Kabile Bilinci (Aforizmalar)

01 Aralık 2024

1- Kabile bilincinin, kendi varoluşunu inşa ettiği temel dayanak düşman algısıdır. Kabile mensubuna kendi kabilesi dışındakiler (örtük) düşman belletilmiştir. Burada insan, dayanışma, kardeşlik, işbirliği, kültür, spor, dostluk gibi kavramlar etrafında oluşturulan kurum/kulüp/örgütlenmeler, aslında örtük amaçlara (yani savaşmaya) hizmet ederler. Bu hal, insana dair her alanda genellenebilir. Yani kabile zihin yapısından kurtulamayan toplumlar, sadece acılı durumlarda (acı geçene kadar) birlikte olmayı, birlikte hareket etmeyi, yardımlaşmayı, acıları sarmayı becerebilirler. Olağan durumlarda, çıkar hesapları ve tahakküm devreye girince kabile bilinci hemencecik devreye girer. Ve bu bilinç itina ile kutsala tahvil edilerek, en banal, en aşağılık davranışlar, tevil (fetva) vasıtasıyla meşrulaştırılır.

2- Kabile bilincinde müşterek bir ilke üzerine kurulmuş yasa kavramı yoktur. Daha doğrusu kabile toplumlarında farklılık (heterojen), farklı düşünen ve yaşayan olmadığı; ya da böyle bir deneyime yeterince imkân bulunmadığı için birlikte yaşama kültürü gelişmemiştir. Her farklılık bir tehdit unsuru olarak görülür. İlerleyen zamanda farklılıklar zemininde ortak bir sözleşme (devlet) kuran topluluklar, kabile bilincinden kamusal bilince geçiş yapamaz ise, kabile savaşları modern yapı ve ilişkiler üzerinden yürütülmeye devam eder. Devlet mekanizması ele gerilmesi, diğer kabile üyelerine tahakküm kurma ve onları eski kabile normlarına göre yönetilmesi gereken bir aygıt olarak görülür. Yasaların bir hükmü yoktur. Yani bir toplum kabile bilincini aşamadığı sürece, hiçbir zaman barışık yaşama imkânını bulamaz. İşin içine kutsalı da ekleyince, yapılan her eylem tanrı üzerinden meşrulaştırılır ve böylece kabile üyeleri cennete gidecekleri zannıyla avunurken onları “yönetme” imkânları daha da artar. Oysa tanrı, taraf tutmayandır ya da öyle olması gerekir. Tanrıya taraf tayin edenleri iyi tahlil edin; onlar ya tanrısız ya kabileci ya da çıkarcıdır.

3- Kabile bilinci, tümel kavrama becerisinden yoksundur. Kabile mensubu, yaşamı (olay ve olguları) tikeller üzerinden tanımlar ve değerlendirir. Yani yaşama hep yandan, düşük kadrajla bakar. Olayları geniş perspektiften bakma olanağından yoksundur. Bundan dolayı kişiler arasında zuhur eden sorunlar, (kasıtlı olmasa bile) büyük çatışmalara bahane olarak kabul edilir. Kabileler benimsedikleri inanç esaslarını da kendi düşünce formlarına benzetirler. İnancın suretine, ritüeline göre değerleme yaparlar. İnancın ana maksadı hep ıskalanır. İncir çekirdeğini doldurmayan ayrıntılar inancın esası olarak kabul edilir ve küçük ayrıntılar üzerinde mücadele marifet sanılır. Bunların yanında, bu mücadelenin yaşamın anlamı ve cennete gitmenin yolu olduğuna inanılır. Bundan dolayı kabile (ya da göçebe) bilincinin bir medeniyet üretme imkânı yoktur.

4- Kabile bilincinde kendinden ve kendi tarafından başka “haklı” yoktur. Bundan dolayıdır ki, verilen kararlar tartışmaya açılmaz, ne pahasına olursa olsun verilen kararlardan ötürü dönülecek bir hata da görülmez. Daha doğrusu kabile bilinci, (varlığını devam ettirebilmesi için) kendine hep bir öteki belirlediğinden olsa gerek, yaşamı hep bir savaş arenası olarak görür. Savaşa mahkûm edilen yaşam biçiminde, ötekileri bir şekilde haklı görecek düşünceye bile yer verilemez. Verilmesi durumunda kendini inkâr etmiş ve kendi varlığını tehlikeye sokmuş olur. Savaş şartlarında ötekilere hak vermek, baştan mağlubiyet anlamı taşır. Bundan dolayıdır ki, zerre miktarda eleştiri bile kabul görmez. Eleştirenlere kem gözle bakılır, ötekine(yani düşmana) hizmet etti olarak kabul edilir. Bundan dolayı kabile bilinci, evrensel bir ahlak üretemez. Ortaya bir ahlak koymaya çalışsa da, bu, (kendi dairesine) bağlı ve her durumda değişebilen yamultulmuş ahlaktan öte geçemez.

