Anneler günü de gelip geçti. Ziyaretler yapıldı, telefonlar edildi, mesajlar gönderildi. Sosyal medya şenlendi. Ne var ki, yüreği burulanlar da oldu. Bu güzel topraklarda, çocuklarının kutlamaları ile mutlu olan kimi anneler, yüreği burulanları unutmadı. “Oğlum, kızım! Halanı da ara, teyzeni de ara!” diyenler oldu; demeyenler de, diyemeyenler de.
Sosyal medyada Anneler Gününe tepki gösteren paylaşımlar da dolaştı. Tepkilerinde haksız da sayılmazlardı. Tüketim ekonomisinin pek sevdiği bu tür günler gibi Anneler Gününün de, pırıltılarının arkasında bireyselci, ben-merkezci bir anlayış yatıyor. Sanki herkes anne imiş, herkesin çocuğu hayatta imiş gibi; sanki herkesin annesi varmış gibi… Bu yüzden çoğu kişi, anneler gününü kültürümüze uygun görmüyor. Zira ne kadar çabalasak da, seküler dünyanın talep ettiği, hatta talebin ötesinde gizli-açık dönüştürmeye uğraştığı rasyonel insan olamıyoruz. Akılcı seçimleri ile her durumda kendi çıkarını kollayan ve maksimize etmeye çalışan rasyonel(!), bunu yaparken de kendinden başka kutsal tanımadığı için özgür(!) sayılan bireyi, aslında kültürel bünye bir türlü kabul edemiyor. Tabii iletişim teknolojisi marifetiyle hızlanan, çeşitlenen ve yoğunluğu da giderek artan çıkarcı-bireycilik bombardımanını görmezden gelemeyiz. Bu tür ‘rasyonel-özgür’ kişiliklerin sayısı giderek artıyor. Olsun! Bünyenin kabul etmeyeceğine inanıyorum. Taa ezelden, bu toprakların havasına, suyuna gönül katmışlar.
Sosyal medyadaki kutlama mesajlarına bir başka pencereden de bakabiliriz. Bakmalıyız da. Zira insan ve topluma dair her oluşta; faydalı-faydasız, olumlu-olumsuz, doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin içiçedir. Bir oluşa sadece olumsuz ya da olumlu tarafından bakmanın sonu gerçeklikten kopmaya yol açar. Bu yüzden indirgemeci-aşırı genellemeci işleyen karşıtlık mantığı (dikotomik mantık) ne kadar uğraşsa da hayat, siyah ve beyazın ötesinde bir renk cümbüşü içinde devam edip gider. Evet, anneler günü herkes için mutluluk getirmiyor. Ne var ki, kimi bireysel durumları yok saymadan, toplumsal ve kültürel düzlemden bakarsak bu durumun olumlu yanını da görebiliriz. Sosyal medyadaki anneler günü kutlamaları; aynı zamanda sevgi, şefkat, vefa, paylaşım, dayanışma gibi güzel duyguların yaşanmasını ve beslenmesini de sağlıyor. Buna ihtiyacımız var…
Tepki göstersek de anneler günü kültürümüze yerleşti. 1950’lerde yadırganan, adeta ucundan tutulan Gün, zamanla çoğunluk tarafından benimsenerek kültürün bir unsuru haline geldi. Ne var ki, sosyolojik açıdan baktığımızda Anneler Gününün bizde çok farklı bir anlam kazandığını görüyoruz.
Anneler Gününün icad edildiği Amerikan toplumunda ve Batı toplumlarında, kişinin sadece kendi annesinin gününü kutladığı bilinmeyen bir gerçek değil. Oysa ne kadar uğraşsak da bizler o kadar bireyselci olamıyoruz. Annenin yanısıra büyük annelerin, nenelerin, çocuğu olmamış halanın, evlenmemiş teyzenin, ablanın; hatta kendisine evini açan arkadaşının annesinin de anneler gününü kutluyor insanlar...Bu davranışlar; kültürümüzdeki paylaşımcı değerin ve insanımızdaki şefkat, merhamet, takdir duygularının bir yansımasıdır. Sosyoloji dili ile, yabancı kültür unsurunun adaptasyonu, uyarlanması.
