Felaketlerle dolu 2020 yılı bitiyor ve büyük beklentilerle 2021 yılına giriliyor. Pandemi nedeniyle bu yıl yılbaşı kutlamaları evlerde ve sosyal medyada olacak. Çünkü yılbaşında 4 günlük sokağa çıkma yasağı var.
Eğlence mekanlarında yeni yıl kutlamaları yapılamasa da evlerde ve sosyal medyada günün anlam ve önemine binaen çeşitli kutlamalar yapılacak ve sosyal medya mecralarında yılbaşı kutlaması temalı çeşitli çatışmalar yaşanacak. Bazıları bazılarını asimile olmuş, kültür ve inançlarından uzaklaşmış özenti tipler olmakla itham ederken; bazıları da bazılarını geri kalmış, cahil, bağnaz kimseler olmakla itham edecek. Bazıları da bu tartışmayı anlamsız bularak olanları dışarıdan izleyecek.
Peki bir kutlamanın toplum kesimlerini çatıştıran bir şey olması sadece yılbaşına mı özel? Tabii ki hayır.
Bayramlar, kutsal günler, önemli tarihler bizim toplumumuzda kutlamaların olduğu kadar bir çatışmanın da konusudur. Bu kavramların bizde bir çatışmanın konusu olmasına neden olan şey; bayramların, önemli tarih ve günlerin kültür ve inançların birbirlerinden ayrıldığı önemli noktaların göstergeleri olmasıdır. Yani her kültür ve inancın “kutsalı” kendisine göredir. Ancak güçlü ve üreten kültürler diğer kültürleri daima etkiler. Bu noktada “kendi kültürünü” tepki göstererek korumak mümkün değildir. Güçlü ve üreten bir kültür inşa etmeden içe kapanarak, ötekine sert tepkiler göstererek asimile olmaktan kurtulamazsınız.
Bu bayramlarda-özel günlerde tarafların birbirlerine karşı kullandıkları abartılı tariz içeren dili, zaman zaman hakaretleşmelere varan münakaşaları; fikir ayrılığı ve farklı yaklaşımlardan kaynaklı tartışmalar olarak görmek mümkün değildir. Çünkü tarafların kullandıkları dile ve argümanlara baktığımızda amacın aydınlanamamış insanları aydınlatmak ya da delalete düşmüş insanları hidayete davet etmek olmadığını görürüz. İtham eden, yaftalayan, tekfir eden, ihanetle suçlayan, bağnazlıkla itham eden, çoğu zaman ağır tahkir ve tahrik içeren bu dil bir çatışmanın dilidir. Tarafların kullandığı itirazlar ve itirazlara verilen cevaplar çoğu zaman ezberdendir. Tarafların maruz kaldıkları kültürel iklimde edindikleri doğru yanlış perspektifiyle ezberden kabul eden ezberden itiraz eden bir dille daha çok mevziiyi korumak ve yeni mevziiler kazanmak amaçlı bir dil kullandıkları görülür. Ötekini etkisizleştirmeye, yok etmeye yönelik bir dil iklimi: “Bunlar zaten gerici, bağnaz, ülkeyi geriye götürmek isteyen insanlar” ile “Bunlar zaten dinini, kültürünü yitirmiş bu topluma yabancılaşmış taklitçiler.” ekseninde gelişen bir dil. Bu tartışmanın tarafı olmayan dini ya da kültürel aidiyetlere takılmadan hayatı olağan akışında yaşayan önemli bir kesim de vardır.
Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı, Kandiller, Nevruz-Hıdırellez Kutlamaları, Noel-Yılbaşı, Paskalya Haftası, Hanuka Bayramı, Kakava Bayramı vb.
Ulus devletlerinin ortaya çıkışı sonrası modern zamanlarda yeni kutsalların ihdas edilmesi ile birlikte uluslara ait özel günler ve kurtuluş günleri de bizde bir çatışmanın konusudur: Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı vb.
Kapitalizmin vazgeçilmezlerinden olan günler de yine bizde bir çatışmanın konusudur: Doğum günü, Anneler Günü, Sevgililer Günü, Babalar Günü vb.
