Günümüz dünyası, hayatı baştan sona “çözdükçe dolaşan bir problemler yumağı” olarak tarif eden “modern dünya” olarak kurulmuş, el yordamıyla yaşayanların ancak yarım yamalak kavrayabildiği bir “radikal değişim dünyası”dır. Hayat, geleneksel zamanın düşük ritm ve salınımı altında, biz istemesek de, kendiliğinden, talihin bir cilvesi olarak değişmiyor artık kardeşim, ayılın yahu! Yaşadığımız şey, bir bütün olarak ve bütün ayrıntıları ile “bilinçli bir biçimde değiştirilmek üzere yaşanan bir hayat”tır. Bunun bir mazhariyet mi, sırtımıza yapışmış bir lanet mi olduğu konusunda geviş getirmeye geçmeden önce, “ne idüğünü kavrayarak gereğine göre vaziyeti doğrultmak”tır ilk yapılması gereken.
Türkiye gibi “gelişen ekonomiler” olarak adlandırılan ülkelerin asıl problemi, “orta gelir tuzağı” değil, “çözdükçe dolaşan bir problemler yumağı olarak kurgulanan” ve “bilinçli bir biçimde değiştirilmek üzere yaşanan süreç olarak” hayatın modernlikle ortaya çıkan yeni doğasını kavramakta, sosyal ve kültürel düzlemdeki “vasat kavrayış tuzağı”dır.
Hayatın bu yeni doğasına göre her sıkıntı, kaynağındaki problemi kavramak ve rutin çözümler işe yaramıyorsa duruma özgü çözüm bulmak üzere muhtemelen uzunca bir eğitimle yetiştirilmiş meslek zümrelerinin problem çözme maharetiyle kökten sona erdirilir. Basit bir örnek vermek gerekirse, şehirde bir bağırsak enfeksiyonu salgın hale geldiğinde, her evde suların kaynatılması, sofralara patates ve pirinç lapası gibi ishali azaltılacak nevale konması, bilen birilerinin şifalı ot toplayıp kaynatarak karın gurultusu ve sancısını azaltacak çaylar yapması... her münferit vak’anın sıkıntısıyla boğuşan bir “iyilikçi gayretkeşlik” örneğidir. Bunun yerine her münferit vak’aya bedava antibiyotik dağıtan bir hekimlik veya hükümet gayretkeşliği de, “modern araçlar”ı sıkıntıyı giderme mantığı ile kullanan “pre-modern” başka bir “iyilikçi gayretkeşlik” olabilir ancak. Yapılması gereken, şehir şebekesini besleyen dereler ve ırmaklardan başlayıp, isale hatlarına, su arıtma sistemine ve şehir içi şebeke hatlarına kadar, salgını yayan bu sistemin hem ıslahı, hem dezenfeksiyonu yönünde atılacak “modern problem ve çözüm kavrayışı”na dayalı müdahaleden ibarettir. Problemi böyle kavramayıp ahaliye ishal önleyici toz ve antibiyotiği ücretsiz dağıtan sağlık teşkilatı veya hükümet kudreti, her ishal olduğunda böyle bir himmet gören vatandaşın şükran ve minnet duyacağı bir âlicenaplık organizasyonu haline gelmeye başlar. Dahası, varacağı yer, bu ücretsiz himmete minnet göstermeyenleri nankörlükle aşağılayan bir “himmet kibri ile mağrur” sağlık organizasyonu ya da siyaset esnafına mahkumiyettir.
Demiştik ki sıkıntı, ehil meslek zümrelerinin problem çözme maharetiyle kökten sona erdirilir. Çeşitli seviyelerdeki uzmanlıkların karmaşık bir organizasyonu ile maharetini icra eden bu meslek zümreleri, meslek mensuplarına çözümünde rol aldıkları problem alanının hayatiyet derecesine ve katkısının ne derece hayatî bir katkı olduğuna göre yüksek ya da düşük bir ödül dağıtan bir dünyadır.
