“Mutlu olmak herkesin hakkı, insan mutlu olmalı, mutlu olmadıktan sonra yaşamanın ne anlamı var, çocuğumun mutluluğu, mutlu bir gelecek için”… Yaşamın anlamı mutluluktur mesajı içeren bu tarz cümlelere aşinayız. Belki de daha fazlasını sürekli duyuyoruz. Bu dile o kadar çok maruz kalmışızdır ki istemeden konuya dair çokça argüman biriktirmişizdir. Hatta çoğumuz Beş Adımda Mutlu Olmanın Yolları isimli bir kitap yazabilecek denli konuya hakimizdir.
Mutluluk kavramı; psikiyatrından yazarına, yaşam koçundan öğretmene, arkadaştan anneye kadar tüm çevrelerin dilinde hep benzer anlamalara gelecek şekilde öyle bir kullanılır ki şuna ikna oluruz: Dünyaya mutlu olmak için geldik ve herkes mutlu olmalı. Bu anlayış, temel yaşam mottosuna dönüşmüş durumda.
Tüketiciye bir ürün satarken “mutluluk” kavramı kullanıldığı gibi -reklamlarda kullanılan dil- politikacılar da seçmenlere mutluluk vaat ederler. Bir ürünün kullanımından doğacak mutluluk reklam dünyasının temel motivasyonudur. Bununla birlikte seçmenin şu partiye vereceği oy toplum için mutlu bir gelecek anlamına gelmektedir. Nihayetinde bu kavram öyle yoğun, istikrarlı ve yaygın biçimde kullanılır ki insan artık hayatın mutlu olmak için yaşanması gerektiğine ikna olmuştur.
Şöyle düşünebiliriz: Bunda ne mahzur var, mutluluk kötü bir şey mi, insanlar mutlu olmasın mı? Tabii ki insanlar mutlu olsun. Mümkün olduğu kadar. Ancak tüm iletişim süreçlerinde “mutluluk” kavramını istikrarlı, yoğun ve yaygın biçimde kullandığınızda başka bir iklim üretirsiniz ve bu iklim hayatın hakikati ile çatışır. Ve vaat edilen mutluluk-lar gerçekleşmediğinde elde kalan hayal kırıklığı, depresyon, hayata küsmek hülasa mutsuzluktur.
Öncelikle kavramın tanımın bir hatırlayalım.
Mutluluk: Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, mut (I), ongunluk, kut, saadet, bahtiyarlık, saadetlilik. https://sozluk.gov.tr/ (TDK Türkçe Sözlük)
Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu. Bu ne kadar gerçekçi ve ne kadar mümkün bir durum? Nihayetinde “ölüm”ün tartışmasız gerçek olduğu hayat insana bu imkânı tanır mı? Eksiksiz ve sürekli olarak tüm özlemlere ulaşmak mümkün müdür? Tabii ki hayır. Bu duyguyu; bazen, belli süre, biraz yaşamak mümkün ve gereklidir. Ancak bunun eksiksiz ve sürekli oluşuna ölüm mâni olur. Mutluluk kavramını bu tanımıyla kullandığımızda her bitiş, her sorun, her ayrılış daima mutsuzluk üretir.
Çağın insanı cenneti bu dünyada yaşamak arzusundan olsa gerek “mutluluk” kavramı etrafında öyle bir dil oluşturur ki diğer duygulara neredeyse yer kalmaz. Ya da diğer duygular bir ceza, bir yoksunluk, bir yoksulluk gibi kalır. Acı çekmek, öfkelenmek, özlemek, kızgınlık, kırgınlık, hayal kırıklığı, çile çekmek, bedel ödemek, tahammül etmek, sabretmek vb. duygular maalesef mutluluk dilinin ürettiği iklime “yabancı” kavramlardır. Tüm bu durum ve duygular insana mahsustur, hayatı yaşanmaya değer kılar, insanı olgunlaştırır, bazı erdemlerin kaynağıdır, bu erdemler insanların yaşanılabilir toplumlar kurmasına imkân sağlar. Ve mutluluk da ancak bu duygularla birlikte var olduğunda anlamlı ve değerlidir. Hayat yalnızca mutluluk dili ile anlaşıldığında çocuktan yaşlıya kadar herkes “sıkılan, bunalan, tat almayan, hayatı anlamsız bulan, depresif, hülasa mutsuz” insanlara dönüşür. Sürekli “mutluluk” propagandasına maruz kalarak büyümüş ve buna ikna olmuş kalabalıklar, yalnız kaldığında, çile çektiğinde, üzülünce, bedel ödemek zorunda kalınca “hak edilmiş mutluluğa sahip olamadığı” için daha büyük bir mutsuzluğa düşer. Yani yoğun mutluluk dili çokça mutsuzluk üretir.
İnançlı bir insan için hayat “mutlu olunması gereken yer” değildir. Hayat tüm duyguları yaşayacağımız, çeşitli hadiselerle, varlıkla yoklukla sınanacağımız bir imtihan sürecidir. Bu hayatı doğru biçimde yaşayıp sınavdan başarılı çıkmak gereklidir. Bu bağlamda mutluluk dili ile üretilmiş bir iklim inanan insan için sorundur. İnanan bir kişi tüm duyguları yaşar, buna mutluluk da dahildir.
