"Şiiri Teninin İçine Giyeceksin"

20 Eylül 2020

Sadun Aksüt: Gençler, Müziğimizi Dinlemeye Alışırlarsa, Duyacaklar ki Eserlerimiz Çok Güzeldir ve Derindir

 

Müziğimizin en rafine isimlerinden olan Sadun Aksüt, bir ömür süren sanat çalışmalarını bugün halen devam ettiriyor. Klasik müziğimizin tabiri doğruysa yaşayan hafızalarından olan Aksüt, hocası Tanburi İzzettin Ökte’den getirdiği bilgileri bugün öğrencilerine aktarıyor ve ekliyor: “Gençlerimiz müziğimizi dinlemeye alışırlarsa görecekler ki ve duyacaklar ki eserlerimiz çok güzeldir. Yalnız dünyevi değildir aynı zamanda uhrevidir. Biraz eğilirlerse, onun derinine inerlerse yavaş yavaş çok daha fazla güzelleşecekler. Hem ruh olarak, hem sima olarak, hem de tabiat olarak güzelleşecekler...” Sadun Aksüt’le müziğimiz ve hayatı üzerine konuştuk.

 

                                                                              

Bize biraz ailenizden bahsedebilir misiniz?

Tabi ki. Ben doğduğumda 5 kardeş olmuşuz. 3 kız kardeşim Merzifon Amerikan kız kolejinde, abim Tarsus Kolejinde okuyor. Babam Karaköse valisi. Kızlar ve abim Amerikan kolejlerinde okudukları için Anadolu’nun en güzel yerlerinden biri olan Amasya’nın Merzifon kazasında oturuluyor. Çünkü kızların mektebi orada. Ben Merzifon da doğuyorum. Kısa bir süre sonra babam Bilecik valiliğine tayin oluyor. Oraya gidiyoruz. Kısa süre dediğim 1,5-2 yaşında oraya gidiyoruz. Bilecik valiliğinde kısa bir süre kalıyoruz. Zaten emekliliği gelmiştir Ali Kemali beyin. Oradan İstanbul’a geliyoruz. Babam, Devlet Deniz Yolları Emekli Sandığı Müdürü oluyor. Ama aynı zamanda babam tarihçi ve iyi edebiyatçı.

Kitapları da var değil mi?

Çok kitabı var. Bir tanesi de Erzincan tarihi diye çok kıymetli. O kitap Müellifin Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerine hediyesidir diye Çankaya kitaplığında mevcut. O da benim iftiharımdır. Mustafa Kemal Paşada o kitaba karşılık babama nutkunu göndermiştir. Özel imzalı. Nutuk bende şu anda. Annem, ev hanımı ama çok dirayetli bir hanımdır. Çok bilinçli. Okuma yazmayı babamdan öğrenmiştir.

Annenizin adı?

Ulviye. Babamın adı Ali Kemali. Ali Kemal dendiği zaman dehşetle sinirlenirdi. Ali Kemal değil, Ali Kemali. Mutlaka böyle söylenmesini arzu ederdi.

İstanbul’a geldikten sonra hangi okulları okudunuz?

Image

İstanbul’da önce Üsküdar’da oturduk. Kızlar gene oradaki Amerikan kolejine devam ettiler. Üsküdar’dan sonra Kadıköy’e geldik. Yeldeğirmeni’nde oturduk. Ben önce Talimhane’deki Gazi Mustafa Kemal Paşa ilkokulunda okudum. Oradan Kadıköy 3. Ortaokula geldim. Sonra Haydarpaşa lisesinde okudum. Üniversite okumadım.

 O arada galiba Belediye Konservatuarı’na başladınız değil mi?

