Bugün 12 haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü.
Çocuk işçiliği; bir çocuğun sadece çocukluk yıllarının değil yetişkinlik yıllarının da yaşam kalitesini düşüren, çocuğu fiziksel ve psikolojik olarak örseleyen ekonomik istismar türüdür.
Çocuk işçiliği ile mücadelede ülkemizdeki gelişmeleri, duraksamaları ve çocuk yoksulluğunu etraflıca ele almak niyetindeyim. Ancak ülkemize ilişkin değerlendirmeler bir sonraki yazının konusu olacak. Evvela bu yazı ile çocuk işçiliğiyle mücadelenin sanayi devrimine uzanan tarihçesine kısaca göz atmanın yerel ve global gelişmeleri birlikte değerlendirmede yararlı olacağını düşündüm.
***
Avrupa’da sanayi devriminden sonra köylerden kentlere akın eden kitleler emek piyasasını oluşturmuştu. Emeği ile geçimini temin eden bu yeni sınıf “işçi sınıfıydı”. Yaşanan devasa açlık, sefalet, işsizlik bu işçileri fabrikalarda karın tokluğuna çalışmaya mahkum etti.
Sermayenin “emek gücünü” hiçbir sınırlama olmaksızın kullanması sömürüye dönüştü. Sermayenin zenginleşmesindeki kuralsızlık beraberinde korkunç bir adaletsizliği getirdi.
Sanayi devriminin özellikle ilk döneminde işçiler günlük 16-18 saate kadar çalışmalarına rağmen sadece karınlarını doyuracak kadar yiyecek alabiliyordu. Bu çalışma koşulları nedeniyle ailelerine bakamayınca kadınlar ve çocuklar da yaşamak için çalışmak zorunda kaldı. O dönemi anlatan eserleri okuduğunuzda can yakıcı sefaleti iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Hamile kadınlara doğum izni dahi verilmeyen kuralsız ve insafsız bu düzende, fabrikalarda erken ve ölü doğumlar yaşandı. 6-7 yaşındaki çocukların dahi karınlarını doyurabilmek için çalışmak zorunda kalması sefaleti pekiştirdi. Kadınlar ve çocuklar ağır sanayide acımasızca çalıştırıldı. 10 yaşın altındaki çocukların emekleri madenlerde sömürüldü. Pamuk atıklarını makinaların altından toplamak için 4-5 yaşlarındaki çocukların dokuma fabrikalarında 12 saate kadar çalıştırıldağı bir düzen, insafsız bir dönem yaşandı bu dünya tarihinde.
Avrupa’daki bu ağır çalışma koşulları, uykusuzluk, yeterli beslenememe nedeniyle çocuk ve gençlerde hastalık ve sakatlık oranları yükseldi. O kadar ki Fransa’da askere alınan on bin gencin dokuz bine yakını hastalıklı ve sakattı. Bu ve benzeri çarpıcı olayların yaşanması üzerine nihayet “toplum sağlığının” tehlikede olduğu fark edilebildi. Böylelikle sosyal politika tedbirleri ülkelerin gündemine girebildi.
Sosyal politikanın gündeme gelmesinin insani nedenlerden değil, yaygınlaşan sakatlık ve hastalık nedeniyle “ulusal güvenlik” kaygısından kaynaklanması ise insanlık adına utanç vericidir.
Ağır çalışma koşullarının neden olduğu “sağlıksız topluma” yönelik ilk tedbirler İngiltere Parlamentosunda alınmıştır.
1802 yılında çocuk sağlığına ilişkin ilk yasa çıkarılmış, 1819 yılında ise dokuma sanayiinde 9 yaşından küçüklerin çalıştırılmasını yasaklanarak, 10-16 yaş arasındaki çocukların çalışma süresi günlük 12 saat ile sınırlandırılmıştır.
