Birden hava soğuyacakmış. Ama gelip geçiciymiş.
Ama nedense sonbaharın hüznünü yaşamadan sıkıntılı bir atmosfere hazır değilim. Sonra, sonbahar hüznünün ayrı tadları da var. Bu öyle olmayacakmış, belli. Hani insanın hiçbir şey yapmak istemediği zamanlar var ya, onu mu yaşayacağız yoksa. Ortamı ısıtmak için televizyonu açıyorum. ABD başkanı BM’de konuşuyor. İnsicamsız bir konuşma. Amerikayı koruma gayretini yansıtan bir retorik. Araya biraz vatanseverlik sosu serpiştiriyor. İşine gelmediğinde küresel kurumları eleştiriyor. Ben yoksam dünyada yok dedirten bir hava. Sosyalizme çatıyor. Çine karşı korumacılıkta kararlılık vurgusu havada uçuşuyor. Benimle iyi geçinene yardım ederim arkadaş, haddinizi bilin diyor.
Bu açmadı…Zaplamam lazım.
Birkaç ay önce meydan okuyup umursamadığımızı belirttiğimiz ülkelerle aramızı düzeltmek için hummalı bir gayret içindeyiz.
Sahi AB’yi unutmuştuk. Biraz ona yanaşsak. Öyle ya ticaretimizin nerdeyse yarısı AB ülkeleriyle. Avrasyacılık ağzımızda buruk bir tad bırakıyor.
Soçide çaresizlikten avcumuzun içine ateşi aldık. HTŞ’yi nasıl yola getireceğiz. Rusya ve Esed Halep’ten Lazkiye’ye giden yolu güvene almak isteyecekler. Kolay iş değil.
Rusya Suriye’ye S- 300 savunma sistemi kuracak. İsrail, aman yapmayın etmeyin, uçağınızı ben vurmadım diyor.
Erdoğanla Putin arasında Fırat’ın doğusunda bir işbirliğinden söz ediliyor. ABD bu bölgede oyunun dışında kalmayı hazmedecek mi ?
Şu Brunson başımızın belası. Ekimde yargı bari bizi rahatlatsa, havalarındayız.
Sıcaktan soğuğa dönen bir hava. Boğucu. Biraz yağmur sıcağını andırıyor.
Kalkıp biraz alışverişe gitsem..Mahallemizin ‘sosyete pazarı’ hem yakın, hem de aradığın her şey var. Belki biraz hummalı alışveriş yapan insanların neşesi coşkusu da bulaşır bana, canlanırım. Soğan dolması, lahana sarması, bulgur köftesi. Ev kadınlarının el emeği . Unuttuğum tadlar biraz kötümserliğimi dağıtabilir.
Ankara dışındaydım uzun süredir. İş, güç, hastalık… Fiyatlarla karşılaşmam neşemi kaçırdı. Kendime biraz zaman tanımam lazım. Alışırım mutlaka. Etiketlerle birbirimize dik dik bakıyoruz. Bir iki esnafa diklenecek oldum, dövizden girip akaryakıttan çıktılar. Ağzımın tadı kaçtı.
Aaa şu benim cevizci kız değil mi ? Diyetime de uygun. Biraz ceviz almalı. Sakın fiyatı sorma ! Hiçbir şey yokmuş gibi davran.
Sonra biraz köfte biraz sarma…
Eve döndüm. Sıkıntıdan ekranı açtım….Esnafın şikayetlerinden gözüm dövize gitti. Eh, işte düşme trendine girmiş. Kurun yanında yönü aşağı dönük kırmızı ok. Zaten Allahtan döviz borcum yok.
Sanatçıların düşme pozlarına başörtülüler de katılmış. Eh her şeye katılıyorlar, buna da katılsınlar bakalım. Dindar burjuvazi yetiştirirken bu kadarına katlanmalı canım !
Macrondan İsrail’e eleştiri. BM genel sekreteri dünyadaki haksızlık ve zulümlere yönelik sözler sarfediyor. Off içim sıkıldı yine.
Buldum. Müzik dinlemeli. Elim nerden gitti, gitmez olaydı. Bir Kerkük hoyratı olmalı. ‘Baba bugün kebapçıyam közüm yok’. İşin kötüsü kopamıyorum. Yerimden kalkamıyorum. Mıknatıslı bir ses.
“Kebap köz evin deler
Sürme göz evin deler”.
Hadi burayı atlıyayım. Aşık olan aşık olsun bana ne.
Birden bir toplumsal eleştiri. Şimdi bunun yeri var mı yani !
“Aslan çakal oluptı
Çakkal aslan oluptı
Dad ey dad ey dad ey”.
Biraz ötedeki kağıt toplayan çocuk çöple hummalı bir mücadele içinde. Güneş birkaç günlüğüne bizi terkedeceğini ima eden kanlı gözleriyle balkonu tarıyor.
Ben gözlerimi ufka dikiyorum. Batan güneşin kızılımsı ışıkları gözlerimi tırmalıyor.
Akşam namazına da çok kalmadı.
Şairin dediği gibi seccademin alnıma koyacağı teselli öpücüklerini özledim.