Evet, Belediye Konservatuarına gittim. Ama tabi çok uzun devam etmek imkânı hâsıl olmadı. Sonra babamın arkadaşı fizik profesörü, ordinaryüs Salih Murat Uzdilek aldı beni Saadettin Arel’in evine götürdü. Orada kendisiyle tanıştım. Saadettin bey bana İleri Türk Mûsikîsi Konservatuarı derneğine gelmemi söyledi.  Gittim kayıt oldum. İlk hocam Laika Karabey. Nur içinde yatsın. Tabi orda Sadettin(Arel) Bey’den, Dr. Suphi Ezgiden, Haydar Sanal’dan ve Laika Hanım’dan dersler aldım. Kısa bir süre sonra beni Macide Akkaya, değerli iş adamı Fevzi Akkaya’nın kız kardeşi beni Üsküdar Mûsikî Cemiyetine götürdü.  Emin Ongan hoca ile tanıştım. Çok meşk ettim. Emin Hoca’dan meşk ettiğim eserleri halen hatırlıyorum. 1950-51 den itibaren bu eserler halen ezberimde.

Meşkin avantajları olsa gerek.

Çok eser meşk ettik. Hepsini güfteleri ile ve notaları ile ezberlemişim. Emin Hoca meşk ederken sanki içiriyordu bize eserleri. Derimizin altına işledi o eserler. Ruhumuza işledi. O kadar güzel meşk etti bize ki o kadar sağlam ki. En ufak bir nüansını bile artık unutmak mümkün değil. Belediye konservatuarına kısa bir süre devam ettim. İleri Türk Mûsıkîsi Konservatuarında çalıştım. Üsküdar Mûsıkî Cemiyetinde çalıştım. Emin Hoca da beni İzzettin Ökte Beye gönderdi.

Tanburi İzzettin Ökte beyden tanbur dersimi almaya başladınız. O hatıralarınızı da anlatabilir misiniz?

İzzettin Bey, eşi emsali gelmeyecek olan bir tanburiydi. Tanburiler beni bağışlasınlar. Ancak İzzettin Bey gibi tanburdan ses çıkaran yoktu. Takunyanın üstüne tel taksanız, verseniz, aynı sesi çıkaracak kadar kuvvetli bir tanburiydi. Üslubu olağanüstü. Ondan ne kapabildimse kaptım. Onu devam ettirmeye çalışıyorum. Öğrencilerime de o üslubu öğretmeye çalışıyorum. Taklitle başlar sanatkârlık. Ancak daha sonra kendi şahsiyetini ortaya koyarak uygun üslup içinde kendisini belli etmesi lazım.

İzzettin Bey'in hocası kimdi?

Yok.

Tanburi Cemil Bey’den etkilenme var mı?

Çok etkilenmiş. İzzettin bey, Cemil Bey için “O bir kutup derdi. Konkur dışı.” derdi.

Bize İzzettin Bey'i biraz anlatabilir misiniz?

Hoca ile anı diyorsunuz. Beni ağlatırsınız o kadarını söyletmeyin. Bana 10 liraya ders verecekmiş. Emin bey konuşmuş. Gittim dersi yaptım. Zarf içinde parayı sehpaya uzatıp kaçtım. 2. Derste “bir dakika” dedi bana. “Bir daha bana gelmeyeceksin” dedi. Elim ayağım dolandı. “Hocam beğenmediniz mi?” dedim.  “Hayır. Gelme Sadun” dedi. “Hocam çok üzülürüm, ölürüm” dedim. “Bak Sadun dedi, sabah 5’te gel, öğlen gel akşam gel ne zaman istersen gel, böyle gelme” dedi. Kafasıyla sehpayı işaret etti. Zarfı gösterdi. “Bir daha böyle gelme” dedi. Bende bütün ömrümce özel ders verdiğim öğrencilerimden para almadım.

Bu iş zaten parayla pulla ölçülemez.

Öyle olsaydı ben şimdi çok zengin olurdum. Bu para işi değil. İzzettin bey dünya kibarı, dünya naziği, dünya güzeli bir insandı. Böyle bir hoca, bu kadar güzel insan hiçbir gün unutmadım, her gün ona Kur’an okurum. Her gün ona rahmet okurum. Emin hocaya da öyle. Bu iki hocam, tabi diğerleri de hepsini rahmet ve minnetle anıyorum ama bu iki hocam hepsinin üstünde bence. Emin hoca, İstanbul’da 20, 22 yaşında Emin Hoca diye anılmaya başlanmış. İstanbul da o kadar usta var. O kadar büyük müzisyenler var ama o yaşta hoca diye anılmış.

