Empati ve Düşünceleri Paranteze Alma

14 Kasım 2024

Bu kadar gerilmeyi, hasmane tutumu, özellikle duygusal nazarda birbirinden uzaklaşmayı toplumumuz gerçekten kaldıramaz. Hiçbir toplum da kaldıramaz. 

Image

Bu haliyle sosyal yapıda müşterek bir bilinç oluşamayacağı gibi, sevgi, saygı temelli bir uzlaşı kültürü de kesinlikle oluşamaz ve insanımız hep yaşamlarını bir güvensizlik içinde sürdürmeye devam ederler. Bu, iyi ve sürdürülebilir bir hal değildir. 

Her zaman sözünü ettiğimiz ortak payda, kültürel geçmiş ve yaşatılan değer var ki, neyin paylaşılamadığına anlam vermek gerçekten zor. İş dönüp dolaşıp politik alandaki farklı yönelim ve tercihlere dayanmaktadır. 

Şehirleşme serüveninde belli bir eşiği aşamayan toplumlar, halen kendi güvenlik ve ontolojik tercihleri nedeniyle kendileri dışında inşa edilen kimliklere bağlı kalmak zorunda kalmaktalar. Kimlikler kendi varlıklarını genellikle  “öteki” üzerinden tanımlamak zorundadırlar. Öteki yani farklılıklar hep tehdit olarak görürler. 

Modern devlet, kişileri vatandaşlık bilinci içinde yasal güvenceyi sağlayan yapıdır. Vatandaşlık bilincine yeterince ulaşamayan kişi/toplumlar, varlıklarını belli mefkureler ve geleneksel kimlikler üzerinden devam ettirirler. Modern, yani farklı kimlik ve tercihlerin bir arada olduğu yönetsel ve sosyolojik yapılarda, kişilerin birlikteliğini sağlayan ortak anayasal zemin(sözleşme/hukuk) yerine, bireysel tercih ve yönelimlerin zemine oturtulmaya çalışılması toplum katmanlarının sürekli birbiriyle cebelleşmesini, ötekileştirilmesi ve hatta düşmanlaşmasına katkı sağlar. Oysa azıcık düşünce ve vicdan işi çözecektir.  

Image

Hani insan ilişkilerinde çok kullandığımız “empati” diye bir kavram var ya… Sanki bu kavramın anlamını bilincimize işlemek yerine askıya almayı tercih etmekteyiz. İçimizdeki ilkel dürtülere mani olmayı yeterince becerdiğimiz söylenemez. Tüm açılardan empati kavramını hayatımıza uygulayalım. Karşıdakini, yani bizim gibi düşünmeyeni anlamanın, onun yerine kendimizi koymanın ötesinde bir şeyler yapalım. O hep ötekileştirmeye bahane ettiğimiz ideolojik/politik tercihlerimiz üzerinden de (değer ve inanç) empatiyi kullanalım.  Bir süreliğine hiç beğenmediğimiz karşıt düşünceyi benimseyelim. Bu düşüncenin iddialarını sav olarak ileri sürelim. Karşı düşüncede olarak gördüğümüz kişilerin ideolojik/politik kimliğine bir süreliğine sahip olmayı deneyelim.

Mesela, sağcı isek bir süreliğine solcu olalım. Benimsediğimiz inanç ve değerlerin yerine karşıdakilerin inanç ve değerleri benimsediğimizi düşünelim. Neden böyle bir tercihte bulunduğumuzu, bizi/birilerini bu tercihe iten sebeplerin ne olduğunu, evrensel değer ve ilkeler ölçüsünde bu tercihlerin iyi/kötü, doğru/yanlış olup olmadıklarını, yapılan tercihin çok yönlü derin düşünce ve kıyaslamalar neticesinde iradi bir şekilde mi, yoksa kişinin bulunduğu ortam ve yaşantılar neticesinde mi tercih edildiğini, bu düşünce içerisinde bize ve ötekilere zarar verebilecek unsurların olup olmadığını, tercih edilen düşüncenin aslında neyi murat ettiğini, düşünce içerisinde gerçekçi olmayan unsurların neler olduğunu, düşünce ile ilgili hangi alanların geliştirilebileceğini, ikame ettiğimiz düşüncenin ontolojisiyle kendi düşüncemizin ontolojisi arasında ciddi bir farkın olup olmadığını, böyle bir tercih içeresinde iken karşı düşüncedekilerin bize nasıl davranmasını istediğimizi sahici bir şekilde derin derin  düşünelim. Bu düşüncelerden sonra eski düşünsel kimliğimize geri dönelim. Yaptığımız bu empati serüveninden sonra yeniden oturup düşünelim: Biz neyi paylaşamıyoruz? İnsanlar bir düşünceyi tercih ederken ya da farklı düşünürken bir şeylerin kötü olmasını istediği için mi böyle düşünmekteler? gibi soruların cevaplarını bulmaya çalışalım.