Aslında adı geçen tüm bayram ve günler dini bir mahiyet içerir. İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik inancına ait kutsal günlerin dini mahiyeti malumdur. Ancak ulusal bayramların dini mahiyet içermesi ya da Anneler Günü gibi bazı günlerin dini mahiyet içermesi anlaşılmaz gelebilir. Bu noktada modern zamanlarda geleneksel dinlerin etkisizleşmeye başlaması ile birlikte bu boşluğu doldurmak üzere geleneksel dinlerin yöntem ve araçlarını kullanarak modern zamanlara ait ideolojilerin nasıl dinleştirildiği, bunun kendiliğinden oluşmadığını, sistematik biçimde gerçekleştirildiğini Onur Atalay, İletişim Yayınlarından çıkan Türk’e Tapmak isimli doktora çalışmasında ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Modern insan için yeni değerler yeni “kutsallar” ihdas etmek modernizmin es geçeceği bir şey değildir.
Bu bağlamda bayramlar ve özel günler bizde bitimsiz ve yorucu bir çatışmanın temel unsurlarıdır.
Ramazan Bayramı’na gelmeden önce ramazan ayı da bir çatışma konusudur. Ramazan ayı bizde uzun yıllar “Oruç tutmayan şahsa dayak atıldı” manşetleriyle hayatımızda yer etmiştir. Toplumun bir kesimi ramazan ayında açıkta yiyip içmenin Müslümanlara ve İslam’a saygısızlık olduğu gerekçesiyle oruç tutmayanlara tepki göstermiş; toplumun diğer kesimi de laik ve çağdaş bir ülkede kimseye inançlarından ötürü baskı yapılamayacağını ve diledikleri gibi yiyip içeceklerini savunmuşlardır. Bu durum, bazı medya organları için kimi zaman gerçek, daha çok asparagas haberlerin konusu olarak “Oruç tutmayana dayak” manşetleriyle bir çatışmayı beslemiştir. Yine toplumun bir kısmı Ramazan Bayramı derken “çağdaş” olanlar Şeker Bayramı adlandırmasıyla bu bayramlarda ayrışmış ve bunu bir tartışma konusu haline getirmiştir. Bu tartışmalar geleneksel medyanın etkisini yitirmeye başladığı ve sosyal medyanın daha da güçlü olduğu günümüzde dijital iletişimin bir konusu olmayı sürdürmektedir.
Kurban Bayramı da toplumun bir kesimi için bayram diğer kesimi için hayvan katliamıdır. Burada da çağdaşlar ile dindarlar çatışır. Çeşitli argümanlarla birbirlerinin düşüncelerini çürütmek önemli bir motivasyondur. Geleneksel medyanın hâkim olduğu günlerde Boğaz’ın kızıla boyanmış görüntüsü, acemi kasapların hayvanlara yaptığı eziyetler ya da acemi kasap yaralanmaları manşetlere çekilerek konu çatışmacı biçimde gündemde tutulmuştur. Unutulması mümkün olmayan bir diğer çatışma da devlet destekli “laik kurumlar” ile dini cemaat, vakıf ya da derneklerin kurban derisi toplama çatışmasıdır. Laik kurumların hem kurbana “anlayış düzeyinde” karşı olması hem de kurban derilerini toplama arzusu bir başka başlıktır. Günümüzde de toplum kesimlerinin kurbanın bir katliam mı yoksa yardımlaşmayı teşvik eden bir ibadet mi olduğu üzerinden tarafların birbirlerinin inanç ve düşüncelerini çürütme çatışması sosyal medyada devam etmektedir.
Kandiller ise çağdaş kesim ile dindar kesimin değil de dindarların kendi içinde bir çatışma konusudur. Reformist, mealci ya da tevhitçi gibi çeşitli isimlerle adlandırılan dindarlar ile gelenekçi dindarlar arasında kandillerin vahiy temelli olup olmadığı, kandillerin kutsal günler mi yoksa bidat mı oldukları tartışması sosyal medyada dindarlar arasında en çok görülen tartışmaların başında gelir.
Nevruz-Hıdırellez kutlamaları da yine bir çatışma konusudur. Baharın gelişiyle yapılan kutlamalar Asya toplumlarının çoğunda -Türk, Fars, Kürt- görülen bir bayramdır. Bu da aslında dini bir mahiyet arz eder. Baharın gelişi sadece bu toplumlarda değil dünyada birçok toplum tarafından bayram olarak kutlanır. Yine Romanların bahar bayramını Kakava Bayramı olarak kutladıkları bilinir. Dindar Müslümanların önemli bir kısmı İslam dışı tüm gün ve bayramların kutlanmasını “dinden çıkmak” olarak nitelerler, ayetlerden ve hadislerden çeşitli referanslarla argümanlarını desteklerler. Bu bağlamda Nevruz dini bir çatışmanın konusudur. Hatta Nevruz’a Hıdırellez adı verilip bugün Hızır ve İlyas peygamberlerin buluşma günü kabul edilip meseleye İslami bir renk de katılmıştır. Ancak Sünni Müslümanların bu konudaki tutumu nettir. Nevruz aynı zamanda bizde ayrılıkçı bir hareketin sahiplendiği, buna karşı Türk milliyetçileri tarafından Ergenekon Destanı’na atıfla bu bayramın bir Türk bayramı olduğunun iddia edilmesiyle çatışmanın belirginleştiği bir bayramdır.