Bugüne kadar verdiğiniz eserlerin bir envanteri var mı?

Bir Mevlevi ayini, yüz küsur şarkı, 30 ilahi var. 3 çocuk şarkısı var. Saz eserleri 60 - 65 kadar var. Bunun yanı sıra 28 tane de kitap yayınlandı.

Beste çalışmalarınızı nasıl yapıyorsunuz. Hangi ortamlarda?

Bu belli olmuyor. Bir kere Selahattin Pınar’ın söylediği bir laf var. “Şiiri teninin içine giyeceksin” diyor. Şarkı bestelemek için “O beğendiğin şiiri teninin içine giyeceksin ve şairle bütünleşeceksin.” “Şair ne düşünüyordu onu yazarken, sende onu düşünmeye çalış. O kendiliğinden makamını, usulünü ve melodisini getirecektir.”

Bu bestelerinizi yaparken yaşadığınız hatıralarınızdan birini paylaşabilir misiniz?

Tabi efendim Memnuniyetle. Ankara’da bir şair dostum vardı. Çok kıymetli idi. Onu da rahmetle anıyorum Halil Soyuer. Nur içinde yatsın. O bir kurban bayramında bana bayram tebriği gönderiyor ama şiirle. Şiir çok güzel. Kendisi de güzel yazıyordu zaten ya. O şiiri ben ezberledim. Bir gün konservatuardan arabayla dönerken, Yıldız yokuşunu çıkarken o şiirin 2. Mısrasını okumaya başladım. Okurken eve geldim. Evde hala terennüm ediyorum onu. Teybe çektim. Biraz dinledim. Dinleyince biraz bıraktım. Bir daha dinledim. Zemini okudum. Sonra meyan kendiliğinden geldi. Aynı gün içinde oldu.

 

Bak işte güzelim, mevsim ilkbahar.

Karşıki dağlarda duman izi var.

Aynaya baksan da sen göremezsin.

Boyunda körpecik fidan izi var.

 

Aylar senelerden umudu kesti.

Ne olduysa birden aklıma esti.

Caddenizden geçtim dün akşamüstü.

Çık da bak, yerlerde kurban izi var.

 

Tam da kurban bayramına geldi bu şiir. Bunu ben böyle okudum ve bu eser çıktı. Kadıköy de çalıştığımız amatör bir grup var. Onlara bunu meşk ettim. Konsere de eşim, kızım ve torunum geldiler. Bu şarkı okunacak şu kızı istiyorum sahneye dedim. Torunumu istedim. Torunum yanıma geldi. Buyurun okuyalım dedim gruba. Bende onlarla beraber okudum. Bu şarkı bu kıza yapıldı dedim. ‘Boyunda körpecik fidan izi var’ tabi çok genç. Ona yapıldı bu şarkı, yani torunuma yapıldı. Böyle bir hatıra yani. Yolda geldi aklıma. Yolda okudum, Öylece okudum okudum. Dinlerken kendiliğinden geldi. Kürdilihicazkâr bir şarkıdır.

Kitap çalışmalarınızdan da bahsedecek olursak, sizi yazmaya iten bir güç var mı?

Bir kere babamdan heveslendim yazı yazmaya. Edebiyat dersini zaten çok severdim.

Bizim sanatçı camiasında sanatkârlarımız çok heves etmiyor bu yöne ve büyük bir boşluk oluşuyor. Siz gerçekten çok güzel bir boşluğu da doldurdunuz.

