Bilmem size de oluyor mu?
Entelektüel diye anılmak isteyen hemen herkesin, bilmek için okuduğu, özellikle klasik metinlerle, merak, ilgi ve anlamak motivasyonuyla ilişkiye girdiğinizde, bizatihi metnin, bir yerlerinde yazar tarafından size gizli gizli seslenildiğine, o satırları sizden önce okumuş herkesin anladığı ve dile getirdiğinden, mevcut kelimelerinin anlattığından başka şeyler fısıldandığına hiç şahit oldunuz mu?
Peki o fısıltılara ciddi biçimde kulak kabartıp, yazarın çağının endişelerinin arkasına sakladığı bir sırra vakıf olduğunuzu hissettiniz mi? O sırrı, başkalarının açığa vurup vurmadığını merak edip, o eser ve yazarı hakkında yazılanları, söylenenleri didik didik ettiğiniz oldu mu hiç? En sonunda, bilinen ve tekrar edilenin ötesinde sizin algınızı doğrulayacak dişe dokunur hiçbir şey bulamadığınızda yanıldığınızı varsayıp, yazarın çığlığını hiç duymamış gibi de yaptınız mı?
Eminim yaptınız. İşte bu yüzyılda bunun için alim / filozof çıkmıyor aramızdan. Oysa haykırmak gerekir bazen. Bin yılların, yüz yılların dayattığı korkulardan, endişelerden, günün siyaset ve hamasetinden sıyrılıp haykırabilmek gerekir o sırları…
Yeri geldi mi, “Sokrat peygamberdi” diyebilmeli insan mesela. “Evet, Nietzsche Hıristiyan değildi belki ama dindardı” ya da “Kant sadece ahlak filozofu değil, aynı zamanda ahlakiliğin sembolü bir teologdu” demeye cesaret edebilmeli insan. “Yusuf, Davud ve Muhammed’in aynı zamanda birer filozof olarak kabul görmesi gerektiğini” de söyleyebilmeli insanlara çekinmeden. Buda, Konfüçyüs ve Tao’ya gelince, duraksamadan “işte” demeli, “bakın işte bunlar zaten, peygamber filozoftu, hiç şüphe yok.” Evet bu ve benzer türden başka söylemler, ilk dile getirildiğinde hepimizin kulağına çok “absürt” gelebilir ve hiç biri gerçekte doğru da olmayabilir ama en azından hakkında kafa yormaya, üzerinde tartışmaya ve belki de kadim çatışmaya bir uzlaşı zemini oluşturmaya hizmet edecek türden iddialar olabilir.
Meseleyi bir başka boyutundan yinelemek gerekirse, okumak, öğrenmek, bilmek arzumuzdaki maksat hakikate ermekse ve siz bu yolda bir aydınlanma yaşamışsanız, bunu hiç olmamış gibi tekrar karanlığa gömmemelisiniz. Sırf yaygın kanaat öyle gerektiriyor diye felsefeyle dini, ikna olma çabasıyla koşulsuz imanı bilgi ve inanç hazinenizde başka başka vagonlara koymamalısınız. Bu çağda hiç kimseye olmasa da, geçmişteki hayran olduğunuz pek çok kişiye; başta inandığınız dinin peygamberlerine, Sokrates’e, Aquinas’a, Farabi’ye İbni Sina’ya büyük haksızlık etmiş olursunuz…
Ama diyeceksiniz ki ben yanlış anlamış olamaz mıyım? Herkes, başka türlü anlamışken, sadece ben mi gördüm yani doğruyu? Evet, böyle düşünmekte ve demekte haklısınız. Ama bahsettiğimiz o büyük insanların hepsi de (ki size göre çok daha büyük baskılar altında ve imkansızlar içinde yaşadılar), sizin gibi yapabilirler ve kavradıklarını kendilerine saklayabilirlerdi. Ve bu durumda biz bugün onların öğretilerinin büyük bölümünden mahrum olurduk. Burada hiç kimseye Hallaç gibi “olmak için ölümü göze al” demiyorum tabii ki. Ama en azından “kendi aklına, idrakine, aydınlanmana sadakat göster” diyorum.
Bu defa da diyeceksiniz ki; Ama eğer ben anladığımı, aklıma geleni söyleyecek olursam herkes benim delirdiğimi düşünecek? Evet bu da doğru! Ama buna karşılık bir de şöyle düşünmelisiniz: Çağlar boyunca gelmiş geçmiş peygamberlerden filozoflara, ermişlerden alimlere, hakikat peşinde koşup da deli diye anılmayan kimse var mı bildiğimiz?
Siz inanıyor musunuz ki, aklın sınırlarını zorlamadan herhangi bir sırra vakıf olmak imkanı vardır? Sanır mısınız ki, ölmeden önce ölmeyi kavramak için zihnin dar kalıpları içinde debelenip durmak yeterli olur? Tabii ki hayır!
Hayır. Bilmek için, kavramak için, ermek için, en sonunda olmak için hep delirmek gerekir. İdraktir geçişin anahtarı! İdrak dediğimiz şey ise (yani sırra vakıf olmak, hakikati kavramak) ancak ve sadece aklın, zihnin dar kalıplarını kırması, sorgulamasız malumatla örülmüş tüm ön yargı duvarlarını parçalaması, yani tam olarak özgürleşmesiyle mümkündür. Siz en sonunda bunu isterseniz delirmek olarak adlandırın ya da isterseniz kamil iman, Nirvana yahut da felsefi aydınlanma… Bilene hepsi de bir aslında!
Neyse uzatmayayım, ne diyordum?
Diyordum ki; herkesten farklı anlamışsanız, zihninize bir ışık sızmışsa, niçin kendinizden, aklınızdan, kavrayışınızdan şüphe ediyorsunuz, başka (kalıplaşmış) zihinlerin dogmalarına iman ediyorsunuz? Ve nasıl oluyor da bunu kendiniz için utanç verici bulmuyorsunuz? Size, aklınıza, idrakinize, en nihayetinde ışığınıza yazık değil mi!
Gerçekten de her okunan…
Gerçekten de her okunan kitap yazarıyla bir söyleşidir . Söyleşinin ötesinde gönülden gönüle bir ruh akışıdır kimi zsman çağlar ötesinden de olsa ...
Harika bir tesbit olmuş Hocam teşekkürler...
İlgi ve iltifatınıza ben…
İlgi ve iltifatınıza ben teşekkür ederim.
Yeni yorum ekle