Günlük hayatımızda karşılaştığımız hemen her olayda mağdura bakarak analiz yaparız. Acınası bir yaşanmışlık üzerine kurgulanan travmatik olaylar, bizi mağdurun ezilmişliğini paylaşmaya götürür. Aslına bakarsanız onun durumunda olmadığımız için şükrederek mutlu oluruz. Peki, kendimizi neden failin yerine koymayız? Çünkü toplumsal baskıdan korkarız.
Mağdurun durumu bir sonuçtur ve olayın analiz edilmesinde bize sadece sonuçlar üzerinden bir bilgi verir. Hâlbuki failin durumu bir sebeptir ve olayın tam da nedenlerini anlamamızı sağlar. Bizler bugün Afganistan’daki olayları analiz etmek için mağdurun durumunu anlamayı tercih ediyoruz. Hâlbuki faili anlarsak, mağdurun durumu zaten ortada olduğu için bir bütünlük içinde olayı analiz etme yeteneğine sahip oluruz. Elbette ki yapılması gereken şey zincirleme olaylar için her ikisini aynı anda anlayabilmektir. Zira her sonuç yeni bir olayın sebebidir.
Sırbistan’ın Niş şehrinde rehberlik talebinde bulunduğumuz kişi emekli bir subay çıkınca, bizi götürdüğü ilk yer “kelle kule” oldu. “İşte bu sizin dedelerinizin eseri, atalarımız o günleri unutmamak için öldürdüğünüz binlerce insanın kafasından bu kuleyi yaptılar. Şimdi bizi Bosna’da yaptıklarımızdan dolayı suçluyorsunuz. Farkımız nedir söyler misin?” dedi. Akabinde bizi yakılıp yıkılmış bir camiye götürdü. “işte bunu da biz yaptık. Ama gurur duymuyorum. Keşke bunların hiçbirisi yaşanmasaydı” diyerek derin bir iç çekti. Vedalaşırken “dedem mezarından kalksa ve benim bir Türk’le bu kadar samimi bir sohbet yaptığımı görseydi muhtemelen yüzüme tükürürdü” demeyi de ihmal etmedi. Fail ve mağduru sebep sonuç ilişkisi içinde anlamaya çalışırken tarih bize elbette ki yardım edecektir. Burada tarihçinin yapması gereken şey her iki tarafın hissiyatını bir ressam hassasiyetiyle resmedebilmektir.
Bizler bugün Afganistan’da yaşananları sadece mağdur açısından değerlendirirsek gelecekte yaşayacaklarımız hususunda yeterli bilgiye sahip olamayız. Ulusal ve uluslararası basında -ki buna ABD basını da dâhil- çok net bir şekilde ABD’nin başarısızlık hikâyesinden bahsediliyor. O zaman şu soruyu soralım. ABD ne yapmış olsaydı Afganistan’da başarılı olmuş olurdu? Afganistan’da barış ve huzuru tesis etseydi, Afganistan’da demokratik bir yönetim kurabilseydi, Afganistan’da kişi başına düşen milli geliri 15.000 Dolara çıkarsaydı, Afganistan’ı bölgenin nükleer bir gücü haline getirseydi veya Afganistan’ı ABD’nin bir eyaleti yapsaydı. Ne yazık ki ABD bunların hiçbirini yapamadı. İyi ama bunları yapmasını beklemek için bir tek mantıklı nedenimiz var mı? O zaman ABD Afganistan’da başarısız olmadı, yapması gerekeni yaptı ve gitti.
ABD basınının üstün Batı değerlerini Afganistan’da hâkim kılamadık diye döktüğü timsah gözyaşlarını anlamak mümkün, lakin bizi yalnız bırakıp gittin diye ağlayan Afganistanlılara ne diyeceğiz. Veya onlar için üzülenlere. Demek ki, Batı’nın bu üstün değerlerine umut bağlayacak günlere geldik. Kendi içinde çözemediğimiz sorunlarımızı ancak bu üstün ülkeler sayesinde çözebileceğimize kani olduk.