Yazdım yazdım. Ben çok doküman topladım. Şu anda evde bir sürü doküman var. Onlardan istifade ettim. Sonra çok büyük ustalarla çalıştım. Onlardan istifade ettim, anlattıklarından. Ayrıca eski yazı bilmiş olmam da fayda etti. Bu dokümanları bir araya getirmek, onlarla uğraşmak, güzel, keyifli bir işti. Şimdi bir kitap var elimde, yayınlayamıyoruz. Çünkü kimse itibar etmiyor. Hatıralar var içinde. Bu hatıralardan biri Lemi Adlı’nın Selahattin Pınar’a yazdığı mektuplar var. Selahattin Pınar’ın eşine yazdığı mektuplar var. Mesut beye yazılmış mektuplar var. Mesut beyin yazdığı mektuplar var. Feyha Talay’ın yazmış olduğu mektuplar var.

Kendi el yazısı ile mi?

Tabi, kendi el yazısı ile, Lemi beyinkiler eski Türkçe ile yazılıdır. İmzalı. Bu dokümanların dışında başka dokümanlarda var.

Bunları gün ışığına çıkartmak lazım mutlaka

Evet, para pul istemeden ben bunları yaptım bugüne kadar. Bugünde istemiyoruz. Bakın şimdi ben size çok enteresan bir şey söyleyeceğim. Cıngıl denen bir şey var reklamlarda. İlk cıngılı yapan kimdir? Refik Fersan. Yaptığı cıngılda bende. El yazısı ile bende. Nota ile yaptı. Refik bey bıraktı. Refik bey bana devretti. Ben yaptım ondan sonra cıngılları. İlk ben yaptım Refik beyle beraber. Refik bey iki cıngıl yaptı Refik bey bıraktı ondan sonrasını hep ben yaptım. Şimdi onlar bende. Bir hatıra diye anlatıyorum. Mesela Zeki Arif Ataergin’in kendi el yazısı ile sipihr takımı bende. Onun yanı sıra başka şeyler. Zaten vereceğim evimdeki dokümanları, bazı kitapları, bir sürü şeyler vereceğim. Benim elim sıkı değil. Hasis insanı hiç sevmem.

Zaten sanatçı paylaştıkça çoğalır.

Bunları ölmeden önce vereceğim çünkü ben öldükten sonra, bu da Selahattin Pınar’ın bir şarkısıdır ama ben şiiri de çok severim.

Ben öldükten sonra kuşlar öter.

Bu dereler çağlar mı dersin.

Değişe değişe bilmem ki o yar.

Bize gönlünü bağlar mı dersin?

 

O gözleri süzgün, sesi şakrak

Önüne düşerse bir kuru yaprak.

Eski sevdiğini hatırlayarak

Kabrim de diz çöküp ağlar mı dersin?

Ben öldükten sonra bu kuşlar ötecek. Bu dereler çağlayacak ama giden geri gelmeyecek. O takdirde bunları sıkı sıkı elimde tutup saklamak, sadece bende var deyip kimseye vermemenin bir âlemi yoktur.

Maalesef bu tarz dökümanları saklayıp, hiç kimseyle paylaşmayan insanlar var.

Evet eskiden de yapılmış. Mesela Boluhank Nuri Bey kolay kolay eser vermeyenlerden biri. Bu çantalık ne demek. Sadettin Heper hocamız, o Zekai Dede’nin oğlunun talebesi. Hatıra defteri bende şimdi Ahmet Efendi’nin. Bir gün Ahmet Efendi ile beraber meşke gidiyorlar Mevlevihane’ye. Yazın bakalım diyor. Ama evden çıktığı zaman Zekai dede komşusu bir kağıt vermiş. Zekai Dedeye. Radyo evi ile taksim anıtı kadar mesafe Mevlevihane.  Oraya kadar gitmişler. Oturmuşlar meşke. Yazın bakalım demiş. Yazdırmış Zekai Dede. Saba beste Zekai dedenin, zincir usulünde. Meşke başlıyorlar bir kısmını meşk ediyorlar. Çıkıyorlar.  Eve dönerlerken Ahmet Efendi diyor ki, “Bey baba böyle bir eseriniz yoktu sizin” diyor. “Evden çıktığımız zaman komşumuz bir kâğıt verdi ya. Bu şiir yazılıydı. Cenab-ı Allah’ta lütfetti. Buraya gelene kadar besteledim.” Zincir usulünde. Çifte düyek, Fahte Çenber, Devri Kebir, Berefşan.120 zamanlı usul. Saba beste. Evinden taksim anıtına kadar 1.5 km kabul edilir. Yani en kaba tabirle 1.5 km. bir eser bestelenir mi? Bestelemiş.