5- Kabile bilinci pragmatisttir. Kendi içindeki ve dışındaki ilişkilerde faydayı esas alır. Bir şeyin değeri, kabile üye ve şeflerine sağladığı fayda ile ölçülür. Bir şeye atfedilen değer ile fayda arasında doğrusal bir ilişki vardır. En temel kaygı hayatta kalma (yani yeme, içme, barınma, bürünme ve üreme) üzerine kurulu olduğu için hiçbir konuda ilkeli duruş görülmez. Yaşamda kalabilmek için ne faydalıysa o değerlidir. Faydalı olan şey, bir sonraki aşamada işe yaramıyor ve hatta zararlı unsurlar taşıyorsa, o şey ortadan kaldırılmalıdır. Zaten yaşamda kalma dışında kaygısı olmayan toplumlar için, nesnel bir ahlak ölçüsü hiç bir zaman üretilemez. Kabile üyeleri benimsedikleri ya da bir şekilde benimsemek zorunda kaldıkları inanç esaslarında da faydayı esas alırlar. Bazen bir ilke fayda sağlamaz(yasaklı) ise, o ilkeyi faydalı/kullanılabilir hale getirmek için hile-i şeriye prensibine başvurulur. Fayda sağlamayan her ilke yamultularak faydalı hale getirilir. İlkel dürtülerin ötesinde bir yaşam tasavvurunun filizlenmesine fırsat verilmemesi nedeniyle bazı coğrafyalarda (görüntü şehirleşse bile) kabile bilinci bir kader olarak yaşamaya devam eder. Ta ki, bir kaç nesil geçene kadar...

6- Kabile bilinci, meselelere soyut, evrensel, ilkesel ve olgusal bakma yetisinden mahrumdur. Soyutlama becerisi, olgusal düşünmeyi de kapsayan üst düzey düşünme biçimi olup, meseleleri tikeller üzerinden değil; tümel bakışla değerlendirebilmedir. Tikel bakış, olayları dar zamanlı ve olayın görünüş biçimi üzerinden anlık değerlendirmedir. Yani meseleler, geniş zamanlı bir nedensellik ve perspektif üzerinden değerlendirilemediği için sadece o anki görüntü esas alınır ve tüm değerlendirme ve yargılamalar bunun üzerinden yapılır. Bu durumda ne ortaya çıkar? Ortaya çıkan şey, başa gelen bela ve musibetlere ilkesel bakılamadığı (ya da birilerinin işine gelmediği, anlık çıkar zedeleneceği için) benzer musibetler tarihin farklı (periyodik) dönemlerinde tekerrür eder durur. Her defasında bu musibetlerin failleri ya da bu musibetlerin düşünsel ana nedeni hep ıskalanır, görmezden gelinir. Zihin ve bakış açısı temelli değişmediği sürece o toplum için değişen hiç bir şey olmaz.

(Toplumsal gidişatla ilgili olarak, “-bu gidiş gidiş değiş, aklınızı başınıza almazsanız, başınıza bela gelecek” diyenleri defe koyup olmadık hakaretler (zındık, kafir vs.) edenler mi haklı çıktı, uyaranlar mı haklı çıktı? Ve şimdi kim nerede, vaziyet ne halde, değişen ne oldu, olmadıysa neden olmadı, olma ihtimali var mı?)

7- Kabile bilincinde zaman “anın” ötesine geçemez. Zaman, gerçeklik üzerine kurgulanan bir ardışık/gelecek projeksiyonu ya da tasarımı üzerine değil; muhayyel ve müphem bir zaman dışılık üzerinden taksim edilip tanımlanır. (Öyle bir zaman gelecek ki, falan filan şeyler olacak, şunu yapanlar kurtulacak vs. gibi...) Tanımlanan dönemleri herkes kendi pozisyonuna göre belirler; ya dün, ya bugün, ya da yarındır... Toplumlar farklı kurtarıcı modelleri (Mehdi Hazretleri) yoluyla edilgen hale getirilerek bir kader anlayışı içinde hep maniple edilip, kolayca yönetilirler...Ve işin sonunda hiç hesabı yapılamayan/hesapta olmayan “musibetler” ile karşılaşılır. Artık iş işten geçmiştir. Ve ne hikmetse bu musibetler, yine aynı fail şefler marifetiyle “hayra” yorulur… işler öte dünya tüccarlığı zemininde yürür gider. Bu serüvenin büyüsünü bozanlara ne mi denir? Büyü bozucu…

8- Kabile bilinci (her ne kadar modern eğitim alıp, şehirde yaşasa da) yurttaş bilinci gelişmediği için, kendi dışındakileri aynı/eşit değerde göremez. Kamusal ilişkilerde yasalar yerine, lider kültü, güç ve kendi çıkarını esas alır. Kendi kutsalını merkeze koyması hasebiyle, diğerlerine yönelik evrensel ahlâk ilkesini işletme gereği duymaz. İşin içine "yazgı" da girerse vahametin boyutu daha da artar. Yaşamı hem kendine, hem de başkalarına zindan eder.

9- Kabile bilinci, çevre duyarlılığı, doğa ve gelecek zaman sakinlerinin yaşama hakkı, gezegenin akıbeti gibi erdemli, ahlaklı, total ve kuşatıcı üst bir bilinç geliştirme yetisi ve duyarlılığından mahrumdur...

Ve elbette bu aforizmalar bilimsel usullerle ortaya çıkan, mutlak doğru, yargılayıcı, aşağılayıcı genellemeler değil. Sadece modern dönemlerde, modern demokratik hukuk devletinde yaşayıp da, ekonomik, yönetsek, kültürel açıdan yetkinleşemeyen, kamusal bilinç geliştiremeyen, hep kendiyle ve muhayyel düşmanlarla cebelleşen toplulukların neden böyle olduğuna dair yılların okuma ve deneyimleriyle oluşan sübjektif kanaatlerdir.  

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
11 kez görüntülendi. 270 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.