İlahiyat
İsmail Hakkı Bursevî, dünyanın dört esas üzerine dengesini sağlayacağını söyler. Bunlar;
-
İlim
-
Adalet
-
Tababet
-
Hakîmlik
İlim, genel çerçevesiyle, akli ve nakli ilimler olarak ikiye ayrılarak incelenmektedir. Ancak bir de, akli ve nakli ilimlerin yanında, bilgi kaynağı olarak tefekkür, tedebbür, murakabe ve müşahede gibi kavramlarla ifade edilen hadsi ilim, gönül ilmi var… Sezgi. Tecelli, zuhurat, vâridât, sunûhat gibi isimlerle de anılan ilim.
Bazı ilim tarihçilerinin ifadesiyle, akli ve nakli ilimler zahiri ilimlerdir; bu hadsi ilimler ise, bâtınî yahut ledünnî ilimler.
Bu iki ilim bir birinden ayrıymış gibi görülür; oysa hakikatte, birbirini tamamlayan iki kanattır. Tek başına uçulmaz… Zahir, mantığımızla, aklımızla alakalıysa, bâtın da kalbimizle, gönlümüzle alakalıdır. Akılsız da kalpsiz de olunmaz.
İlim geleneğimizde, iki kadim ilimden sözedilir.
-
İlm-i sıhhat
-
İlm-i edyân
Sağlık ilmi, din ilmi… En eski, en kadim, ama en güncel, en yeni iki ilim alanı.
Din ilmi, bütün dinlerde, dilden dile-kulaktan kulağa verilmiş… Sohbet ve telkinle. Zamanla sistemleşerek usûl, kavram ve kuramları gelişmiştir. Dini ilimler, ilim dalları oluşmuştur.
Bu ilimler başlangıçta, evde, camide; Mekke’de Dâru’l-Erkâm, Medine’de Mescid-i Nebevî’nin içindeki Suffe’de tedris edilmiştir. Daha sonra medreseler kurulmuş; burada devam etmiştir.
Medreseler, sadece dinî ilim dallarının öğretildiği kurumlar değildir. İslam ilim telakkisinde, bütün ilimler Hakk’ın el-Alîm sıfatının tecellisi olması hasebiyle, ilahidir. Başlangıçta, dinî ilimler-tabii ilimler vs ayrımı olmadan buralarda okutuldu. Zamanla ihtisaslaşmalar arttı ve ilim dallarına göre medreseler yapı kazandı; tıp ilminin, astronomi ve matematiğin okutulduğu medreseler ayrıldı. Dini ilimler de Dâru’l-Hadis, Dâru’l-Kıra’a gibi uzmanlaşma alanına göre çoğaldı. Ama konaklarda, camilerde, kütüphanelerde ve kitapçı dükkânlarında da ders takriri devam etti.
Modern eğitim kurumları, dini alanda da yeni kurumların oluşmasına sebep oldu.
İlahiyatın tarihine ilişkin
Bilindiği gibi, bizde ilk üniversite, 31 Ağustos / 01 Eylül 1900’de Dâru’l-Fünûn-ı Şahane adıyla Edebiyat ve Hikmet, Ulum-i Riyaziye ve Tabiiyye ile ilk ilahiyat fakültesi olan Ulum-i Aliye-i Diniyye Şubelerinden oluşan üç fakülte olarak açıldı, 1908’de Meşrutiyet ile birlikte İstanbul Dâru’l-Fünûnu ismini aldı, Ulum-i Aliye-i Diniyye Şubesi’nin ismi de Ulum-i Şeriyye Şubesi şekline dönüştü.
1912’de ise Şube adlandırması, Fakülte olarak düzeltildi. 1914 yılında çıkarılan Islah-ı Medâris Nizamnamesi ile Dâru’l-Hilafet-i Aliye Medresi kurulduğunda Ulum-i Şeriyye Şubesi gereksiz görüldü ve lağvedildi.