Bu arada Radyo yıllarınızı unuttuk. Siz hangi yıllarda radyoya girdiniz?

İlk radyoya girişim 1951. Saz eserleri çaldık. Kimlerle. Cumhur Yaşar Geçergil keman, Şekip Ayhan Özışık ud, Turgut İçten kanun, Hurşit Ungay ritm, Sadun Aksüt tanbur. Biz çalarken küçük stüdyoda içerde saz eserleri çaldık. Bir defasında Cevdet Çağla Bey dayanamadı o da girdi ve bizle beraber çaldı. Hiç unutmam. Sonra askere gittim. 1956’da memur olarak girdim. Türk Mûsıkîsi Kütüphanesine. 1981’e kadar çalıştım. 1981 de emekli oldum. 1975’de de Devlet Konservatuarına girmiştim. Çünkü artık memuriyetten ayrıldım 62 senesinde. 1962-63 Belediye Konservatuarı icra heyeti azasıydım. Tekrar döndüm radyoya ama sadece sazende olarak döndüm. Memuriyet yapmadım. İstanbul Türk Mûsıkîsi Devlet konservatuarı şu anda Teknik Üniversiteye bağlıyız. 1975 te Türk Müziği Devlet Konservatuarına girdim. Daha sonra İTÜ TMDK olan bu konservatuardan ayrıldım. 2010 yılından itibaren Haliç Üniversitesi Konservatuarında görev yapmaktayım.

 Radyoya girdiğiniz dönemlerde çok çok büyük üstatlarla çalıştınız. Hem sazında çok hem sesinde zirvede sanatçılarla birlikte olma şansını yakaladınız. O isimlerden de bahsedebilir misiniz?

Hanım sanatkârlar. Safiye Ayla, Perihan Altındağ Sözeri, Sabite Tur Gülerman, Mediha Demirkıran, Nesrin Sipahi, Sevim Tanürek, Mualla Mukadder, Saime Sinan, Afife Edipoğlu, Mefharet Yıldırım. Titriyorum şu an. Radife Erten. Hepsini saymakla bitmez.

Erkek seslerden?

Şimdi unutuldu. Mustafa Çağlar, Mustafa Kovancı, Ekrem Kongar, Necmi Rıza Ahıska. Münir Nurettin beyle çok çalıştık. Sonra Nadir Hilkat Çulha, Arif Sami Toker, Zeki Müren.

Sazlarda kimler vardı? Selahattin Pınar’la çok yakın arkadaş olduğunuzu biliyorum.

Selahattin ile 10 yıl beraber çalıştık gazinoda. Sadi Işılay. Böyle keman sesi var mı? Selahattin bey derdi ki, “Sadi’nin yayı 100 metre” Dedi. Hiç yayında kesiklik olmazdı. Sadi Işılay. Nubar Tekyay, Cevdet Çağla, Emin Ongan, Hakkı Derman, Naci Tektel, Yorgo Bacanos. Çok yakın dost olduk Yorgo Bacanos ile. Kadri Şençalar, İsmail Şençalar. Ahmet Yatman, Vecihe Daryal, Vecdi Seyhun, Dede Süleyman Erguner, Cevdet Çağla, Kemal Niyazi Seyhun, Refik Fersan, Şerif İçli, Hamdi Tokay. Daha sonra gençlerde vardı bunların içinde. Saffet Gündeğer’de vardı. Klarnet. Şükrü Tunar. Klarnet çalmıyordu sanki ney üfler gibi. Yok, böyle bir şey. Sazı olağan dışı. Vecihe Hanım’ın refakati gibi refakat var mı?

Şimdiki refakatlerle o zamanki sazendelerin refakatine karşılaştırırsak ne gibi farklar var, paylaşabilir misiniz?