Bir sistem, zihniyet veya inanç olarak sömürgecilik, sadece insanların mallarını ve bedenlerini ele geçirmek değil, aynı zamanda zihinlerine de hâkim olmaktır. Köle olan bedenler değil zihinlerdir. Batı’nın Afganistan’da - hatta kendini bağımsız hisseden birçok ülkede - uyguladığı şey bu zihinsel köleleştirmeden başka bir şey değil.
Sömürgeci Afganistan’da İslam’ı en saf haliyle yaşadığına inanan bir grup oluşturmak suretiyle, ülkedeki bütün Müslümanlar üzerinde tahakküm kurdu. Vaktiyle İslam dünyasının medeniyet kapılarından birisi olan bölgede oluşturulan insan tipi ne yazık ki bu oyuna katılmakta hiç zorlanmadı. Savundukları dinin temel doktrinlerini dahi sömürgeci zihniyetten öğrendiler. Batı, Afganistan halkının zihnine format atmak suretiyle yeni bir İslam yazılımı yüklemeyi başardı.
Sömürgeci, bu yüzyılın başında, hedeflerine ulaşmak için farklı bir yöntem kullanmaya başladı. Eskiden kendine ötekileştirilmiş köleler efendisine benzemek arzusuyla yaşardı. Yani efendinin ruhunda tecelli etmek kölenin Nirvanasıydı. Köle fiziken özgürleşse de ruhen hala sömürgeciye bağlı kalırdı. Şimdi ise sömürgeci, insanları asimilasyona veya itaate değil isyana teşvik ederek köleleştiriyor. Kendine ötekileşmiş insanın isyanı her ne kadar sömürgeciye karşıymış gibi görünse de esasında o kendisiyle ve inancıyla mücadele ettiğini fark etmez. Bu durum aslında sömürgeciyi fail mağdur ilişkisinde oldukça rahatlatır. Zira sözde mağdur duruma düşen sömürgeci, isyancı failleri cezalandırmak için hukuken ve ahlaken haklı duruma gelir. Dün fail olarak Afrika’ya zulmeden sömürgeci, bugün 11 Eylül mağduru olarak hakkını arıyor. Sömürülen isyancının efendi olma mücadelesi ne yazık ki sömürgecinin davasına meşruiyet kazandırmaktan öteye geçmiyor.
Sömürgeci bir taraftan da sömüren-sömürülen veya fail-mağdur ilişkisinde kendisini tarafsız bir bölgeye çekerek zihnen köleleştirdiği insanları birbirlerine düşürdü. Kendine ötekileşmiş insanların kendi içindeki acımasız mücadelesi ise sömürgeciye demokrasi ve barış adına yeni bir müdahale alanı açtı. 2001 yılında Bush Afganistan askeri müdahalesine bu yüzden “kalıcı özgürlük operasyonu” adını vermedi mi?
Zihni köleleştirilmek suretiyle sömürülen insanların isyanı ne yazık ki sömürgeciye değil, kendi insanına yöneldi. Bu durum sömürgeciye meşruiyet kazandırmasaydı binlerce insan ölümleri pahasına Amerikan uçaklarına binmeye çalışır mıydı? Veya daha iyi bir yaşam sürmeleri için çocuklarını devşirme olarak Amerikalı askerlere vermek ister miydi?
Amerika Afganistan için kendi halkına hesap vermekte zorlandığı bir trilyon dolar para harcadı ve yaklaşık 2500 askerini feda etti. Sonuçları sözde başarısız da olsa, muhtemelen bir kısım Amerikalı ülkelerinin ulusların özgürlüğü için bir bedel ödediğini düşünüyor. Biden “Onlara kendi geleceklerini belirlemeleri için her şansı verdik.. Onlara sağlayamadığımız şey, gelecekleri için savaşma iradesiydi” derken, Amerika’nın Afganistan için her bedeli ödediğini, Afgan halkının artık kendi özgürlükleri için mücadele etmesi gerektiğini söylüyordu.