Image

Diğer taraftan şunları düşünelim: Tercihlerimizi belirlerken ya da bir konuda yargıya varırken bizi bu tercih ve yargıya taşıyan sebepler nelerdir? Bizden farklı düşünenlere karşı tahammülsüzlüğümüzün nedeni nedir acaba? Ötekine karşı oluşturduğumuz olumsuz tavır ve davranışların nedeni, taşıdığımız değer/inanç ve ahlaki öğretilerin bir gereği mi? Yoksa geçmişe ait travmalarımızı tolere etmenin farklı bir yolu mu? Ya da tür olarak insanın kendi varlığını/akıbetini güvende tutabilmek için genetik kodlarına işlenen –öteki her daim tehdit oluşturabilir, kendimi güvende tutabilmem için ötekinin muhtemel zararlarının önüne geçmeliyim dürtüsü mü? Yine insanın belki de en ilkel dürtüsü lan –yaşamda kalmak için- kan dökme özelliğimize mi hakim olamıyoruz.  Benimsediğimiz inanç sisteminde bu tavsiye ve emirler var mı? Var olduğu zannedilen bu inanç sistemimizi ne kadar tanıyoruz? İnancımızın esaslarını kendi çabamızla araştırarak mı yoksa birilerinin bize öğrettiği şekliyle mi tanıyoruz? Bütün bu sorulara kendimizi tatmin edecek düzeyde cevaplar bulmamız gerekecek. Bu elbette zahmetli bir iş.

Öte yandan yaşama dair, yaşamın içinde görüp izlediğimiz, muhatap ve müdahil olduğumuz olay ve olgulara dair sahici, nesnel bir değerlendirme yapabilmemiz için zihnimizin duru/berrak, saf bir halde yani boş bir levha gibi olması gerekir. Bir tarafa bir kimliğe mensup olarak, bir mefkure ya da bir kutsal taşıyarak hiçbir gerçeğin farkına varamayız. Üzerimizdeki tüm kimliklerden arınarak; en azından düşünce ve inançlarımızı bir süreliğine (paranteze alarak) değerlendirme yapmamız gerekir. 

Bu kolay bir şey değil elbette. Kabul ettikleri düşünce/inancı şeksiz şüphesiz kutsal olarak görenler her olay ve olguya kabul ettikleri (ya da bir şekilde şartlandıkları) kutsalların penceresinden bakarlar. Böyle bakmayı inancın gereği olarak görenlerin dünyaya, ilişkilere, gelişmelere, olay ve olgulara tarafsız, evrensel ve ilkesel bakma imkalanları pek yoktur.  Oysa kişinin kabul ettiği kutsalı da sorgulaması gerer ki, gelenekte bile hep dile getirilen “tahkik” ederek iman etme seviyesine ulaşabilsin. Ya da inanç olarak kabul ettiği (iman) geleneksel kabullerin neliğini kavrayıp, neyin öz, neyin cüruf, neyin fazlalık, neyin uydurma, neyin sahici, neyin aldatmaca, neyin masal, neyin gerçek vs. olduğunu bizzat kendisi bilerek yaşamını buna göre yani kendi iradesiyle dizayn edebilsin. Bunları yapmayan kesimler, cennet havariliği yapan belli odakların çıkar, avanta ve güç devşirmek için kurguladıkları örgütlenmelerin piyonu olmaya mahkumdurlar. Ortada olup biten de bu zaten.

Paranteze almak; düşünürken zihni çepeçevre kuşatan tüm ön yaşantılar ve kimliğin tesis edildiği duygusal bağlardan(etnisite/inanç/ideoloji vs.) bir süreliğine kurtulmaktır. Yani her şeye saf bir zihinle bakabilmek. Bu çok zor olmasa gerek. Kişi eğer hakikaten bir hakikat ve onurlu yaşam kaygısı taşıyorsa zihnini kuşatan her şeyi bir süreliğine paranteze alması, hedeflediği nitelikli yaşam için de zorunlu bir çaba olarak görülmelidir. Hep öteki üzerinden varlık inşa edilen mahalle/kabile/cemaat/parti ilişkilerinin bol hamaset ve retorik içerikli sıcak ve konforlu alanın kişiye sağladığı güven ve dinginlikle hiçbir gerçeklik fark edilemez. Miras yoluyla devredilen inançlar içinde aynı şey söylenebilir. Kendi inşa etmediğin sözde hakikat yuvaları senin geçici için bir emanettir. Bu emaneti kendin test etmen gerekir ki sana ait olabilsin.