Bir tane hatıra anlatayım. Ben radyoda memur olarak da görevliyim. Sazende olarak da görevliyim. Rahmetli Şevket Kadıoğlu, tonmaister. Küçük stüdyoda Nadir Hilkat okuyor. Yanılmıyorsam. Sadi Işılay, İzzettin Ökte, Yorgo Bocanoz, Vecihe Daryal; 4 kişi çalıyor. Okuduğu bir eseri ben de tesadüfen kontrol odasına girdim. Şevket Bey’in yanına. Çünkü ondan sonra hangi neşriyat olacak onu bildireceğim. Okuyor, yanılmıyorsam Nadir Hilkat. Eserin bir yeri, mesela diyelim ki do diyez olucak. Do naturel bastı . Solist do naturel bastığı anda, 4 sazende de do naturel bastı.

Hiç unutmam Şevket abi döndü bana dedi ki; “Sadun refakati duyuyor musun?” dedi. “Do diyezi herkes do naturel bastı.” O zaman hata olduğu belli değil. Demek ki şarkının burası do naturel diyorlar. Şimdi herkes önüne bakıyor. Soliste bakmıyor. Kendi bildiğini çalmaya çalışıyor.

Şefe de, soliste de bakan yok.

Vecihe Daryal bir bakışta bir satır notayı hemen okurdu. Soliste bakardı. Devamlı kafayı önüne eğ notaya bak soliste bakma, yok olmaz.

Eserler ezberleniyormuş zaten.

Eserler ezberindeydi. Refakat bu. Gazinoda da öyleydi. Bakmayın gazino bir mektep idi.

Kimler vardı o dönem?

1951 Küçükçiftlik parkını hatırlıyorum. En tıfıl ben. Mızraplı tanbur çalıyorum. Yanımda Cemal Cümbüş, Salih Orak, Selahattin Pınar. Necati Tokyay, İsmail Şençalar, Pardon Ahmet Yatman, piyanoda Fevzi Aslangil, devamı var ama hatırımdan çıktı. Bunları biliyorum yanımda oturdukları için. İki hanende var. Birisi Şakırdaklı Kemal derlerdi. Diğeri Ağyazar. Hanende Ağyazar Güleryüz. 70 yaşında, hatta 70’i aşkındı yaşı. Bir fasıla başlarsa hiç kesmeden, o makamı değiştirmeden asgari 1.5 saat okur. Çünkü fasıl 7’ye çeyrek kala sahneye çıkıyoruz. 7’de başlıyor. 9’a çeyrek kala bitiyordu. Arada 10 dakika taksim vardı gazinolarda. Taksim ederdik. Düşünebiliyor musunuz asgari 1.5 saat aynı makamdan eser okuyor.

Çok büyük bir repertuar gerektiriyor. Neden Şakırdaklı?

Çok güzel taklit yapardı Kemal Abi. Lakabı Şakırdaklı idi. Düşünebiliyor musunuz, fasıl, fasıl idi. Başlarken, Mahur okuyacak “Ey gonca dehen harı elem canıma geçti” diye başlardı. Fasıl bitiyor. “Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü” diye yürük semâî ile bitiyor fasıl.

Siz mızraplı sazları çalmanın, eğitimci olarak birçok tekniğini öğretiyorsunuz, metodunu yazmışsınız. Bu mızraplı sazları çalmanın bir özelliği var mıdır?

Evet var. Mızraplı sazlarda tanburda, kanunda hatta yaylı sazlarda da var bu özellik. Ama mızraplı sazlarda mutlak surette bilek kullanılmalıdır, kol değil. Sağ elin bileği çalışmalı. Koldan çalışılırsa çıkacak ses çok kötü olur. Olmaz. İstediğiniz gibi netice alamazsınız. Mutlaka bilek çalışacak.

Siz çok iyi bir öğreticisiniz. Bunun sırrı nedir, Bizlere anlatabilir misiniz?