Bu özgürlük mücadelesi ne yazık ki gelecek dönemde çok geniş bir coğrafyada yeni fail ve mağdurları ortaya çıkartacak. Efendi olma arzusundaki kölelerin isyanları veya isyankârlıkları sadece kendilerine zarar vermekle kalmayacak ama birçok insanın kutsalını da derinden yaralayacaktır. Bir din olarak sömürgeciliğin temel arzusu da insanlara para, güç ve iktidar vermek suretiyle ötekinin inançlarını ortadan kaldırmaktır. Afganistan’da İslam ulusal ve uluslararası alanda Müslümanlar tarafından yok ediliyor. Taliban ve merkezi hükümetin taraftarları aynı merkez tarafından yönlendirildiklerinin farkında bile değil.
Afganistan’daki yeni devlet yapısı muhtemeldir ki diğer ülkelere ihraç edilmeyecek. Lakin terörist eylemler Pakistan ve Hindistan’ı da içine alacak şekilde genişleyecek. Terör faaliyetlerinin olası bir nükleer savaşın alameti olacağını unutmamak lazım. Böylesi bir savaşta şimdiki gibi binlerle ifade edilen ölümler olmayacak milyonlarca Müslüman kendi kardeşinin katili olacaktır. Bugün Müslüman ülkelerin yapması gereken şey bu ülkelerin etrafında saf oluşturmak değil, gelecekteki tehlikenin farkında olarak bölgede uzlaşmayı sağlamaktır. ABD, İngiltere, Rusya ve Çin olası çatışmaları körüklemek için hazır bekliyorlar. Umut ederiz ki Müslümanlar bu ateşe odun atmazlar.
Sülün Osman “Benim dolandırdığım insanlar dolandırıcıydı aslında. Yani bana yanaşma sebepleri beni dolandırmaktı. Ben hayatım boyunca beni dolandırmaya kalkmamış tek bir kişiyi dolandırmadım” demişti. Sömürgeci de tam bu bakış açısıyla hareket ederek mağduru fail haline getirdi. Dün demagojik bir söylemle bunu yaparken bugün bunu fiilen gerçekleştirmeyi başardı. Yani sömürgeci mağdur kisvesi altında fail olmayı başardı. Kendini failin güç ve iktidarına sahip olmuş hisseden sömürülen ise elde ettiğini sandığı başarılar ile övünmeye devam etmekte. Bu güç zehirlenmesi sömürüleni her geçen gün sözde başarı adı altında yeni yanlışlar yapmaya sevk etmekte. Mağdur sömürgeci yarın adalet önünde hakkını aramaya çıktığında dosyasına koyacağı savunma evraklarını sabırla hazırlamakta. Dün kendisi Afrika ve Amerika kıtasında milyonlarca insanın ölümünü neden olmasına rağmen bugün bir özür bile dilemeden kendini aklayabiliyor. Lakin yarın Afganistan’da yaşananlardan dolayı muhtemelen Uluslararası Ceza Mahkemesi Taliban ve destekçilerini yargılayacaktır. Mağdur veya mağduru kollayan sıfatıyla sömürgeci her geçen gün uluslararası camiadan destek görmeye başlıyor. Bundan sonraki süreçte sömürgeci mümkün olduğunca sıcak güç kullanmayacak bunu başkalarına ihale edecektir.
Sonuç itibariyle sadece bu bölge için değil genel uluslararası ilişkiler çerçevesinde sömürge inancının oluşturduğu yapıyı bilmeliyiz, maruz kaldığımız zihniyet köleleştirmesinden kurtulmalıyız ve son olarak sömürgeci zihniyetinin farkında olmalıyız. Bu süreçte hamasetle politika üretmek Müslümanları daha fazla köleleştirir. Batı Taliban’a Pirus zaferi bahşetti. Ancak ödenen bedeller keşke bedenler olsaydı. Sömürülenler zafer çığlıkları atarken, sahip olduğu bütün değerleri kaybetmekle yüz yüze kaldı. Batı, değerleri olmayan bir güç ve iktidarı zaten istediği zaman yok edebileceğinin farkında.