Kültürel adaptasyon/uyarlama, kendiliğinden veya zorla gündelik hayatımıza katılan bir yabancı kültür unsuruna yerli kültürün kendi özünü aşılaması, bilinçli olmasa da, varlık tasavvurunu yansıtması demek. Bunca değişimlere rağmen Türk toplumunu tarih boyunca ayakta tutan, assimilasyona/benzeştirmeye karşı bir dirence sahip olması kadar, adaptasyon yeteneğidir. Türkler, her zaman başka kültür unsurlarını uyarlayarak almış. Hem de bolca almışlar.
"Bu niçin böyle oluyor?" sorusunun sosyolojik cevabı yok. Ancak "Nasıl?" sorusunu sorarak uyarlama sürecini, nedenleri ile birlikte, açıklayabiliriz. Sosyolojik açıklamanın da ötesinde önemli olan, adaptasyon özelliğini kaybetmemek. Ama, itiraf edelim, "Giderek güçlenen iletişim teknolojisinin avucuna aldığı küresel dünyada, bu kadar yoğun bireysellik ve dünyevilik bombardımanı altında zamanla neler olur?" sorusu bile insanı ürkütüyor.
Olgu halini almış bir duruma itiraz etmenin ve tepki göstermenin pek faydası olmadığı bir gerçek. İnatlaşarak bir şeyleri değiştirmek veya değişmesini engellemek mümkün görünmüyor. Durumu melezleştirmeye çalışmak da fayda etmez. Sosyal bilimlerde moda kelimelerin büyüsüne kapılanların kulaklarını çınlatalım. Melezleşme ile ortaya çıkan, “ne ondandır, ne de bundan” dan başka bir şey değildir. Melezleşme hakim global kültürün, hedefleri doğrultusunda yapıp ettiklerinin bilimsel-terimsel kılıfıdır. Asıl mesele, etkisinden kaçınılması mümkün olmayan yabancı kültür unsurlarının yeni bir ürüne nasıl dönüştürüleceği meselesidir.
Dönüştürme, kendine uygun hale getirmek, yani uyarlamak demek. Global kültür bombardımanlarının altında savrulmak yerine kendine özgü hale getirmek, yeni ve kalıcı bir damga vurmak demek. Anneler Günü ile, toplumumuzun kısmen de olsa bunu başardığını düşünüyorum. Ancak sembolik anlamın belirginleştirilmesine ve derinleştirilmesine ihtiyaç var.
Kendi annelerimizin yanısıra, ilişki ağımız içindeki diğer anneler kadar, anne olmayan anne ruhlu kadınlarımızın da anneler gününü kutlamaya, güzel duyguları paylaşmaya devam etmeliyiz. Hatta devamından öte çoğaltmalıyız. Çocuğu olmayan bir hanım veya çocuğunu kaybetmiş bir anne, siz aramasanız da hüzün duyacaktır; ama arandığı zaman bu hüzne mutluluk da katılmış olacak. İnsanı yücelten duygular karşılıklı paylaşılmış, paylaşıldığı için de çoğalmış olur.
Tam da burada bir parantez açabiliriz: Anne olmayanlara veya annesiz olanlara, yine kültürün öz değerleri imdada yetişiyor. Bu sadece onlar için söz konusu değil. Hayat herkese şu veya bu şiddete dokunur. Bazen dokunmak ne kelime, cilveleri (sürprizleri) ile fena halde silkeler, yerden yere vurur, alt üst eder. Mevlana’nın “Bil ki, bu bela/derd, seni daha büyüğünden satın almıştır”; Merkez Efendi’nin “Her şey merkezinde” sözleri gibi hikmetlerle dolu olan bu irfan kültürünün değerlerini yaşamaya çalışanlar, kulluğu öğrenmek için gayret ederlerken bir de bakarlar ki, savrulmamayı öğrenmişlerdir. Hayatın tadını gerçekten çıkararak yaşayan onlardır. Egolarının sınırlarına sıkışmış bir halde birbirleri ile sahiplik yarışında olanlar değil.