Noel – Yılbaşı bizde yine belirgin bir çatışma konusudur. Bazı milliyetçilerin ve dindarların oluşturduğu önemli bir kesim; Noel’in-yılbaşının bize ait değil Hristiyanlara ait kutsal bir gün olduğunu, bu nedenle bunu kutlamayacaklarını belirtirken; toplumun çağdaş kesimi Batılı ve gelişmiş toplumların bunu kutladıklarını, bizim de bunu kutlamamızın uygun bir davranış olacağını, bunun çağdaşlığın göstergesi olan gayet masum bir kutlama, bunu kötü görmenin ise bağnaz bir tutum olduğunu iddia ederler. Ve çatışma bu bağlamda devam eder. Burada çatışmaya bulaşmadan yeni bir yılı kutlamanın Noel’le ilgisi olmadığını ifade edip bunu kutlamakta bir mahsur görmeyen, hindi yerine tavuk yenilebileceğini hatta yeni yıla Kuran okunarak girilirse o yılın hayırlı olacağını düşünen bir kesim de vardır. Hatta bazı dini cemaat ve tarikatların o gece “bağlıları gaflete düşüp de kutlama yapmasınlar” diye alternatif programlar tertip ettiği hepimizin malumudur.
Cumhuriyet, Egemenlik ve Gençlik Bayramları da bir kesim için olmazsa olmaz kutsal günler olarak kabul edilip kutlanır. Bu kutlamalar devlet nezaretinde yasa ve yönetmeliklere uygun ve disiplinli bir şekilde yapılır. Bu bayramlarda kutlamalara istenilen coşku ile katılmayanlar ya da hiç katılmayanlar bu toplum için tehlikeli, irticacı tipler olarak görülür. Toplumun diğer bir kesimi bu bayramların Batılılaşma sürecinin, Avrupa kültürü tarafından asimile edilmemizin bir göstergesi olduğunu bu bayramları kutlamanın doğru olmadığı düşüncesini ifade ederler. Sosyal medyada bazıları bu bayramlarla ilgili coşkulu ve iğneleyici paylaşımlar yaparken, bazıları “paylaşım yapmazsam hakkımda ne düşünürler” kaygısıyla zorla paylaşımlar yapar, bir kesim de o gün alakasız paylaşımlar yaparak tepki göstermiş olur.
Tüm bu çatışmalarda kapitalizm de yerini alır. Doğum günü, Anneler ve Sevgililer günü gibi “hediyelik eşya piyasasının can damarı” olan günler; toplumun çağdaş ve duyarlı kesimleri tarafından gayet gürültülü ve gösterişli bir şekilde kutlanırken yine “bazı” dindarlar tarafından “bunların kapitalizmin bir oyunu olduğu, sevgi ve saygının tek günle geçiştirilemeyeceği, tüm günler sevgi ve saygı gösterilmesi gerektiği” argümanı ile çatışmanın konusu edilir.
Hristiyan, Yahudi, Süryani gibi azınlıklara mensup vatandaşların kutsal günlerinde siyasilerin ve devlet yöneticilerinin yayınladıkları kutlama mesajları da yine dindar kesim tarafından tepki ile karşılanır ve çatışma kültürü yaşatılır.
Maalesef bizim toplumumuz felaket zamanlarında da refah zamanlarında da önemli gün ve tarihlerde de çatışır. Bu aslında bir iktidar çatışması bir kültür çatışmasıdır. Görünen o ki hiç de bitmeyecek. Aslında “Lâ a’budu mâ ta’budûn. Ve lâ entum âbidûne mâ a’bud.”* noktasında uzlaşıp çatışmaya son vermek gayet mümkündür. Herkes kendi kutsalını kendisi için kutsal sayıp ötekinin başka kutsallar edinmesine karışmasa, kimse kendinin kutsalını ötekine dayatmasa bu çağ dönümünde, varoluşu tehdit altındaki insanlık için daha makul olur.
