Evet yaş yetmiş olmuş.

İnsan her doğum gününü değişik duygularla idrak ediyor. Genç yaşlar genellikle umudun hayaller için verimli bir toprağa dönüştüğü yaşlar kuşkusuz. Yaş ilerledikçe ister istemez muhasebeler çoğalmaya başlıyor.
Ben hangisinde mi oldum? Bunun cevabı insanın hayatına ne biçtiği sorusuyla ilgili. Hem kendi hayatına, hem çevrendeki hayatlara ne anlam biçtiği, hem de toplum için duyduğun sorumlulukla ilgili. Bunun içinse biraz geriye gitmek gerekiyor.
Daha önce de yazmıştım, tekrar olmasın. Birkaç bin nüfusluk bir taşra kasabasında 6 çocuklu küçük bir esnafın ailesinde dünyaya gelmişim. Elbette ben de herkes gibi kişiliğimi, kimliği kuran dinamikleri sık sık kendi kendime analiz etmeye çalışıyorum. Kürt-Türk, alevî-sünnî bir nüfus profilinin içerisinde büyümek bu dinamiklerin biri olsa gerek. Ama zar zor okuma bilen halk bilgesi, belagat ve nükte sahibi bir babanın bu ortamda oluşturduğu istisnai bir hoşgörü yaklaşımı olmasaydı, bu profilden farklı etkilerle çıkmam da mümkündü herhalde. Allah mekanını cennet eylesin.
Doğduğum tarih, sosyal medyada sık sık viral olan bir paylaşımın ifade ettiği gibi birçok dönemi hızlı yaşamak zorunda olduğumuz bir zamana denk geldiği için ben de ister istemez –farklılıklarıma rağmen- bu kuşağın izlerini taşıyorumdur. Nedir bu tarihsel dönüm noktaları: 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz bu dönemin siyasal kriz noktalarının en önemlileri.
Teknolojik olarak yaşanan değişimler ise herhalde en baş döndürücü olanı. Telefonla görüşmenin sadece PTT şubelerinde mümkün olduğu, derslerimizi gaz lambası ışığında yapabildiğimiz bir dünyadan yapay zekanın dijital dünyasına fırlatıldık adeta. Bu baş döndürücü değişimleri babasından sık sık dinleyen küçük yeğenimin sorduğu: ”Baba siz doğduğunuzda yazı icad edilmiş miydi?” sorusu bir kuşakta bile yaşanan hızlı değişim algısını göstermesi bakımından beni sürekli gülümseten bir soru olarak duruyor kafamda.
Eveeet gelelim bana. O küçük kasabadan ayrılışımla, 14 yaşımda bir başımda başlayan mekan değişikliklerinin yaşattığı kültürel değişimlerin, kişiliğimi belirleyen önemli bir faktör olduğunu düşünüyorum. Evet oradan oraya hayatla bir başına mücadele etmek ve bununla, yaşanan siyasal, toplumsal, fikrî çalkantıların içerisinde baş edebilmek, sanırım bu kuşak gibi beni de ayakta kalma konusunda fitilleyen faktörlerin başında geliyor. Elbette babamın aşıladığı çalışma gayreti ve insanları anlama yaklaşımı hep temel dinamik katalizör olmuştur.
Beni bu kuşakta farklı kılan önemli bir unsurun da erken yaşlarda yabancı dillerle tanışmam olduğunu düşünüyorum. Kör döğüşüyle iğdiş edilen bir ülkede her dil bir yeni dünya demekti. Çok erken yaşta başlayan dünya yolculuğumun çok sayıda (80’e yakın ülkeyi) görmemle sonuçlanması, babamın o, anlama yaklaşımını zenginleştirdiğini söylemeye bile gerek yok. Soğuk savaşın iki kutuplu dünyasında muhafazakâr bir kesimin içinde büyümeme rağmen, beni hep sağduyuya çağıran bu içimdeki ses oldu.
Maalesef yıllar, beni tedirgin eden ve hep mesafeli yaklaşmaya çalıştığım o soğuk savaş psikolojisi ve ideolojisi konusundaki öngörümü hep haklı çıkardı. Zaman zaman ülkem adına sevincini duymak için umutla beklediğim o filizler, maalesef daha yeşeremeden kurutuldu.
Son on yılın toplum ve ülkem adına hayal kırıklıkları ise sayılamayacak kadar çok. Sözleşme kültürünü oluşturamayan bir toplumun değişik kesimlerinin iktidar değişimlerinde çıkarabildikleri derslerden sınıfta kalmaya devam ediyoruz. 2000 öncesinin radikal kemalist/seküler mağdurları olan muhafazakârların, güç elde ettiklerinde geliştirdikleri kavgacı, rövanşist dille lümpenleşmeleri ve sürecin çıkışı olmayan bir toplumsal kan davasına dönüşme riski... Her konuyu anında bir kutuplaşma aracına dönüştürmemizin başka bir açıklaması mı var?
İsterseniz bu ağır gelebilecek analizlerden sonra gelelim 70 yaşıma.
Öncelikle şunu söylemem gerekir ki her yaşın bir güzelliği var sözünü uzun bir süre için hep yaşadım. Kişisel deneyimlerim, hayatın 40 yaşından sonra daha güzelleştiği. Sizin ulaştığınız idrak ve deneyim dünyası bu yaşlarda hayatı daha dolu dolu sunuyor önünüze. Ancak, bundan sonrası için farklı değerlendirmelerle giriyorsunuz her yeni yaşa. Ama en önemli gerçek, yazının başında söylediğim gibi hayata, yakınınızdakilere, dünyaya, topluma ne anlam biçtiğinizle ilgili. Sizin hayat dinamizminizi yaşa ‘rağmen’ belirleyen bu. Ortaya koyduğunuz emek ve sorumluluklarınız konusundaki iştiyakınızı diri tutmanız, özellikle 60’lı yaşlardan sonraki hayatınızı belirleyen en önemli faktör.
Yine yazının başına gelelim. Evet, “Bakalım neresindeyiz ömrün?” sorusu, işte bu nedenle anlamlı bir soru. Ben yayıncılık hayatıma, kendilerine değer biçmekten aciz olduğum arkadaşlarım ve dostlarım sayesinde 60’lı yaşlardan sonra hız verdim desem, yanlış bir söz söylemiş olmam diye düşünüyorum. Hem de en az maddi imkan ve desteğin olduğu bir zeminde birlikte olduk. Bu dostlarla hayatım zenginleşti, yaş almanın zevkini de onlarla yaşadım.
Bu güzelleme size romantik gelmiş olabilir. Elbette ilerleyen yaşlarda fiziki ve sağlık sorunlarınız çoğalır. Bunu görmezden gelelim demiyorum. Bunları da hayatın engelleri değil gerçekleri olarak algılayalım diyorum.
Aslolan, insanın hayatta emeği ve ilkeleriyle mücadele edip ayakta durması. Elbette arafta durmak değil. Ama onun bunun yanında olmak da değil, hakikatin, doğruların yanında olmak. Mücadeleyi oportünist ve pragmatist bir makyavelizmle sürdürmek zaten seni sen olmaktan çıkarıyor. Olmazsa olmaz olan başarı değil.. İlkeli bir duruşla ayakta kalmak. Kimliğin duruşundur.
E bu benim de hikayem
E bu benim de hikayem
Herhalde Hasan hocam. Ben…
Herhalde Hasan hocam. Ben sadece kendim için yazmadım.
Yeni yorum ekle