Bizde ise böyle bir “radikal değişim” kavrayışının bir türlü yerleşmemesi nedeniyle “radikal bir biçimde değişmekte olan hayatımız”ın çözülmemiş problemleri, tepeler, dağlar ve hatta himalayalar oluşturacak şekilde sürekli biriktiği için, “avam iyimserliği”nin “amatör hayırhahlık”tan ibaret gayretkeşliği olarak mayalanmış “Muhafazakâr iş bitiricilik”, problemleri kavramak yerine, özellikle “ceberut devlet tarafından kökten ihmale uğratılmış zavallı halk”ın sıkıntılarını gidermek üzere koşunan bir kitle yarattı. Önceki sağ iktidarlar döneminde kudret ve servetle halvet oldukça, bu “amatör hayırhahlık”ın mayası, “bal tutup yalanmış parmak” seviyesinden “bal küpünün kısm-ı ekserini yanaşmalarına pay eden” bir yolsuzluk siyaseti derekesine gerileyerek çürümüştü. Şimdi geldiğimiz nokta, kademe kademe oligark halkalarının “bal küpünü büsbütün yutarken” avamı sosyal yardımlarla sulamak esaslı bir “sıkıntıyı halletme” esfel-i sâfilînidir.
Sıkıntı bataklıklarının sivri sinek kovar hayırhahları, üzerinde boy attıkları bu “radikal değişim dünyasını anlamaktaki kavrayış kıtlığı”nda çap yükseltip seviye atlayarak bir “kültürel kavrayış hadımlığı”na gerileyerek kendilerini tükettiler. Sahnede olmayı sürdürmek, oyunu uzatarak seyirciyi meşgul edebiliyor olmak... hala sıkıntılar üretip duran bu devâsâ çözülmemiş problemler ummanında, her şeyin böylece devam edeceğini göstermez.
Türkiye, problemlerle ilgilenemeyecek kadar sıkıntılara boğulmuş bir halde kıvranırken bu boğuntuyu hiç kavramayan kibirli, müstağni, hatta küstah ve mütefesseh bir siyaset tarzını, Muhafazakâr siyasetin “herkesin sıkıntısını giderme”ye koşuşturan duyarlılığıyla tasfiye etmişti. Bugün geldiğimiz nokta, geniş sıkıntı bataklığında hala herkesin münferit sıkıntılarını yelpazelemekten minnet devşirmeyi sürdüren ve halefi bulunduğu o eski siyasetin bütün illetlerini de bittamâm tevarüs eden bu palyatif “kavrayış, gayret, himmet ve siyaset tarzı”na rehin kalacak bir “az gelişmişlik” tuzağında can vermeye mecbur ve mahkum mudur?
Mevcut maharet ehli, “biz gidersek CeHaPe zihniyeti” şantaj ve tehdidi savuran şeytanî bir zeka ile durmadan “hortlak kovucu cambazlıklar” sergilemekte, toplumda kendisine alternatif bir oluşumun zuhuru açısından elzem güven ruhunu doğmadan iğdiş etmekle oyalanmaktadır. İşin kötüsü, kendisinin de CeHaPe zihniyeti ile arasındaki farkların hızla buharlaştığı, “muhalefet var, ama konuşmak yok” usulü bir 30’lar Türkiyesi Tek Parti rejimine tahavvül etmiş olması. Şayet ülke olarak bir türlü bitmeyen ve giderek sarpa sarıp keskinleşen bu virajı alamaz da sürüklenmeye devam ederse yuvarlanacağı uçurumun daha da vahim bir uçurum olması ihtimali de vardır.
Bununla birlikte ben, Türkiye’nin bu “sıkıntı halledici ufuksuzluk”u da tasfiye etme eşiğine geldiğini ve bunu başarma yeterliliğine erişmekte olduğunu seziyorum. Sıkıntı bataklığından minnet devşirerek toplumu rehin alan ve problem çözme ufku kazanması artık imkansız hale gelen bu “tarz-ı gayret ve’s-siyaset”i tasfiye edecek olan da, analitik problem kavrayışı ve kronikleşmiş problemlere cerrah rikkat, dikkat ve zarafetiyle çözme mahareti göstererek müdahale edecek, bu suretle sıkıntı bataklığını besleyen problem ırmaklarını kurutacak yeni bir kavrayış, gayret, hizmet ve siyaset tarzı olacaktır. Türkiye bu eşiği aşacak birikime, bu birikimi sırtlanacak beşerî sermayeye, müstehak görüldüğü “minnete muhtaçlık” istihfafından gına getirip yılgın düşmüş bir orta sınıfın ferahlatıcı nefha beklentisine yeterince sahiptir. Türkiye’nin noksanı, bu beklentiyi karşılayıp ferahlık bahşedecek, mevcut siyaset nomenklaturasının kendisini çekmeye çalışacağı kavga tuzaklarına düşmeden yürüyen, sakin, kararlı, gülümseyen ve en mühimi “sıkıntı giderip minnet devşirmek” yerine “problem ve çözüm odaklı” bir rüzgarın esmeye başladığını görerek herkesin harekete geçebileceği güven ruhundan ibarettir.
Yeni yorum ekle