Cahit Sıtkı Tarancı Yaş Otuzbeş şiirinde “Gittikçe artıyor yalnızlığımız” derken hayatın finaline doğru insanın yalnızlaştığına vurgu yapar.
Tarihe geçen yazarlara, düşünürlere baktığınızda onların genelde yalnız insanlar olduğunu görürüz. Jack London, Kafka, Tolstoy Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Haşim, Sopenhauer, Nietche… gibi.
Peki insan neden yalnızlaşır?
Bazı yazarlar yaratıcı ve tercih edilen yalnızlığa, yalnızlık değil tek başınalık demektedir. Çünkü yalnızlık olumsuzluk içermektedir. Kişi tek başına olur ama yalnız olmaz. Düşünceleriyle, kitaplarıyla, hayalleriyle o kişi yalnız değildir. Tek başınadır. Burada kullandığımız yalnızlık kavramında tekbaşınalık kastedilmektedir.
“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diye atasözümüz var. Uydum kalabalığa demeden doğru bildiğin ilkelerin yolundan gidersen sırf uyum sağlamak için rol yapmazsan hem sen insanlardan uzaklaşmak istersin hem de insanlar seninle birlikte olmak istemez. Charles Bukowski, "Kalabalığa karışmak için hiçbir özellik gerekmez. Ama yalnız ve dik durmak için gerçekten çok şey gerekir." der.
Sahteliklere tahammül edemiyorsan, samimiyetsizlikleri hissediyorsan, ilişkilerdeki çıkar duygusunu fark ediyorsan, kalabalıkta sahte yaşamaksa yalnızlıkta doğru yaşamayı tercih edebilirsin. Hem kendine hem başkasına karşı erdemli davranışı esas alanlar bu şekilde düşünür.
Çevremize baktığımızda dostluk gibi görünen ama bir tarafın diğer tarafı kendi menfaatine araç yaptığı ilişkiler görürüz. Akıllı insanlar kendilerini başkalarının keyfine ya da menfaatine araç olarak kullandırmazlar. Bu durum doğru ve akıllı kişileri yalnızlığa itebilir.
Kişiliğin oluşmasında düşünsel üretimin önemi büyüktür. Kişinin fikri üretimi çoğu kez yaratıcı yalnızlık dediğimiz kişinin kendi merkezine odaklanmasıyla ortaya çıkar. Bu nedenle yazar ve düşünürlerin yalnızlığı tercih etmesi işin doğasından kaynaklanır.
Fransız yazar ve ahlakçısı La Bruyere’nin (1645-1696) Karakterler isimli kitabı var. Yazar çevresinde gördüğü karakterleri bir kitap haline getirmiş. Çevremize dikkatli baktığımızda biz de kitaptaki gibi birçok farklı karakterle karşılaşırız. Bu karakterlerin büyük kısmı da sosyal ilişkileri zedeleyen sivri kişiliklerdir.
Günlük hayatımızda değişik tiplerle karşılaşırız. Bazı insanlar aşırı derece kendilerinin övülmesini ister. Başkalarının ağzından kendini överler. Ve sürekli sevildiğini sayıldığını size onaylatmak isterler. Aslında böyle kişiler kendilerini yeterince sevmez ve saymazlar. Kendi kendilerine vermedikleri sevgi ve saygıyı ancak dış onaylarla elde ederek tatmin olacaklarını sanırlar.
Bazı insanların konuşmasına baktığınızda herkes cahil ve kötüdür. Üstü kapalı kendisinin iyi ve bilgili olduğunu ancak çevreyi kötüleyerek, cahillikle suçlayarak ortaya koymaya çalışırlar. Bir ilkokulda yapılan deneyde öğrencilere en çok sevdikleri ve sevmedikleri kişilerin isimlerinin sıralanması istenmiş. Listesinde sevmediği kişilerin sayısı en yüksek olan kişi sınıfın en sevilmeyeni, listesinde “sevmediğim kişi yok” diyen kişi ise sınıfın en çok sevileni imiş. Çevresini sürekli kötüleyen, insanların karakterine dikkat ediniz. Bu insanlarla sağlıklı iletişim kurmak zordur.
İletişim derslerinde sürekli vurguladığım bir husus vardı. Bir söz söylerken başkalarını yanlışlayarak konuşmak durumunda değilsiniz. Bilgi veriyorsan aldığın kaynakları bildirerek aktarırsın. Söylediğin şeyler kendi fikrin ise bu görecelidir, mutlak doğru değildir. Bu durumda söyleyeceklerini “benim kanaatime göre, benim düşünceme göre benim görüşüme göre” diyerek ortaya koyarsın. Ancak bazı kişiler bir yerden aldıkları bilgiyi ya da kendi kanaatlerini mutlak ve herkes için geçerli doğrularmış gibi konuştuklarından sürekli tartışma ortamı oluştururlar. Sonuçta sohbet ortamı oluşmaz. Gereksiz ve sonuçsuz tartışmalar olur.
Bazıları “Ben dobra bir insanım ve doğruyu söylerim” diyerek kabalığı bir marifet sanır. Elbette insan doğru olacak, doğru konuşacak ama düz meşe odunu gibi olmayacaktır. Doğruyu konuşmanın da bir nezaketi, üslubu ve zamanı vardır. Lisanı münasip dediğimiz bir incelik vardır. Hiç kimse "Dobrayım, ben hep doğruyu söylerim" diyerek kendine üstün ve erdemli poz takınıp başkalarını kırmak ve üzmek hakkına sahip olamaz..
Bazı insanlar vardır, dünyaya, hayata siyasi, ideolojik, dini kalıplarla bakar, farklı kitaplar okumazlar. Bu nedenle olaylara geniş çerçeveden bakamazlar. Böyle kişiler objektif düşünemezler, olaylar, durumlar, düşünceler karşısında kutuplaştırıcı bir taraf olurlar. Başkalarına karşı öfkelidirler. Öfkelerini kontrol edemezler. Çünkü kendilerini mutlak doğru, başkalarını mutlak yanlış olarak görüp öfkelerinin çok haklı olduğuna inanırlar. Empati yeteneğinden yoksun olurlar.
Yaş ilerledikçe insanlardaki ayrıntıları daha fazla görüyoruz. Sözlerin ve davranışların arkasındaki niyetleri ve hastalıkları daha fazla fark ediyoruz. Doğal olarak sosyal çevremizi minimize ediyoruz. İnce eleyip sık dokuyunca da tekbaşınalık artmaya başlıyor. Sonra oturup bir türkünün dizelerinde kendimizi hissediyoruz.
“Kendi efkarımca okur yazarım, bir dost bulamadım gün akşam oldu.”
Yeni yorum ekle