu/Sonsuz uyumu.
Sonsuz uyumu bozan oyuncular, o uyumdan uzaklaştıkça ve insanlığı uzaklaştırdıkça her bir insana kendi uyumuna ve içindeki çocukça oyununa sahip çıkması için “Manifesto” da bir davet vardır:
Niye herkes bu kadar ciddi/Okunmamış kitaplar ama ciltli/Asık asık yüzlü insanlar/Ta yüreğine kadar kilitli İçimdeki o oyun bahçesi/Ne oyası ne boyası ne de maskesi/Hadi kapa gözünü bir hayal kur …
Sonsuz uyuma eklenmek kadar düzene eklenemeyenin uyumsuzluğu da işaret ettikleri arsındadır. “Adem Olan Anlar” şarkısında mert bir duruşun, uyumsuz olma pahasına, kendini sağlama almak için kurulan ilişkileri reddederek başlayacağını fısıldar:
Uyumlu faniler bana uyumsuz derler/Delirttiniz beni ey ehven-i şerler/Uzlaşırsam namerdim ateşe verseler/Garanti muhabbetlere yılışamadım
Hem kendi oynadığımız oyunları hem de koca dünyanın oynadığı oyunları… Sezen de oyunu görünce şarkı yapıp bize “gördüm” dediğinde şunları dillendirir:
(2022 için) … gitgide normalleştirdiğimiz şiddetin ve onu normalleştirmek için küçücük insan aklıyla oynadığımız oyunlardan utanabilmeyi, değişmeyi, dönüşmeyi, ilerlemeyi, her varlığı eşitleyen gerçek adaleti tesis edebilmeyi ve bunu mümkün kılacak aklı başımıza getirmesini diliyorum…
Şiddeti normalleştirme, haklı gösterme, belki de insanoğlunun en çirkin oyunu. Diğerini ötekileştirdikten sonra, onu tehlikeli addedip şiddeti gerekçelendirme; savaşa, saldırıya kendi içindeki bu isteği tetikleyen eksiği fark etmeden şiddete kendinde hak görme, oyunların en tehlikelisi. Ancak biz oyunun neresindeyiz diye sormak için oyunu görmeye meyletmeliyiz. Sezen Aksu, bu meylimizde de yanımızda olmaya talip:
“Ne Şahane Şey yaşamak” da: Acısıyla, tatlısıyla/Ne şahane bir şey yaşamak/Dibe vurmak, dimdik durmak/Bin bahane, bin oyun kurmak diyor.
…
“Ne şahane şey yaşamak” diyelim ve burada duralım. Keza Sezen Aksu’nun kurduğu dilin daha birçok temasını tespit edebiliriz: vicdan, öz, umut, isyan, yeniyi yakalamak, kadının sesi, barış ve merhamet gibi.
O; çağının şahidi bir ozan olarak bu toprakların kültür tarihinde Karacaoğlan, Aşık Veysel, Neşet Ertaş gibi yerini aldı. O yerden hâlâ şarkılarıyla acılarımıza, çelişkilerimizin açtığı yaralara, vicdani muhasebelerimize ayna tutmaya devam ediyor; bizi, görmeye ve gördükten sonra da umut etmeye davet ediyor. Bize de aynaya dikkatlice bakmak, payımıza düşeni almak ve onun bu şahitliğinin altını çizmek düşüyor.
Elinize gönlünüze sağlık…
Elinize gönlünüze sağlık. Zamanında ve yerinde bir yazı.
Sezen Aksu , milletçe ortak…
Sezen Aksu , milletçe ortak değerlerimizdendir. Kıymetlidir.
Tebrik ederim.
Yeni yorum ekle