DÜNYA NEREYE GİDİYOR ? - II

25 Aralık 2016

İster kabul edelim, ister inkar edelim: Doğa yasaları 'simetrik' işliyor, toplumsal olaylar 'asimetrik' gelişiyor. İnsanlık tarihinde hiç bir zaman aynı sebebler aynı sonucu doğurmadı. Fakat fizik kuralları hep aynı kaldı. Newton Yasası gereği; tüm zamanlarda ve tüm ülkelerde elma ağacındaki meyveler - vakti gelince - yere düştü.

Tartışmalarda kendini haklı çıkarmak için muhalifleri yalancılık ve sahtekarlıkla suçlayarak susturmak çok kolay. Bu durum Platon’un, Sokrates’in ve Aristoteles’in sofistlere karşı yürüttüğü mücadeleden beri böyle. Eski tanımıyla 'hakikat' 'adaequatio intellectus et rei', yani dünya ile uyumlu bilgidir. Acaba rakibimiz çarpıtıyor mu yoksa yanılıyor mu? diye düşünmeden kabul etmemiz gereken bir şart ve aynı zamanda görüş birliğinin sağlandığını  gösteren bir kavram.

Ancak gerçekleri sorgulamak da düşünce tarihinde var olan eski bir gelenek. Orhan Pamuk 'Masumiyet Müzesi'ni yazmadan çok önce, Nietsche'den başlayarak, Amerikan Pragmatizmi ve Postmodernizm bir bakıma bu sorunu esastan çözmüştü. Tüm bu saydığımız fikirleri bir teknede yoğuran Richard Rorty daha ileri gitmiş ve kendimizi - ironik şekilde – 'hakikat' ten korumamızı istemişti. 

''Nietsche, Derida ve Foucoult gibi yaratıcı ironistlerin aradıkları türden bir özerklik sosyal kurumlar tarafından asla gerçekleştirilemez. Özerklik tüm insanların içinde tuttukları bir şey değildir, bazı özel kimselerin kendini yaratarak elde etmeyi umduğu ve onlardan  bazılarının eriştiği bir şeydir. [Yeryüzünde] zulüm ve acıyı önlemek isteyen liberallerin bir arzusu sayılamaz.'' Bu cümleleri Richard Rorty, postmodern toplumun üç ayağı olarak tanımladığı ''Olumsallık, İroni ve Dayanışma'' kitabında sarfediyor.*

Rorty, Nietsche ile birlikte, siyasal iletişimi teyakkuza geçmiş ''metafor ordusu'' olarak görmektedir ki kısmen doğrudur. Ama siyaseti  - sivil demokratik dayanışma anlamında - 'özgünlük', 'saflık' ve 'duyarlılık' metaforları ötesinde bir alan sayar. Ona göre 'merhamet' ancak okuyucusu bol şairlerin özel uğraşısı olabilir, başka bir şey değil. Liberal demokrasilerde ahlaki değerler (fazilet ve erdem gibi) bireyin kendini mükemmelleştirmesi açısından yararlı olabilirler ancak kamuoyuna mal edilemezler.  

Eğer Rorty haklıysa, artık toplumlar ahlaki yönden olgunlaşmış ya da küresel paradigma kazanmış ise, halkın 'güçlü lider' özlemi için ne bir anlam çıkarabiliriz ne de yükleyebiliriz. Aksine herşeyi tarihselleştirmek zorunda kalırız.

Hafızamızı güncelleştirdiğimizde eski değerlerle/metaforlarla bir işimiz kalmadığını fark ederiz. Teknolojinin son imkanlarıyla inşa edilmiş bir 'yüzyıl projesi' için  isim ararken maziye saplanıp kavga çıkartıyorsak, bir şeylerin yanlış gittiğini anlamamız gerekir. 

Mesela; tam 150 yıl önce yazılmış 'Das Kapital' de okuyoruz ki Karl Marx en küçük icatlar da bile heyecana kapılmaktadır: "1862 Londra Sanayi Fuarı'nda sergilenen Amerikan menşeli bir makine kağıtları kesiyor, katlıyor, yapıştırıyor ve dakikada 300 adet kesekağıdı hazırlıyor''. Bu öykü hep böyle devam etti. Medeniyet; Lenin için 'elektrik', Stalin için 'traktör' idi. Muasır medeniyet seviyesine çıkmak isteyen Türkiye'de ise önce 'demiryolu'(Atatürk), sonra 'karayolu'(Menderes)ve ardından 'havayolu'(Özal) prestij konusu oldu.Siyaset dünyamızı mütemadiyen 'Barajlar Kralı'(Demirel) ve 'Ağır Sanayi Hamlesi'(Erbakan) gibi mühendislikvari yaklaşımlar belirledi. Şimdilerde 'Avrasya Tüneli' ile 'Kanal İstanbul' övünç kaynağımız.

20.yüzyıl bittikten sonra ön/yapılandırmacı yaklaşımın gereği kalmadı. Çünkü artık 'gerçek' hazırlanıyor, bulunmuyor. Gerçeği hazırlamak fikri 'göreceli bakış tarzını' yeniden canlandırdı.Asıl gerçek erişilmez oldu, ve çoğulcu yapılar içinde yitirilen bir 'büyük anlatı'ya dönüştü! Bu yeni durum korkunç sonuçlar doğuracak. Günün birinde yalnızca modern ve akılcı düşünenler değil, vahiy gerçeğini benimseyen muhafazakar aydınlar da bu inkarın bilgi dağları doğurduğunu ve insanlığın onun altında ezildiğini görecekler. Google, Facebook, Apple gibi şirketlerin geliştirdikleri algoritmalar sayesinde topladıkları kişisel bilgiler 'yeni dünyalar' inşa edebileceği gibi, mevcut dünyamızı da yok edebilir.

'Hakikatsizlik' bünyemizde iki türlü tahribat yapabilir: İlki toplumsal yapıların çözülmesi, diğeri onunla irtibatlı dolaylı bir dönüşüm: Küresellik olarak sunulan 'One-World' ideolojisinin kendi gerçeğini dayatması. Etnik ve mezhep temelinde bölünmeyen bir ülkenin yaşam tarzı farklılığı yüzünden kültürel kopuşlar yaşaması bu çerçevede üzerinde durulması gereken bir ihtimaldir. 

Anlaşılan bu açmaz uzun sürecek. Bildikleri ve öğrendikleri gerçeklerin birer birer çöktüğünü görüp şaşıranlar ya da şüpheye düşenler aşırı tepkiler verecektir.** Bana göre bu postmodernizmin mirası, hatta gerçek kavramını yok etmek üzere onun tetiklediği bir 'diyalektik'. İçinden çoğulcu bakışlar keyfiliği çıkmadı, aksine ilmin 'mürşit' olduğuna ya da 'bilimsel kanıta' inanan kimse kalmadı..  


* Foucault ''Cinsellik ve Hakikat'' başlıklı yazısında düşünce, arzu ve konuşmamızı hazırlayan bir tür semantik 'aparat'dan bahsediyor. Bu cihaz kasıtsız (iktidar manivelasının başında kimse yoktur) ve kaçınılmaz (somut düşünce öncesidir) işlemektedir. 
 **Kur'an-ı Kerim'de şüphe ile alakalı 20 ayet geçiyor. 

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 177 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.