Ve taşınılan kutsalın temel ilkeleri, tüm gezegende yaşayanların sulh, selamet ve kardeşliğini, özgürce ve eşitçe yaşamasını esas almıyorsa orada durup bir düşünmek gerekecek. Bu düşünülmediği ve benzer düşünce ve inançta olmayanların dünyasına onların gözüyle bakılamadığı sürece bu dünya hem kendimize ve hem de başkalarına zindan etmeyi marifet ve hatta ibadet sanarak ömürler geçip gidecek. İşte bundan dolayı empatik düşünmeyi; düşünürken de düşünme edimini yansız, bağlantısız, saf olarak yapmak, bunu yapabilmek için de hakikat olarak bilinen tüm değer ve yaşanmışlıkların bir süreliğine paranteze alınması gerekir.

İnanca Tahvil Edilen Husumet ve Düşmanlığın Kaynağı:

Kritik bir tespit ve çözümleme olduğu için paylaşma gereği gördüm. Yıllar önce Dücane Cündioğlu ile İslami olarak adlandırılan terör örgütlerine katılanlar hakkındaki bir söyleşide:

- “Cihada katılan bilir ki şiddet, sertlik, terörizm, korkutma ve katliam mubahtır” deniliyor. Dinde böyle bir şey var mı?"

- "Yorumu kimin ve niçin yaptığı önemli. Oysa bizim hakkında konuştuğumuz ana sorun, İslam dünyasının bilinci değil, bilinçdışı. Sözünü ettiğiniz dil, irrasyonel, çünkü duyusal ve duygusal. Ortadoğu’da olup bitenleri ancak bir düş yorumcusu hakkını vererek yorumlayabilir. İlgisiz, ilişkisiz, kopuk kopuk, muhayyileye dayalı fragmanların oluşturduğu bir düş ortamındayız. Bu yüzden gerçek olguları değil, düşleri yorumladığımızın bilincinde olmalıyız, hatta bir kâbusu. Freud, “Hiçbir düş geleceği göstermez” der. Düşler, gelecekten önce geçmişi analiz etmek için birer vasıta. “Dün ne oldu?”nun yanıtı alınmadan hiçbir düş, bugünden bakılarak yorumlanamaz.

Bin Ladin, “Siz hayatı ne kadar seviyorsanız, onlar da ölümü o kadar seviyorlar” demişti. Bu ölüm tutkusunun açıklaması nedir? “İşkence görmüş biri olarak diyebilirim ki işkence sırasında ölüm, bazen yaşamaktan sevimli gelir insana. Ölüme bu denli sevdalanmanın nedeni insanca yaşama dair hiçbir umudun kalmaması. Eşini, çoluğunu çocuğunu alıp IŞİD'e katılanların ruh dünyasında, ölümde bir karşılık bulmaktan çok yaşamda bir karşılık bulamama halinin belirleyici olduğunu düşünüyorum. Neşenin yokluğu en temelde arzu yokluğuna dönüyor, arzu yokluğu haz yokluğuna, haz yokluğu ise yaşamı sürdürme güdüsünün yara almasına. Din sadece bu halin bir ifade aracı, kesinlikle asıl gerekçesi değil.”

Birazcık düşünelim. Hayat sadece biz ve bizim gibilerden ibaret değil ve hiç kimse farklılığından dolayı ötekilerden az ya da fazla öneme sahip değil. Hayatı onurluca ve güven içinde yaşamak herkesin hakkı. Kendimiz ve kendi tercihlerimizin vazgeçilmez olduğunu düşünmek nevrotik bir durumdur. İlk çocukluk ve ergenlik döneminde karşılaştığımız travmalar, yaşarken oluşan kesintiler yaşama dair algılamızı şekillendirir. Olumsuz hallerimizi görmezden gelerek ve hatta bu hataları olumlayıp kutsiyet atfederek bizi bir cennetin beklediği vehmine kapılmayalım. Zihnimizde insana ve inanca dair ana öncüllerimizi akıl ve vicdanın muhasebesine tabi tutalım. Bunu yapmadığımız taktirde iyi/doğru yaşama dair çıkarımlarımız hep arızalı olacak; bunun neticesinde yaşamı hem kendimize ve hem de ötekilere çekilmez hale getirip zalimliğimizin bile farkına varmadan ömrümüzü boş ve zararlı bir şekilde tamamlayacağız. Zor da olsa doğruyu tercih edelim. Esenlikle...

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
13 kez görüntülendi. 214 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.