II. Abdulhamit’in başlattığı bu modern eğitim kurumları Darü’l-Fünûn ile sınırlı kalmadı, birçok Osmanlı şehrinde İdadî ve Rüştiyelerle birlikte ilk ve orta öğretimi de içine alan büyük bir eğitim hamlesine dönüştü. Bu eğitim hamlesi sonrasında da devam etti sözgelimi 1914’de Nisa Darü’l-Fünûnu gibi özel nitelikli üniversite yanında Medresetü’l-Eimme ve’l-Hutaba, Medresetü’l-Vaizîn gibi nispeten modernize edilmiş medreseler ortaya çıktı. Öncesinde önemli bir yenilik olarak başta yabancı ülkelerin açtığı okullar olmak üzere Galatasaray Sultanîsi gibi yabancı dilde eğitim veren kurumlar da eğitim sistemindeki yerini almıştı.
Osmanlı döneminde, medrese ve geleneksel ilim halkaları, modern kurumlarla birlikte devam etti.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk İlahiyat Fakültesi, 3 Mart 1924 yılında Medreselerin fiilen kapatılması sonucu İstanbul Dâru’l-Fünûn’un çatısı altında İlahiyat Fakültesi adıyla kuruldu. 1933 yılına kadar faaliyetini sürdüren bu fakülte, anılan tarihte üniversitede öngörülen yeni yapılanma/üniversite reformu çalışması esnasında üniversite birimleri içinde gösterilmedi, muhtemelen yerine öğrencisi olmayan İslam Tetkikleri Enstitüsü oluşturuldu.
9 Mayıs 1949 yılında kabul edilen bir kanun ile 21 Haziran 1949 tarihinde İlahiyat Fakültesi bu kez Ankara Üniversitesine bağlı olarak yeniden açıldı. Bu açılmada halkın büyük baskısı, dini ihtiyaçların karşılanmasının imkânsız hale gelmesi ve batıdan esen demokrasi rüzgârının da tesiriyle CHP’nin ilahiyatçı başbakanı Şemseddin Günaltay’ın büyük payının olduğu bir gerçektir.
Bu tarihten 10 yıl sonra da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak ilki İstanbul’da olmak üzere 19 Kasım 1959 yılında Yüksek İslam Enstitüleri kuruldu. Zamanla bu Enstitüler Konya, Kayseri, İzmir, Erzurum, Bursa, Samsun ve Yozgat olmak üzere yedi şehirde açıldı. Ayrıca 1971 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesine bağlı İslamî İlimler Fakültesi tesis edildi. 1982 yılında ise Yüksek İslam Enstitüleri, İlahiyat Fakültelerine dönüştürülerek illerinde bulunan Üniversitelere bağlandı. Eski Enstitülerden sadece Yozgat Yüksek İslam Enstitüsü kapatıldı, Erzurum’da İslamî İlimler Fakültesi ile Yüksek İslam Enstitüsü İlahiyat Fakültesi adı altında birleştirildi. Son yıllarda açılanlarla birlikte İlahiyat Fakülteleri 100 civarında bir sayıya ulaştı.
“İlahiyat” nedir?
İlahiyat kavramıyla kastedilen iki anlam var: Bunlardan ilki, kelimenin ontolojik manasıdır; genellikle Tanrı bilim diye tercüme edilen, ama özü itibariyle marifetullah kavramıyla temellendirilen bir mana… İlahiyat, muhakkiklerin ileri sürdükleri marifetullah bilincine ulaştıran ilimdir. Allah’ı tanıma ve tanıtma ilmi…
Tabi kelimenin tarihsel süreç içinde kazandığı anlam, kurumsal anlamdır ve buna göre de, hâlihazırda eğitim ve öğretim veren modern yüksek eğitim kurumlarını kastetmiş oluruz. Şimdi şu soruyu sorabiliriz: Bu kurumlar, Allah’ı ne kadar tanıyor ve ne kadar tanıtıyor?
Esasen, müfredat içindeki dersler, sadece Temel İslam Bilimleri dersi değil, bütün dersler bir bütün olarak Allah’ı tanıma ve tanıtma özelliğine sahiptir. Eksik ve kusur olabilir; ama bir bütün olarak müfredatı dikkate aldığınızda, hemen her dersin mahiyetinde bu özelliği görmeniz mümkündür. Bunlardan kimi, nas ve rivayetten yola çıkarak, kimi akıl ve duygudan, kimi de doğrudan tecrübeden yola çıkarak bu konuda bir kısım izahlarda bulunabilir.