Dünün faili bugünün mağduru durumundaki sömürgeciyi anlamadığımız sürece zihni kölelikten kurtarma ihtimali yoktur. Sömürgeciliğin bir inanç ve sistem olduğu bilinmelidir. En inançlı ve masum halimizden en devrimci ve isyankâr ruhumuza kadar sömürgecinin güdümünde olabiliriz. İtaat ve isyan çıkmazındaki sömürülenin farkında olması gereken işte budur.
Gerçek mücadele Ngũgĩ wa Thiong’o,’nun tabiriyle “zihni sömürgeden azâd” etmektir.
DOĞRU BAKIŞ AÇISINA SAHİP…
DOĞRU BAKIŞ AÇISINA SAHİP OLMAK
Günümüzde karşılaştığımız olayları değerlendirirken ; sağlıklı ve doğru bir tarih bilgisine sahip olmak, adil olmak, empati yapmak , yok etmekten çok yaşatmak ve en önemlisi Ahirette vereceğimiz hesabı unutmamak bizlerin doğruya çok yakın bir noktada durmamızı temin eder diye düşünüyorum.
Ali bey ; yazısının bir çok yerinde özeleştiri yapmaktadır , bu yaklaşımı analizin diğer vurgularından çok daha kıymetli buluyorum.
Yazının konusu olan Afganistan 1979 yılından bugüne savaş ortamında bulunmaktadır. Önce Ruslar’ ın ülkeyi işgale davet edilmesi ile başlayan savaşa dünyanın dört bir yanından giden Müslüman gençler Cihat şuuru ile katıldılar. Afganistan’a gidemeyen Müslümanlar dua ile beraber işgali gündemde tutan çalışmalar (gösteri , açık oturum , dergi ve kitap basımı vs) yaptılar , Mücahitlere maddi destekte bulundular. Özetle Müslümanlar, Rus İşgaline karşı yapabilecekleri her şeyi yaptılar.
Rus işgaline karşı direniş bütün hızıyla devam ederken kendisini ziyarete gittiğimiz Türkiye’deki saygın bir Mümin yazarın şu cümlesini hiç unutmuyorum. Sevgili Kardeşlerim ‘’Ben Afganistan’a defalarca gittim ve gördüm ki oradaki savaş tamamen Kabilelerarası bir savaştır’’
Rusların yenilerek çekilmesinden sonra Kabileler arasındaki iktidar mücadelesi ve dışarıdan alınan desteklerle karşılıklı kan dökülmesi giderek şiddetlendi maalesef.
ABD nin önceki dönem sıra dışı başkanı Trump ‘’3.Dünya ülkelerindeki (Ortadoğu, Afrika vs) Kabileler arasındaki savaşlarda taraf olmak zorunda değiliz ‘’ sözünü olduğu gibi aldığımızda yerinde ve alkışlanacak bir yaklaşımdır.
Afganistan’ın ciddi paralarla ülkeden kaçan en son Cumhurbaşkanı’nı mı , on yıllardır her bakımdan desteklediğimiz ve 1 tek mermi sıkmadan her seferinde halkını bırakıp kaçan Dostum’umu , yıllarca en son modern silahlarla donatılarak eğitilen ve bütün Afganistan’ı 3-4 haftada teslim eden Afgan Ordusu nu mu, ayyuka ya çıkan uyuşturucu ticaretini mi , normalleşen yolsuzluk ve hırsızlık olaylarını mı , en önemlisi Ruslara karşı savaşırken Şehit olan kardeşlerimizi mi ?
Bir sonraki yazısında Ali beyden;
Sömürgeci güçler neden ‘Almanya, İsveç, Norveç , Finlandiya, Danimarka , Belçika , Litvanya, Kanada vb ‘ ülkeleri işgal etmiyorlar sorusunun cevabını değerlendirmesini öğrenmek isteriz.
Allah (cc) Kuranı Kerim’in bir çok ayetinde biz Müslümanlara ‘’Onlar Akıl etmezler mi , düşünmezler mi vb ‘’ sorular yöneltmektedir.
Yeni yorum ekle