İnsan Odağında, İnsan İçin Sanat…
Edebiyat ve felsefenin kendi içinde sınırlılıkları olan alanlar olduğu söylenebilir. Her ikisinin odağında insan vardır. Yine her ikisi de kişinin içinde yaşadığı dünya ile gerçekte var olan dünya arasında köprü görevi görür. Ortak araçları dildir. Dili etkin bir biçimde kullanmak; bireyin bilişsel, duyuşsal ve devinişsel sınırlarını genişletmek gibi uğraşıları vardır. Bunun yanı sıra her ikisini birbirinden ayıran özellikleri de bulunmaktadır. Edebiyatın bireye bir şeyler öğretme çabası yoktur, fakat duyumsatır ve farkındalık becerisini devindirir. Felsefe ise geneli kapsayan bir alandır. Kişinin kendi benliğinden başlayarak dünyayı anlamlandırması ve bu sürece eşlik eden problemleri sorgulamasını sağlar. Her ne kadar birbirleriyle ilişik olsalar da felsefe ve edebiyatın düşünsellik süreci aynı değildir. Edebiyat belki tek bir sözcük ile bu süreci başlatırken felsefe zorunlu olarak dolaylı ya da doğrudan tutarlı çıkarımlar aracılığıyla süreci olgunlaştırır. İkisinde de bu sürecin değişen, dönüşen ve devinen bir yapıya sahip olduğu söylenebilir. Her iki alanda, kendi yöntem ve tekniklerini kullanır. Toplumların yaşadığı sorunlara çok yönlü bakış açısı ile yaklaşır. Bu anlamda felsefe bunları yaparken pek çok alanla ilişki kurar. Her ikisininse birbiriyle dengeli bir biçimde etkileşim kurması oldukça önemlidir. Çünkü felsefeyi edebi bir metinde yakalamak mümkündür. Yine iyi bir edebi eserin felsefi yanı hiç kuşkusuz bulunmaktadır. Bu anlamda birbirine uzak gibi görünen bu iki alanın bir bütüne dönüştürülmesi; tıpkı insanın bellek ve yüreğinin bütünleşmesi gibi düşünülebilir. Çünkü insan yalnızca ne yüreği ne de belleğiyle öze ulaşamaz. Her ikisini devindirerek, dengesini sağlayan bir teraziye benzetebiliriz. Terazinin kefelerinden birisinde bulunan felsefe anlatır, diğer kefede bulunan edebiyat ise duyurur. Uyumu yakaladıklarında birbirlerini ağdırmazlar.
Öte yandan iyi bir felsefe alt yapısına sahip olan bir kişinin edebi eserleri okuyuşu da başkadır. Özellikle bazı sağlam yapıtlarda olay örgüsünün derinlerinde filizlenen düşünsel öğeler sıradan okuyucular tarafından fark edilemeyebilir. Bu anlamda iyi edebiyat eserlerinde gizlenen felsefi düşünce derinlikli ve eleştirel bir okuma becerisi ile fark edilebilir.
Farkındalığın artırılmasında nitelikli edebi eserlerin aynı zamanda iyi bir felsefi düşünüş kaynağı olduğu da söylenebilir. Felsefeyi, pergelin sabit ucuna benzetecek olursak çemberi çizen diğer ucun edebiyat olduğu benzetmesi yapılabilir. Odak noktasında olan felsefe, edebiyatı kendi çevresinde iç içe geçen çemberler aracılığıyla kendine doğru yakınlaştırır. Bu anlamda sanatın bir dalı olan edebiyatın ve felsefenin çabası odak noktada birleşir. İşte tam bu noktada edebiyat ve felsefenin bütünleştiği yeni bir oluşumdan söz edilebilir.