Estetik ve Değer
Bizim estetiğimizin de değerimizin de temelinde tevhid vardır… Tevhid, Allah’ı isim ve sıfatlarıyla idrak edip bir bilmektir.
Bir varlık anlayışı… Mutlak var olan Allah’tır; kâinat, âlem o varlığı idrak edecek zenginliklerle doludur. Bunun için, bakmak, tefekkür etmek; varlığı temaşa ederek, onun üzerinde düşünmek ve bu düşünmeyle her şeyin sahibinin, her şeyin mâlikinin Hak olduğunu idrak etmek.
İlahiyat eğitimi, bize bakmayı öğreten, düşünmeyi öğreten; kadim bilgelerin, âlimlerin de izini sürerek zamanın ruhuna uygun yeni sözleri söylemeyi sağlıyor. Şu halde şunu açıkça söyleyebiliriz: İlahiyat eğitimi bakış eğitimidir… Düşünce eğitimidir.
İlim için bir sabiteye, bir duruş yerine ihtiyaç vardır. Bizim duruş yerimiz, sabitemiz, Ehl-i Sünnet kavramıyla ifade edilen mektep içinde İmâm-ı A’zam Ebû Hanife’nin ve diğer müçtehit imamların tebellür ettirdikleri; Kur’an-Sünnet ve İcmâ-i Ümmet geleneği içinde sistemleşir. Buradan bakarak ilmi gelişmelerle hayatın yenilenmesi, estetik ve değer üretilmesi söz konusudur.
Bir geleneğe bağlanmak, sanıldığı gibi rahatlık değil, aksine daha dikkatli, kuyumcu dikkati ve rikkati içinde biriken kaynaklara vukufiyeti ve tasnifi gerekli kılar. Bu ise, ilimle olur.
Şimdi Edip Ahmet Yüknekî’nin şu sözünü hatırlamak mümkündür:
Kemik için ilik ne ise, insan için bilgi odur;
Bilgisiz insan, iliksiz kemik gibi boştur.
Yeniyi, bilgisizliğin verdiği “boş”lukla anlamak, inşa etmek, bir iddia olarak kalır. Zira hayat, bu boşluğu doldurmak için bize verilmiştir. Boşluk, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın dediği gibi, ilimle, irfanla dolacaktır.
Dünyâya geldim gitmeye ilm ile hilme yetmeye
Aşk ile ân seyretmeye ben în u ânı neulerem
Şair şunu diyor: Dünya meşgalesinin teferruatını neylerim… Ben Dünyaya, ilim yapmak, yumuşak ve sâkin tabiata ulaşmak için; Allah’ın tecellilerini seyretmek içi, sonra da geldiğim yere, Hakk’ın huzuruna dönmek için geldim.
Netice
Madem bu hayata gelişimiz, öğrenmek, araştırıp bulmak düşünmek, tefekkür etmektir… Şu halde duamız:
“De ki, Ey Rabbim! İlmimi artır!” (Taha, 114)
Siz duaları kabul olmuş, ilim taliplerisiniz… İlim için kalkıp geldiniz. İlim, malın, mülkün, siyasi gücün size sunamayacağı itibarı, saygıyı size sunacaktır. İlahiyat Fakültesi, tarihi birikimi, izni sürdüğü gelenek ve dünyaya açılan, yeni zamanlara bakan yönüyle “ilminizi artıracak” bir eğitim ve öğretim kurumudur. Bu kurumda sizlere kucak açan hocalarınızın tavsiyelerine azami dikkat ederek, zamanın kıymetini bilerek, aşkla çalışın… Şunu bilin ki, ilim sadece öğrenmek değildir; onu yaşamak da lazım. Bu bakımdan ahlakî değerlere bağlı, şahsiyetli, onurlu, kendine saygılı, topluma hoşgörülü, anlayışlı ve kavrayışlı bireyler olmaya çabalayın.
Estetik, güzelliktir… Güzel olun. Güzel düşünün, güzel davranın. Çünkü, “Allah güzeldir, güzeli sever!”