Giriş
Ramazanın ilk günü, oruçlu olduğumu unutacak kadar uhrevi boyuttan kopuk, zihnimde insan dünyasının tüm çarpıklığı, şehir ortasında tabiatın izi peşinde, savrukluğun en zirvesinde, tükeniş gözlemcisi, ölüm heveslisi bir ruh halindeyim.
Hemen her gün ve günün her saati karanlık bana, insanların kaynadığı her yer ıpıssız. Yürüyorum öylece bir başıma. Yaşam kalitesi, sağlık düşüncesi, dünyadan ram alma arzusu hepsi birer bahane. Esasında evcil hayvan gezdirir gibi, sorumluluklarımla tasmaladığım bedenimi gezdiriyorum. Ruhum çoktan göç hevesinde ebediyet alemine...
Dünyaya ait ne kadar hevesim varsa hemen hepsini geride bıraktım. Nadiren umutlanıyorum insandan yana…
Nefsime düşmanlığım, tüm pişmanlıkların bilançosundan ibaret. Pişmanlık dediysem, yaptıklarımdan değil ha, yapmamayı seçtiklerimden. Şu dünyada ağız tadıyla günah işlemenin de bir raconu var ve bu herkesin harcı değil galiba.
İşte bir Ramazan gününde, oruçlu olduğumu unutturan bir ortamda birden insan ve günah ilişkisi düşüverdi aklıma… Ramazan olmasaydı ya da oruç tutuyor olmasaydım, görünürde kendilerinden farklı olmayacağım şu güruhun ne kadarı, günah işlediğinin bilincindeydi acaba? Ya da yılın on bir ayı hemen hepimizin de içinde bulunduğu gayet olağan bir yaşam biçimi değil miydi bugün benim yadırgadığım?
İşte bu yazı, bu sorunun cevabına, yani insan ve günah ilişkisine dair bir iç-düşünüşten ibarettir.
Günahın Öznesi İnsan
Görebildiğim kadarıyla, kimine yaşamın en keyifli yüzüdür günah; kimine heyecanı, adrenalin vasıtası; kimine korku, çekince; pek azına ise ahlaki motivasyon, sorumluluk şuuru. Zannınca, bu sonuncu kategori dışındakiler, öyle ya da böyle günahın nesnesi, vasıtası, taşıyıcısı, maşası iken, sadece son gruptakiler öznesidir onun. Bu tespitin ilk bakışta size garip, hatta pek acayip göründüğünü elbette biliyorum. Tam olarak açıklayabileceğimden de emin değilim ama deneyeceğim.
Şöyle özetleyeyim. İnsanın dünya yaşamına mahkumiyetinin ya da Karakoç’un ifadesiyle, “dünya sürgününün” ilk sebebidir günah. Başka bir boyuttan ise, ebediyete geçiş imtihanının en kilit (hatta kült) kavramıdır. (Buradaki anlatım, bu yazının ve kavramın ruhuna uygun olması için dini literatürden alınmadır ama siz günah kavramı yerine, suç, yasak, yanlış, hata, kusur gibi kavramları koyarak rasyonel açıdan da burada bahsedilenin “insanlığın en temel ölçütlerinden” biri olduğunu görebilirsiniz.)
Ramazanın ruhuna uygun olan dil ile devam edelim. Kanaatim odur ki, günah işlemeden, insanlığının şuuruna varamaz insan. Lakin günah işlemek de bir şuur işidir. Bilinçli bir tercihtir. Aksi halde, ne günah(sızlığ)ın ne de insan(lığ)ın bir anlamı ve değeri vardır. İnsan olmak, ne yapıp ettiğinin bilincinde olmak demektir. İnsan olmak, aklını, dünyanın debdebesine, nefsinin cerbezesine kurban etmemek, ruhunu, iradesinin (sübjektif, nefsin yönlendirdiği, aklın) emrine vermemek demektir. İnsan bir kez aklı yerine iradesinin hükmü altına girmeye alıştı mı, hemen her söylem ve eylemini kendisine meşru gösterecek bir savunma mekanizmasını da harekete geçirmiş olmaktadır. Sorsanız, başka şansı olmadığından, şartlar öyle gerektirdiğinden, hayatta kalma zorunluluğundan, herkes öyle yaptığından yapmaktadır her ne yapıyorsa. Başka söyleyişle her insan, kendi dışında tasarlanmış dünyaya ayak uydurmak zorunda hissetmektedir kendisini. Aksi halde ya sistem dışına atılacak (dışlanacak) ya herkesten geride kalacaktır. Bu sebeple pek çoğumuz için, çağın dayattıklarına başkaldırmak yerine, çağa ayak uydurmak normal ve gerekli olandır. Bir bakıma insan genellikle, bu çağın, kurgulanan gerçekliğinin (yani günah denizinin-aşağıda açıklanacak) nesnesidir, öznesi değil.