Evrime inanan insan için de bu dünya “mutlu olunması gereken yer” değildir. Dünya, insan ve hayat bir tesadüfün sonucunda ortaya çıkmıştır. Herhangi bir amaç söz konusu değildir. Hayat mutluluk için var edilmemiştir. Çünkü “amacı olan bir var edici yoktur, hayat tesadüfen ortaya çıkmıştır.” Bu noktada bir insan tesadüfen geldiği hayatta mutlu olmayı kendisine bir hedef olarak seçebilir. Ve yaşamını bunun üzerine kurabilir. Ancak bu durumda da “eksiksiz ve sürekli” olarak bu duyguyu yaşamak mümkün olmayacaktır.
Her iki durumda da “mutluluk herkesin hakkı, mutlu olmak için dünyaya geldik, mutluluk için çabalamak” gibi sloganlar maalesef ne dindar ne de seküler insanlar için reel ve rasyoneldir. Peki bu sloganlar neden bu kadar yoğun kullanılır ve ne işe yarar? Bunu anlamak için reklamları dikkatle izlemek, çağın insanının tüketim davranışlarını gözlemlemek yeter.
Viktor Frankl ‘ın İnsanın Anlam Arayışı’nı okuduğumda şöyle düşünmüştüm: Viktor Frankl, Froyd’dan önce doğmuş olsaydı modern insan, hayatı başka biçimde anlıyor olabilirdi. Ancak kapitalist bir dünyada Viktor Frankl’ın ve Logoterapinin yeri yoktur. “İnsanın gerçekte ihtiyaç duyduğu şey, gerilimsiz bir durum değil, daha çok, uğruna çaba göstermeye değer bir hedef, özgürce seçilen bir amaç için uğraşmak ve mücadele etmektir. İhtiyaç duyduğu şey, her ne pahasına olursa olsun gerilimi boşaltmak değil, onun tarafından yerine getirilmeyi bekleyen potansiyel bir anlamın çağrısıdır. (s.119)” diyen Frankl çağın insanını mutluluk arayışına değil “anlam” arayışına çağırır.
İnsanın; tüm sorunları çözeceğine dair duyduğu inanç, inanç değil de tuhaf vehim ve mutluluk arayışı mutsuzluk üreten bir durumdur. Bu vehme sahip insan sorunu çözemediğinde, mutluluğa ulaşamadığında ağır hayal kırıklığı yaşar. Devamı depresyon, travma vs. Halbuki hayatın içinde çözemediğiniz problemler olabilir, o vakit sabır, tahammül, tevekkül gerekir. Bu kavramların yerini mutluluk kavramı işgal ettiğinde yoğun mutsuzluk kaçınılmaz olur.
Toplumumuzda sıkça rastladığımız; ebeveynlerin kendilerini çocuklarının mutluluklarına adamaları, kendi göremediklerini onlara göstermek, kendilerinin yaşayamadıklarını onlara yaşatmak, kendi sahip olamadıklarını onlara sunmak ve nihayetinde onları mutlu çocuklar olarak yetiştirmek arzusu, her istediklerini almak, her istediklerini yapmak, önlerine çıkan her engeli çocukları için aşmak, onları aslan, kaplan, prens, prenses olduklarına ikna etmek nihayetinde kötü sonuçlar doğurur. Mutlu olmak için büyütülen çocukların; sıkılan, hevesi geçen, yaşamak için bir anlam bulamayan, ilk zorlukta yılan, özgüven sorunu yaşayan, kıskanç, şımarık, bencil bireylere dönüştüklerini görüyoruz. Bu çocukların bir diğer ortak yönü de iyi birer tüketici olmalarıdır.
Çağın insanın hız, konfor, haz ve mutluluk kavramlarıyla kuşatıldı. Bilim, teknoloji, sanayi, gelişme ve benzeri şeylerin “insanın” mutluluğu için var olduğu iddiası neredeyse artık yaygın ve yerleşik bir kanaat. Oysa hayatın içinde mutluluk duygusu da diğer duygu ve olgular gibi “biraz”dır. İnsan her duruma ve duyguya hazır olmak ve hepsiyle baş etmek, hepsine uyum göstermek zorunda kalabilir. Bu duygu ve durumlardan birini baskın hale getirecek bir söylem insanın hem maddi hem manevi dünyasında ciddi sorunlara sebep olabilir.
“Niçin varım?” sorusu sorulup hakikatle ilişkili bir cevap alınmadıkça maalesef belli sloganlarla, mottolarla, putlaştırılmış kavramlarla hayatı anlamaya ve yaşamaya çalışırız. Önce zihnimizdeki putlaşan kavramlardan kurtulmalıyız. Mutluluk da başarı gibi kavramsal bir puttur ve “ölçüsüzce kullanıldığında” mutsuzluk üretir.
Yeni yorum ekle