Image

Çok iyi miyim, değil miyim bilemiyorum onu öğrencilerim takdir etsin. Ancak ne öğrendimse, bana ne verdilerse onu

ben iyice içtim. İyice özümsedim. Sol kol tanbur sapını tutan sol el başparmakla şahadet parmağı arasında tambur sapına yapıştığı zaman bunu bırakmaz. Birinci parmak dediğimiz şahadet parmağı telin üstünden kalkmaz. O yapışık olarak oraya devam eder. Bu sol kolun bilekle dirsek arası taş gibi olacak. Gerili olacak ki tanbur, vaov vaov diye inlemez o çirkin bir şey. Hımmmmmm titremeyle inleyecektir. Onun oradaki sertliği o sağlam şekli bu sağ bileğinde iyice çalışması hem tamburdan hatta uddan, yani mızraptan, kanunda çıkı çıkı ses çıkartması için bilek çalışacak. Kollar çalışıyor genelde, ama bilek çalışacak. Kol ne kadar çalışırsa çalışsın kanunda bilek çok önemlidir. Çünkü o sürati temin edemez. Hatta mandalları açıp kapayamaz bile bilek olmazsa.

Sizin birçok olmazsa olmazlarınız vardır mutlaka, bunları da bizimle paylaşabilir misiniz?

Şiir olmazsa, mûsıkî olmaz. Sevgi olmazsa hiçbir şey olmaz hayatta. Allah sevgisi, kul sevgisi, eşinin sevgisi, evlat sevgisi. Evli değilse sevgiliye karşı duyduğu sevgi, ağaç, deniz, çiçek yani tabiat sevgisi. Bütün doğayı sevmek. Doğa zaten şiir baştan aşağıya. Bir akşamüstü, grup vakti, denizi seyredin o kızıl, kıpkırmızı o sarı kız, kıpkırmızı rujlarıyla kana batıyor gibi masmavi elbisenin üstünde denize batarken ona âşık olunmaz da neye olunur? Bir dolunay zamanı şöyle aya bakın bakalım. Onun ihtişamına. Onu hissetmeyen. Lemi Bey ne diyor biliyorsunuz dimi; “O güzel gözlerle bakmasını bil” diyor.

“Kalb-i mecnun’u yararsan Hazreti Leyla çıkar,

Zâhida  sen sanma Mecnun başka Leyla başkadır”. İkimiz aynıyız diyor şair. Aşk başka bir şey.

 

Peki, sizin için aşk nedir?

Benim için aşk yoksa aşkı tatmayan kişi ölüdür. Doğumundan ölümüne kadar yani Hakka son nefesini verene kadar âşık olarak yaşamalıdır insan.

Zekaî Dedenin Yürük Semâî Hicazkâr eserine bakın ne diyor,

 

“Nerm eyleyemez seng-i dili yâr eḡerçi

Hâkister olur çarh-ı kemîne ṣererimden

“Eğer sevgili o taş yüreğini yumuşatmazsa, aşkımdan dolayı ahımın ateşi, kül eder cihanı bile diyor.

Tanbur ne ifade ediyor sizin için?

Tanbur işte aşk. Benim reklam gibi mi olur özür dilerim. Bunca yıl sonra 60. Yılımızda bir CD’miz yayınlandı. 60 yıllık aşk diye. 60 yıldır kucağımda. Hangi sevgili 60 yıl bir insanın kucağında yatar. 60 senedir ben o sevgiliyle birlikteyim. İşte aşk.

Şiir nedir?

Şiir insanların hayatında kelime hazinesinin zenginleşmesine çalışan kişilerin, kelime hazinelerinin ve ruhlarının zenginleştiği bir araçtır.

Öyleyse çokça şiir okumak gerekiyor.

Evet ve de kelime haznesi diyorlar hazne olur mu? Hazine. Hazne başka şey, çukur. Kelime hazinesi zenginleşir hakikaten şiirle. Ruhu zenginleşir. Zarafet hasıl olur. Muhiddin Raif bey mesela sevgilisine yalvarıyor. O da bir cevap veriyor. “Canan ne kadar şuh, ne can perver idi. Meclis sedef olmuştu o bir cevher idi. Ben hangi şeb açmak dilesem sinesini. Olmaz! Gece mirata bakılmaz der idi”

Sohbet çok güzel. Meclis çok fevkalade. “Ben hangi gece aç şu göğsünü göreyim desem, olmaz gece aynaya bakılmaz günahtır” derdi.