Sanırım insanın günahın öznesi olması ile ne kastedildiği meselesi bir nebze de olsa açık olmuştur. Bu kısacık açıklamayla demek istediğim odur ki: Özne olmayan insan günah da işleyemez. O ancak günah içinde yüzebilir. Günah içinde yüzmekte olan insan(lar) ise katilidir insanlığın.
Peki, insan ile günah arasındaki özne-nesne ilişkilendirmesinin Ramazan’la ne ilgisi var?
Ramazan, İnsan ve Günah
İlgisi var çünkü insan (Müslüman) en çok Ramazanda günah işler.
“Hoppala” dediğinizi duyar gibiyim. Çünkü yukarıda bildiklerimize uymayan üç cümle kurdum diye ezberlerinize sırt dönmenizi tabii ki beklemiyordum. Daha fazla izah, daha ikna edici argümanlar umut ettiğinizin farkındayım. Lakin ben, teorik düzlemde salt kelimelerimle bu beklentiyi tam olarak karşılayabileceğimden emin değilim. O yüzden, şimdi burada uzun ve muhtemelen sıkıcı sayılabilecek teorik / felsefi / metafizik açıklama çabasına girişmeksizin size basit ama etkili bir yöntem önerisinde bulunacağım. Bu sayede, yukarıdaki iddiamı kanıtlamaya çalışmak yerine, bu işi öz-idrakinize havale etmiş olacağım.
Yöntem şu: Kendi dininiz, inancınız, fikriniz, düşünceniz, idealiniz, ideolojiniz, felsefeniz, yani dünyaya ve yaşamınıza kendisiyle anlam yüklediğiniz meta söylem/anlatınız her neyse, o normatif yapı içindeki olumlu ve olumsuz eylem biçimlerini, başka söyleyişle, emir ve yasakları gözden geçirin. Bunlardan yasaklarla olan ilişkinize bakın ve bu yasakların sizin için en ziyade hangi zaman/mekanda çekici hale geldiğini hatırlamaya çalışın. Sonra bu durumlarda ne yaptığınıza bakın. Şaşırarak, çoğunlukla yasağa (günaha) meylettiğinizi fark ettiniz, değil mi?
Çünkü, dinsel, rasyonel ya da bilimsel perspektiften yasak (ya da bu yazı bağlamında, günah), içinde bulunduğumuz çağın, yani kapitalist dünyanın varlığını sürdürebilmesi için sömürmek zorunda olduğu insani zaaflara, yani nefsin, olağan ihtiyaçların karşılanmasını fersah fersah aşan, bitmez tükenmez arzu ve isteklerini gemlemeye yöneliktir. Buna karşılık küresel sistemin ayakta kalabilmesi ise, yasaklarca kontrol altına alınan bu arzu ve istekleri harekete geçirmesine, başka söyleyişle ihtiyaçları aşan talep üretmesine bağlıdır. İşte bu sebeple, genellikle ölçülülüğü öğütleyen, israfı yasaklayan, tasarrufu teşvik eden türdeki kadim normlar sistemi, sözde Aydınlanmayla başlayarak küresel ekonomi / finans sistemin ana hedefi olmuştur. İşte bu çerçevede, son yüzyıllarda insanları birey, bireyleri hür, ihtiyaç ve arzuları doğal, yasakları kısıtlayıcı ve anlamsız, aşırılıkları özgünlük olarak tanımlamak suretiyle sözde yasaksız bir dünya düzeni inşa edilmiş bulunmaktadır. Olağan zamanlarda hemen hepimiz, işte bu normalleştirilmiş, dahası cazip kılınmış günah deryası içinde şuursuzca sürdürüyoruz yaşamlarımızı.