Sosyal medyayı tercih edenlerin, kendisine az veya çok emeği geçmiş, yakın hissettiği kadınların da anneler gününü kutlaması çok önemli. Bu tür paylaşımlar hem yakın insan ilişkilerini besler, hem de kültürel değerlerin yaşatılması anlamında büyük bir değer kazanır. Zira toplum, bireysel eylemler dizisi değildir; ama bireysel eylemlere dayanan kompleks sosyal etkileşim ağları örüntüsüdür. Kararlı ve sürekli eylemler zaman içinde kompleks etkileşim örüntünün değişmesine yol açar. Olgu ile buluşturulduğunda bu terimsel ifadenin satır araları şöyle okunabilir: Kültürün maruz kaldığı rasyonel-çıkarcı, kibiri kendine güven zanneden ben-merkezci birey modelindeki kararlılık ve süreklilik boşuna değil. Bugün az olan, yarın çok olur; suyun rengi değişiverir. Madem ki sosyal dünyanın işleyişi böyle; istenilen sonucu vermeyecek olan bir direnme durumu yerine, işleyişin dinamiğine kendin olarak katılmak gerekir. Anneler Gününün ben-merkezli bir gün olmaktan çıkarılması ve ben-biz dengesini gözeten bir güne dönüştürülmesi için yapacaklarımız kararlı ve sürekli olduğunda, etkileşim örüntüsü daha farklı bir yöne doğru evrilecektir. Tabii bu evrilme örtülü veya açık dirençlerle karşılacaktır. Bundan doğal bir şey olamaz. Hatta ilk direnç kimi annelerden bile gelebilir. Böylesine özel bir günde, çocuklarının facebook sayfasında sadece kendi ile ilgili paylaşımlar görmek isteyen ben-merkezci anneler de olacak. Ne yapalım, bu da onların imtihanı. Çevresine hassasiyet gösteren bir çocuk, bir genç yetiştirmiş olmanın takdirleri sayesinde zaman içinde onlar da alışacaklardır. Bu topraklar birliği ve beraberliği sever; zira varlık tasavvuru, çoklukta tekliği/birliği görmek ve bulmak şifresinde saklıdır. Aslında bu varlık tasavvuru kültürümüze öyle sinmiştir ki, nefes aldığımız hava gibi farkedilmez. Hava bazen kirletilmiş olsa da, yine de hayatta kalmamızı sağlar.
Anneler Gününde bir arkadaş whatsapp üzerinden bir kutlama mesajı göndermişti. Tüm kadınlara seslenen ve doğurmasa da bir kadını anne yapan şefkat duygusuna sahip erkekleri de unutmayan bir mesaj. Anneliğe, kadınlığa, erkekliğe bakmadan insanları şefkat duygusunda ‘bir’ kıldığı, birleştirdiği için sonsuzluğa pencere açıyordu. Çoklukta tekliği gören ve çokluğu, tüm renklerini soldurmadan ortak öz-manada birleştiren bir varlık tasavvurunun gündelik hayata örtülü yansımasıydı:
doğurmuş...
doğurmamış...
doğurduğunu bağrına basmış...
doğurduğunu bağrına bile basamamış...
doğurmadığını bile bağrına basmış...
kendi anne olan...
vicdanı anne olan...
ruhu anne olan...
bütün kocaman yürekli kadınlara...
ve bir evlada anne gibi şefkatle sarılabilen adamlara selam olsun...
gidenler nur olsun...
kalanlar sağ olsun...
Önemli olan, tüm batı-dışı kültürleri 200 yıldır dönüştürmeye çalışan modern Batı medeniyetinin ibret ve örnek alınacak özelliklerinden faydalanıp güçlenirken, öze ait değerlerimizi niyet ve amellerimizle yaşatmaya çalışmak. Zor mu? Sanmıyorum. Yeter ki, bize ait varlık tasavvurunu idrak edebilelim ve bu tasavvuru, duygu-düşünce-eylem birliği halinde yaratıcı bir biçimde hayata geçirebilelim. Niyet halis oldukça, akıbet hayr olacaktır.