Kapitalizmin form değiştirdiği, siyasi coğrafyaların kara parçalarından bağımsız olarak mental düzeyde yeniden belirlendiği bir çağda hâlâ “kimin tanrısı kimin tanrısından daha büyük, kimin kutsalı kimin kutsalından daha kutsal” gibi çocukça bir çatışma bize sadece emek, enerji ve zaman, dolayısıyla geleceğimizi kaybettirmektedir.
Taraflar; artık birbirlerini etkisizleştirecek, yok edecek, birbirine mevzi kaybettirecek “ölümcül” bir dilde birleştiklerini fark etmek zorunda. Hiçbir tarafın, kendi tarafına kazandırabileceği bir zafer yok. Farklı taraflar değil de yok edici dilde birleşen bir kalabalık olarak trajik bir “mağlubiyet” bekliyor herkesi. Bunu görüp saygı ve tahammül iklimini besleyen, bilgi, fikir, sanat üreten yani güçlü ve zengin bir kültür inşa eden münbit bir dilde karar kılmaktan başka çıkar yol var mı?
*Kafirun süresi 2-3
"Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk etmem. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz."
Her konuda olduğu gibi…
Her konuda olduğu gibi bayramlar konusunda da; toplumun çeşitli kesimlerinin, kendilerince en doğru olduğunu düşündüğü görüşleri başkalarına nasıl dayattığını çok iyi anlatmışsınız. 21. yüzyılın neredeyse ilk çeyreği bitti ama insanlar hala başkalarının hayatına karışmamaya öğrenemedi. O insanlara birkaç şey söylemek istiyorum.
Ben Noel’i de, Nevruz’u da, Hıdırellez’i de, Ramazan’ı da kutluyorum; kime ne? Mutlu olmaktan kime ne zarar gelir ki. İnsanların inandığı dine, oy verdiği partiye, kutladığı güne, tuttuğu takıma karışmayın artık! Kimse sizinle aynı hayatı yaşamak zorunda değil. Hepimiz farklılıklarımızla o kadar güzeliz ki...
Mesela sırf Hıdırellez’i veya Noel’i kutluyorum diye beni doğru yola sokmanız gereken bir kayıp ruh falan olarak görüyorsanız hiç üzülmeyin; çünkü ben de sizi başkalarının hayatlarına burunlarını sokmaktan vazgeçemeyecek kadar kompleksli insanlar olarak görüyorum. Bu nedenle kendinize üzülmeniz daha isabetli olacaktır.
Tabii ki insanlarla fikir alışverişi yapabiliriz, karşı görüşlerimizi tartışabiliriz. Ama kimseye kendi fikirlerimizi baskılayamayız, kimseyi bizden farklı düşündüğü için kendimizden aşağı göremeyiz, kimseye öfkelenemeyiz. Kimseyi bizden farklı diye kafir veya günahkar falan da ilan edemeyiz. Kimseyi rahatsız edemeyiz kısacası, sadece medenice görüşlerimizi tartışabiliriz. Onu da sadece karşımızdaki kişi de yapmak istiyorsa yapabiliriz, zorlayamayız.
Allah aşkına bir hayal edin: herkes tek dine inanıyor, tek partiye oy veriyor, tek takım tutuyor, sadece sizin istediğiniz bayramları kutluyor; inanılmaz sıkıcı bir dünya gibi gelmiyor mu kulağa? Farkına varın artık, herkesi aynı fikre inandırdığınız o hayallerinizin dünyası; ulaşabilseydiniz bile sıkılıp 3 gün sonra eski dünyayı özlediğiniz bir yer olurdu. Her ne kadar herkese kendi yaşam tarzınızı dayatsanız da, aslında hiçbiriniz içten içe bunun gerçek olmasını istemiyorsunuz, emin olun.
Ben herkesi sadece insan olduğu için seviyorum; lütfen siz de artık insanları sadece noel kutlamadığı için, sadece sizin inandığınız dine inandığı için veya sadece sizin oy verdiğiniz partiye oy verdiği için sevmeyin. Allah ona can verecek kadar sevmiş onu, biz kimiz ki sırf farklı diye sevmeme hakkımız olsun.
Herkesin doğru yolu kendi hayatıdır zaten, bir şeride iki araç sığar mı?
Yeni yorum ekle