Bir Yazının Sosyal Medya Mutfağı ya da Facebook’ta Vakit Öldürmeyen Paylaşımlar
Aslında bu yazı, Facebook ortamındaki bir etkileşimin ürünü. Yazının bu mutfak öyküsünü kısaca aktarmamı, umarım yadırgamazsınız.
Sizin de ilk defa sosyal medyada temas kurup daha sonra yüzyüze de tanıştığınız arkadaşlarınız olmuştur. Fatma Yılmaz Göybulak ilk defa Facebook ortamında temas kurup kendileri Kanada’da yaşadıkları için henüz yüzyüze tanışmadığım bir arkadaşım. Daha sonra eşi ile de haberleştik. Memleketi özlüyorlardır muhakkak, fakat "bizim insanlarımız"dan da yaşadığı yeri bir gurbet vakumunun matemine büründürmeden bulunduğu sosyal dünyanın gönüllü ve anlamlı katılımcısı olanlar bulunduğuna örnek oluşturan, bu sosyal dünyanın sorunlarını açık yüreklilikle çözme gayreti gösteren "özenli bir aile" izlenimi edinmek umut verici.
Fatma Hanım, Arthur Schopenhauer’ın okuma eylemi üzerine görüşlerini aktaran bir paylaşım yapmıştı. Bu paylaşımda sanırım dikkatimi en fazla çeken bölüm paylaşımın sonunda yer alıyordu: "Çok fazla-yani neredeyse bütün gün okuyan ve arada düşünmeksizin, eğlence yahut meşgale ile kendisini eğlendiren kimse, yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder. Tıpkı at üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi. Birçok eğitimli insanın durumu bundan pek farklı değildir: Okumak onları ahmaklaştırır." Ben de – didik didik sosyal medya inceleyen biri olmadığım ve – tesadüf ettiğim ve dikkatimi harekete geçiren paylaşımlara vakit buldukça katkıda bulunan bir facebook kullanıcısı olduğum için bu paylaşımı altından kısa bir yorum yaptıktan sonra öteki yorumlara bakarken yine Facebook ortamında temas kurduğumuz ama bilahare yüzyüze tanışma fırsatı da bulduğumuz "klasik şiirimiz"in günümüzdeki çok değerli şairi Erol Karahan’ın "ne için okuyoruz" mealindeki yorumuna rastladım. Erol Bey özetle "okurun okumadaki maksadı"na göre farklı şeyler elde edeceğini dile getiriyordu.
Facebook’ta bir yorumun altından o yoruma cevap verebiliyorsunuz. Erol Bey’e özetle şöyle bir cevap vermiştim: "Okumayı ‘maksatlarına göre’ değil de okuma eyleminin farklı tarzlarını dikkate alan bir sınıflandırma daha faydalı olur. Okuma eyleminin ‘ürettiği hasıla’yı farklı kılan, okuma tarzımızın daha gelişmiş ‘biçimler’idir." Bunun üzerine Fatma Hanım Francis Bacon’dan şu değerlendirmeyi aktardı: "Yalanlamak ve reddetmek için okuma! İnanmak ve her şeyi kabullenmek için de okuma! Konuşmak ve nutuk çekmek için de okuma! Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku."
Fatma Hanım daha sonra üşenmeyip bu "cevabî değerlendirmeler"i toplayarak beni de etiketlemek suretiyle Facebook’ta ayrı bir gönderi olarak paylaşınca ben de kendi zaman tünelimde paylaştım. Fikir Coğrafyası sitemizin enerjik editörü Salih Cenap Baydar, sitenin mimarı Adnan Tekşen’e "bu paylaşımı sitede yayınlayalım" teklifinde bulunmuş. İşte bu yazı, bu sosyal medya paylaşımları çerçevesinde yaptığım değerlendirmelerden doğdu.
Popüler Yazarın Kutsal Halesi: Hobi Okurları Kitlesinin Okuma Şehveti
Ülkemiz ve toplumumuz, kabaca "okumayı seven" ve sevmeyen iki cenahtan oluşuyor. Başka bir ifadeyle, "boş zamanlarınızda neler yaparsınız" ya da "hobileriniz nelerdir" gibi sorulara "okurum/kitap okumak" cevapları verenlerin okuma eylemi, çoğunlukla "hoş vakit geçirmek"den ya da belki daha acı bir dost söyleyişiyle "vakit öldürmek"den başka bir şeye nadiren yarar. Bu, bir ölçüde "seni/bu konuşanı hoşlandığım için dinliyorum" diyenin sözünüzü ya da meramınızı ne kadar ciddiye alıyor olabileceği ile benzerlik arzeder.