İleriki yıllarda İngiltere’de, Almanya’da, Fransa’da aşama aşama çocukların asgari çalışma yaşlarını düzenleyen ve çalışma saatlerini sınırlayan yasalar çıkarılmıştır.
19. yüzyıla gelindiğinde, çocukların korunmasına yönelik bu önlemler yavaş yavaş yetişkinleri de kapsamaya başlamıştır. Sosyal politika tedbirleri ve getirilen sınırlamalar, önceleri “sanayi hukuku” sonrasında “iş hukuku” adını alacak olan yeni bir hukuk dalı yaratmıştır.
Çocuk işçiliğiyle mücadelede 1919 yılında kabul edilen ilk ILO Sözleşmelerinden biri 5 No’lu Sözleşme olup, sanayide asgari yaşa ilişkindir. Sonraki yıllarda bu sözleşmeyi, tüm sektörlerdeki çocukları kapsayan ve asgari çalışma yaşını düzenleyen diğer ILO Sözleşmeleri takip etmiştir.
1959 yılında Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisi kabul edilmiş; çocuğun hiçbir şekilde ticari metaya dönüştürülemeyeceği, hiçbir durumda sağlığına, öğrenimine, zarar verebilecek ya da bedensel, ruhsal ve ahlaki gelişimini olumsuz etkileyecek bir meslekte veya işte çalıştırılamayacağı belirtilmiştir.
1961 tarihinde 13 Avrupa Konseyi üyesi tarafından Torino’da imzalanan Avrupa Sosyal Haklar Anlaşması’nda çocuklar ve gençlerin özel olarak korunması gerektiği belirtildikten sonra; çalışma yaşı 15 olarak kabul edilmiş, bu yaştan küçüklerin “hafif işlerde” çalıştırılabilecekleri fakat eğitimlerine ilişkin tedbirlerin alınması öngörülmüştür.
1990 yılında New York’da “Dünya Çocuk Zirvesi” gerçekleştirilmiş ve bu zirvede her çocuğa daha iyi bir gelecek sağlamak için acil yapılması gerekenleri içeren evrensel bir çağrı yayınlanmıştır. Bu zirve ile çocuk işçiliği ile mücadele konusu dünya gündemine taşınmıştır. 1992’de ILO Çocuk İşçiliğinin Ortadan Kaldırılması Uluslararası Programı’nı (IPEC) başlatmıştır.
1995’de Kopenhag Sosyal Gelişme İçin Dünya Zirvesi’nde bir bildirge ve eylem planı kabul edilerek çocuk işçiliğinin yasaklanması için bütün ülkelere çağrıda bulunulmuştur. 1998’de ILO üyesi tüm devletlere çocuk işçiliğini ortadan kaldırma yükümlülüğü getirilmiş, 1999 yılında 182 sayılı Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi kabul edilmiştir.
2002 yılında düzenlenen konferansta ILO, 12 Haziran’ı Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü olarak ilan etmiştir.
Çocuk işçiliği devletlerin tek tek ulusal sorunu olmayıp, uluslararası bir sorundur. Çocuk işçiliği gelişmişlik düzeyinden bağımsız olarak hemen her ülkede görülen bir olgudur. Gelişmişlik düzeyi yükseldikçe çocuk işçilerin sayısı azalsa da, refah seviyesi yüksek zengin ülkelerde dahi çalışmaya mecbur olan çocuk işçiler vardır.
Gelişmişlik düzeyi yüksek zengin ülkelerde de çocuk işçiliğinin var olması, bizler için teselli olmamalıdır.
Çocukluk çağındaki yetişme koşulları, yetişkinlik yıllarındaki yaşam kalitesini doğrudan etkiler. Eğitimle donatılarak yetişkinliğe hazırlanması gereken bir çocuğun ekonomik kaygıların içine düşmesi telafisi imkansız bir kayıptır.
Bir çocuk bir hayattır.
Sonraki yazıda ülkemizdeki çocuk işçiliği sorunu etraflıca değerlendirilecektir.
Yeni yorum ekle