 

Sizi yıllardır destekleyen eşinizden ve evlatlarınızdan da kısaca bahseder misiniz?

Eşim Rubeyza Aksüt. 29 yıl TRT’de çalıştı. Bana gerçekten son derece destek olan eşime saygılarımı ve sevgilerimi sunuyorum.

O da çok iyi bir sesti aynı zamanda sanırım.

İyi bir ses idi ama ben mani oldum yazık ettim. Özür dilerim. Buda gençliğin verdiği kıskançlıkla olan bir olay. 2 evlat sahibiydim. 1992 yılında 36 yaşındaki oğlumu kaybettim. Burada tekâmülü tamamladı. Allah daha çok sevdi aldı. Boynumuz kıldan ince. Kızım Arzu. Devlet Operasında balerin. Onun kızı sevgili torunum Iraz Naz.

En büyük aşklarınızdan.

Evet Arzu olmasaydı oğlumdan sonra, Harun’dan sonra ben hemen ölürdüm. Arzu tabii ki Iraz eşimi ve beni hayata bağladılar.

Şimdilerde neler yapıyorsunuz?

Artık bütün her şey bitti. Şimdi Kadıköy de bir grubumuz var. Amatör hanımlarla beylerle beraber çalışıyoruz. “Mûsikî âşıkları” ismimizde. Halis Kurtça Kültür merkezinde çalışıyor ve arada birde konser veriyoruz. Böylece hayatımızı idame ettiriyoruz. Bu bir aşk demiştik işte aşk bu çalışma.

Son olarak Türk Müziği ile uğraşan gençlere de önerilerinizi alabilir miyiz?

Öneri demeyelim de, arzularım ki gençler lügat alsınlar ve eserlerimizin biraz lügatle çözülmesini sağlasınlar, kendilerince. Ve de dinlemeye alışırlarsa görecekler ki ve duyacaklar ki eserlerimiz çok güzeldir. Yalnız dünyevi değildir aynı zamanda uhrevidir. Biraz onlara eğilirlerse onun derinine inerlerse yavaş yavaş çok daha fazla güzelleşecekler kendileri. Hem ruh olarak, hem sima olarak, hem de tabiat olarak güzelleşecekler.

 

 

Şerife

Nebahat hocam, bizleri kıymetli üstadlarımızla buluşturduğunuz için çok teşekkür ederiz. Yine keyifle okudum, sanki yanınızda dinliyormuşum hissi oluştu.
“Kalb-i mecnun’u yararsan Hazreti Leyla çıkar,

Zâhida sen sanma Mecnun başka Leyla başkadır”. İkimiz aynıyız diyor şair. Aşk başka bir şey.

Pt, 09/21/2020 - 00:31 Kalıcı bağlantı
Mustafa Coşkun

Çok teşekkür ediyorum Nebahat Hanım. Sadun hocanın bu kadar derinlerde olgunu sayenizde öğrenmiş oldum.Ne mutlu bizlere ki sizin gibi sanata ve sanatçıya değer veren ve bu konuda çalışmalar yapıp bizleri aydinlatan bir Bir Nebahat Konu Hocamız var.HEP VAR OLUN.

Pt, 09/21/2020 - 11:17 Kalıcı bağlantı
'yaman' İsmail Şahin

Ey gönül.. Dertli gönül..
Ben seni neyleyim gönül.!
Dünya kısacık bir rûyadır, gönül..
Sonu yok bu gidişin..
Yedi kat göklere dualar gönder,
Belki son güzün/dür, belki son kışın..

En son ne zaman güldüğümü
hatırlamıyorum.. Saygılar.. *yaman*

Per, 01/05/2023 - 23:57 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 630 kez görüntülendi. 7 yorum yapıldı.