Yazarları ya da eserleri sevmek/sevmemek, okuma eyleminde duygusal tatmin aramak demektir. Bu da sahte bir tatmin olarak görünüyor bana. Gerçek insanlar dururken neden bizimle hiç ilgisi olmayacak yazarları sevelim ki?
Günümüzün kitap endüstrisi, bu "sahte sevgi açığı"nın doğurabileceği bıkkınlığı ortadan kaldırmak için yazarla okur arasında "gerçek bir temas"ı taklid eden "birlikte bulunma ortam ve vesileleri" kurgulayarak bundan da para kazanmayı başarıyor. Çoğu zaman popüler yazarlar ile hobi okurları, (taraflara farklı tatminler sunan) bu kapitalist tuzağın kurbanları olmaktan öte geçemiyor.
Popüler yazar, etrafında bir kalabalık halelendiği için "aldığı boydan kitap döktürme"ye devam ederken (eh, daha yüksek gelir segmentine hitap eden popüler yazar, katıldığı okur buluşmalarından ayrıca ücret de alabilmektedir) popüler kitaplarla hoş vakit geçiren okur da, kendisi ile arasında çok büyük mesafe algıladığı popüler yazarla biraraya gelmekten "önemli biri ile birlikte bulunma hazzı" satın almış olur. Böyle yazarlara "hayran görünen okuyucu", bana kalırsa bu "önemlilik duygusu"nu ödünleyen bir deneyim yaşamanın peşindedir. Bu, hobi okurunun aynı zamanda ötekilere "onlarla arasında oluştuğuna inanarak kendini kandırdığı prestij farkı"nı empoze etmek suretiyle, yaşadığı hazdan sosyal üstünlük devşirmenin ötesine giden bir kazanım elde etmiş olmadığı anlamına geliyor.
Bir Hayranlık Tecrübesi Olarak Derin Okuma
Gerçek bir hayranlık, hobi okurunun aslında tatmayı beceremeyeceği bir yaşantıdır. Eğer illâ bir amaçla okumaya odaklanarak bunun en geliştirici biçimi sorulsaydı, "hayran kalmak için okumalı" ve hayranlık uyandırıcı olmayan yazarları da okumamalı derdim.
Hayran kalmak için okuma eyleminin farklı katmanlarda farklı kazanımlar sağlayan derinlikli bir tecrübe olduğunu düşünüyorum. Bu tecrübeleri toplu bir biçimde değerlendirecek olsak en derinde, yazarın "varoluşsal tecrübesi"nin hissettirdiği aşkınlık i'câzına; biraz daha yüzeye doğru çıkıldığında, yazarın meseleleri kavrayış ve imal-i fikir konusunda sergilediği azamet karşısında, insanın kendini alamadığı bir "fethedilme" tecrübesine; daha yüzeye doğru çıkıldıkça – özellikle anlatı yazarlarında – olay kurgusundaki zekâ, karmaşıklık, çarpıcılık, olaylara anlam yükleme konusunda okuru sevketttiği derinlik vb. başarıların ihtişamına; biraz daha yüzeyde, yazarın metin oluşturma mahareti, metin kurgusunda mesela sürprizlerle dolu, şaşkınlık veya hayret uyandıran kıvraklıkları karşısında bir tür nefes kesici ustalığına; daha yüzeye çıkıldığında, dil ve ifade gücüne; daha da yüzeye çıkıldığında söyleyiş incelikleri, kelime oyunları ya da tasarruflarının parmak ısırtacak mükemmelliklerine; en sığ bir düzeyde ise akılda kalıcı ibare ya da cümleler sarf etmiş olmasına karşı duyulan ve insanın kendisini "yepyeni bir şeyin doyurucu kuşatması" ile kaybolmuş hissetmesine yol açtığını görürüz. Burada katman katman dile getirdiğim hayranlık tecrübelerinin tümünü bir tek yazarda deneyimlemek çoğu zaman mümkün olmayabilir; fakat okuma eyleminde yaşantılanabilecek hayranlık katmanlarını bir bütün olarak bir araya getirmek için oldukça sistematik bir derinlik basamaklaması yapmaya çalıştım.