Yasal olan her şeyin, hatta yasal olmasa da modern söylemler uyarınca insan hakkı saymaya hevesli olduğumuz her şeyin aynı zamanda meşru (mubah) olduğu yanılsaması belirliyor yaşam dinamiklerimizi. Hatta öyle ki çağın köpürtülmüş şaşaalı yaşamlarından birine sahip olmak için hiç düşünmeden insanlığımızı satarak günahı satın alıyoruz. Özetle biz günah işlediğimizin bile farkında olmadan günah bizim yaşamlarımızı belirliyor.
Oysa Ramazanda, birdenbire neyin içinde olduğunuzu yeniden idrak ediyoruz. Sadece oruç tutmakla yetinmiyor, daha çok ibadet etmeye özeniyoruz, insanlığımız (vicdanımız, merhametimiz, yardımseverliğimiz) depreşiyor. Elimizden geldiğince ihtiyaç sahiplerine yardım etmeye gayret ediyor, iyilik peşinde koşuyoruz. Bütün bir ay boyunca her türlü günahtan uzak durmaya gayret ediyoruz ama dışımızdaki şartlar aynı kaldığı için istesek de istemesek de, günah bizi bırakmıyor. Bankada faizdeki paramız, lüks konutumuz, araç ya da araçlarımız, sahip olduğumuz statü, statümüzden kaynaklanan avantajlar, rantlar, müşterilerimize, çalışanlarımıza karşı tutum ve davranışımız, kamu hizmetleri ya da mallarıyla ilişki biçimimiz, piyasada, trafikte, çarşı pazarda insanlarla ilişkilerimiz ve daha pek çok şey bizi günah ile imtihan etmeyi sürdürüyor.
Bu defa tek fark idrakindeyiz kusurlarımızın, yanlışlarımızın, günahlarımızın ve idrakindeyiz sorumluluklarımızın gereğinin ve ahlaki yükümlülüklerimizin. O yüzden de son zamanlarda “oruç bizi tut” diye dua eder olduk ya zaten. Oruç tut bizi, bize bırakırsan günah deryasında boğulacağız demiş oluyoruz bununla, olağan halimizi ikrarla. Özetle, biz sadece Ramazanda giyinir olduk insanlığımızı, sadece Ramazanda hatırlar olduk bir aklımız ve imanımız olduğu gerçeğini ve sadece Ramazanda günah işlediğimizin farkına varır olduk, yani sadece Ramazanda öznesiyiz günahın…
Sonuç
Diyordum ki: “Şu dünyada ağız tadıyla günah işlemenin de bir raconu var ve bu herkesin harcı değil.” Gerçi görünürde var öyle bazı insanlar, şuursuzluğun zirvesine tırmanarak günahı hayatın anlamı yapan ya da mutluluğun çilingiri olarak günahı her daim kapısına çağıran; ayrıca günahı kendisine dünya zindanı yapanlar var, düşüncesizce, şuursuzca, sözde kaçmak için günahtan yeni günahlar inşa edenler var izole komünlerinde… Bence hepsi şuursuz böylelerinin ve günahın normalleştirilmesine aracı olan, hizmet eden köle ruhlu insan müsveddeleri bunlar. Günah işlemekten dahi aciz zavallı varlıklar...
Bütün bu hengame içinde görebildiğim o ki, sadece pek az insan günahı insanileşmenin aracı olarak tercih etmekte. Bazen daha büyüğünden kaçmak için, bazen de insanlığı yüceltmek adına şuurla işlemekte onu. Böylece insan olmaklığının hakkını vermekte ve aynı zamanda iman etmişliğin gereğini yerine getirmekte. Çünkü zaten günah işlemeyen varlık, insan değildir kaldı ki iman etmiş olsun. Yani günah, insani varoluşun en temel kurucu dinamiğidir.
Sözün özü, insan genellikle sadece ramazanda günahın öznesidir. Ramazan, insan için, insaniliğini hatırlama ayıdır, günahın şuuruna varma zamanı. Bu sebeple insan en çok Ramazanda günah işler, esasında bir tek ramazanda ağız tadıyla (bilinçle) günah işler insan, insan olmak hasebiyle.
Ramazan dışında ise günah işlemez insan. Tersine günah onu işler, şekillendirir, biçimlendirir keyfince… İnsan nesnesidir günahın, vasıtası, taşıyıcısı, maşasıdır, şuursuzca...
Farkedip farkındalık…
Farkedip farkındalık yaşattığınız bir yazı olmuş. Yazıların devamını bekleriz.
Yeni yorum ekle