Bu anlamda her ikisinin de odak noktasında birleştikleri nitelikli edebiyat eserlerini incelemek oldukça önemli. Tabii bu sürecin değişen ve dönüşen bir süreç olduğunu unutmamak gerekir. Çünkü edebi bir eserin düşündürmesi, okuru da etkisine alacaktır. Dıştan başlayarak, benliğine ulaşmasına olanak sağlayacaktır. Aksi durumda bireyin kendisinden uzaklaşmasına, yabancılaşmasına ve boş bir hayal âleminde gezinmesine neden olmaktan öteye gidemeyebilir. Oysa söz konusu; insanın özüne dönmesini sağlayabilmektir. Özü ararken hakikate ulaşması; hakikate ulaşırken de Hak’ka yönelmesidir. Bu yönelim, kişinin gerçek anlamda yaşamının amacını belirlemesi noktasında önemi bir gerçektir. İnsanın aşkın ve içkin bir yapıya sahip olduğu düşünüldüğünde nitelikli edebi eserler aracılığıyla insanın aşkınlığının devinmesi söz konusudur. Birey kendisine sunulan bu sanatsal ürünlerin tutsağı olmadan; hür istenciyle iyi ve doğru olan tüm değerlere ulaşmak için var oluşuna aracı kılar. Ortak olan iyi idealini gerçekleştirmek için çaba gösterir. Buradan hareketle, sanat ve ahlakın iç içe geçen yapısı ve önemi vurgulanabilir. Ahlak, bireyin üstün ve ideal olan yaşama ulaşmasını olanaklı kılar. Dolayısıyla insanca yaşanılası bir dünyanın inşa edilmesine rehberlik edebilir. Bunu gerçekleştirirken en büyük desteği hiç kuşkusuz sanattan alır. Sanat ve ahlak; bir çatının birbirine dayanmış temel direkleri gibidir. Dengeli bir biçimde inşa edilen bu çatı; kişiyi barındığı dünyasında olası tehlikelerden korur. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi… Aksi durumda sanat ve ahlak arasında denge kurulamazsa çatı çöker; insanın insan olma yolundaki süreci zarar görebilir. Bu zarar direkt insanın ruhuna etki eder. Ruhu olumsuz etkilenen insanların yol açtığı sorunlar kaçınılmaz bir çıkmaza sürüklenir. Bu çıkmazda, insanların duyarsızlaştığı, doğayı yok saydığı, haksızlığın egemen olduğu ve bu sorunlardan kaynaklı doğan yeni sorunlarının bitip tükenmez süreci baş gösterir. Bu anlamda insan ruhunun sanata gereksinimi yadsınamaz. Çünkü sanat, insanda uyur halde bulunan erdemlerin uyanmasına aracılık edebilir. Bunların en başında gelen duygudaşlık erdeminin ortaya çıkmasına öncülük edebilir. Yoksunluğunun en derinden hissedildiği ve birey olma yolunda en önemli değerlerden birisi olan duygudaşlık, kişinin çok yönlü bakış kazanmasına olanak sağlar. Bu anlamda sanat, insan ruhunu arındırarak kendi süzgecinden geçirir. Sadece bununla kalmaz: ince ince damıtılarak özünü ruha yansıtır. Sanatın işlevsel yönü burada gözler önüne serilir.
Sanatın, insanı nesneleştirmeden; kendi varlığını ahlaki bilinç ve erdem noktasında içtenlikle duyumsamasına olanak sağlaması, kendi değerini artırır. Sanat, duyuların yetkinliğe ulaşmasında; görünürün-duyulurun arkasında gizlenen özü arama, bulma, anlamlandırma, yorumlama gibi becerileri ortaya çıkarır. Bu aşamada sanatın derinliklerinde gizil olan felsefe açığa çıkar. Sanata felsefeyle bakmak süreci böylelikle başlamış olur. Öte yandan en büyük sanat eseri insanın ta kendisidir. Ne var ki oluşumuna insanın kaynaklık ettiği sanat, yine insan ruhunu yücelten yanıyla: insanı merkezine yerleştirir. Sanat, bunu oluştururken sıradanlaşmayan bir anlayışla; özgün ve özerk bir yapı sergiler. Böylelikle insan, kendi varlığını yaratan asıl sanatçıya ulaşabilir.
Sanatın süregelen dönüşümsel sürecinde; her çağın kendi içinde devinen izlerine rastlamak mümkün. Edebiyattan resime, resimden müziğe kadar uzanan tüm sanat dallarında; ortaya çıktığı zamanın, kültürün, toplumun ve diğer öğelerin özellikleri hakkında fikir verir. Sanat bu yapısıyla, insanlar arası etkileşimi güçlendirebilir.
Bir çınar ağacına benzeyen sanat, türleriyle dallanır. Bu türleri, felsefe güçlendirip yeşillendirir. Felsefenin temelleri ışığında sanatı; sanatın türü olan edebiyatı; edebiyatın öznesi olan insanı kavrayabilmek öncelikli bir eylemdir. Bu eylem; insan olarak yaşamanın, yaşatmanın aslında ne kadar önemli olduğunun önemli bir göstergesidir. Bu anlamda “İnsan odağında, insan için sanat” bir düşünürün en temel odağıdır.
Sanatın özü, görünürün çok daha ötesinde gizliydi...
Sanat olduğunun bir farkına varabilse insan!
Yeni yorum ekle