Hobi okurları, gerçek bir hayranlık tecrübesinin bu katmanlarının dile getiriliş biçimlerini, çoğu zaman beceriksizce taklit ederler. Burada basit bir test, bu beceriksiz öykünmeyi turnusol kağıdı gibi ortaya çıkarır: Hobi okuru, çoğunlukla bir metni sadece bir kere baştan sona okuyup tüketmiş olur. Oysa gerçek bir hayranlık tecrübesi yaşayan "derin okur", hayranlık duyamacağı bir metni okumayı sürdüremez. Bir kere de bu hissi yaşamaya dalabilmişse bu metni defalarca okur. Hobi okurunun taklid ettiği "hayranlık ifadesi"nin yer aldığı derinlik katmanına göre, "kaçıncı okuyuşta bu hayranlık hissini yaşadığı" sorulduğunda, bazen sizi şaşırtacak cevaplar alabilirsiniz. Mesela ikinci okuyuşumda yahut üçüncü okuyuşumda demeleri muhtemeldir. Yılmayın, o derinlik katmanına ilişkin hangi bağlamların farkına kaçıncı okuyuşta vardığını test edin.
Derin okur, hayranlık hissi tattığı metinleri, bu katmanlardaki esrarı kavrayıncaya kadar en az birkaç kez tekrar okur. Bu okumalar sırasında, geri dönüp baştaki bir bölüm, pasaj ya da paragrafı tekrar okumak ihtiyacı duyar; ya da daha önceki okumalarından hatırladığı sonraki bölüm, pasaj ya da paragraflara sıçrayıp geri döner. Bütün bunların çok rasyonel bir amaç gözetimi ile ilişkilendirilmesi zordur ama sorulduğu takdirde, okuma eylemi, derin okurun "kendi olma katmanları"nı zenginleştirmeye hizmet eder. Böyle okurlar, okumak konusunda zor konuşan insanlardır. Başkalarından bol alıntı yaparak konuşamazlar; bunun yüzeydeki nedeni, defaatle okumanın ardından gelen "ılıtma ve soğutma" süreci ya da başka bir anlatımla "mesafe kazanma ve uzaklaşma" çabası; daha derindeki nedeni ise yaşadıkları bu hayranlık deneyimini hazmetme arzusu olarak karşımıza çıkar.
Buna rağmen, derin okur, ancak bir metindeki derinlik katmanına ait söz, söyleyiş ya da yazar becerilerini, o derinlik katmanına ait bir kavrayış pırıltısı gösteren bir muhatap ile karşı karşıya olduğunda hatırlar.
Bütün bunları, "okumakla duygusal bağ" kurmanın meşru bir biçimi olabilecek "hayranlık yaratıcı okuma" üzerine söylemiş oldum. Hayran kalmak amacıyla okuma eylemi, bu hayranlık tecrübeleri ile tatmin edilebilir mi? Hayranlık uyandırıcı metinlere yönelen gerçek bir derin okuma, okurun kendi olma ve var olma derinliğini ve katmanlarını zenginleştirerek zamanla hayranlık uyandıracak metinler ortaya koymasını mümkün kılar. Bu da, korkusuzca kendini hayranlığa açanların bu tecrübeler boyunca yavaş yavaş geliştirdikleri yüksek bir estetik duyarlılığa ulaşmak konusundaki arayışlarının bir ürünüdür. Şunu da ekleyelim: Hiçbir gerçek hayranlık oluşturucu okuma, zamanla karmaşıklaşan bir analitik kavrayış ve buna dayanan eleştirel değerlendirme olmadıkça, kendini tamamlayamaz.
Yoksa Daha Yeni mi Başlıyoruz?
Bu suretle aslında Erol Karahan’ın okumayı maksatlarına göre sınıflama yönelimine katkıda bulunan ve aslında rüşvet-i kelâm babında “duygusal okuma”nın bana kalırsa “tek caiz biçimi” ile sınırlı bir perspektif ortaya koymuş oldum. Sözünü ettiğim "okuma tarzları" sınıflamasına ise pek enerjim kaldığını söyleyemem. Müsait bir vakitte kafamı toplayarak yazabilirsem okuma eyleminin skolastik, hümanistik, klasik ve modern biçimlerini de ifadeye dökmek isterim. Fakat bu son terimlerin, yapmak istediğim tarzlar sınıflaması açısından uygun bir terimler dizisi oluşturduğundan emin değilim. Kâse-i fağfûf, yahut falcı küresinden ne sudûr eder, nasipse görürüz :)
Yeni yorum ekle