İnternete atfedilen ünvanlardan biri de "İkinci Gutenberg Devrimi"dir. Gerçekten de 1400'lü yıllarda matbaanın icadından 500 küsur yıl sonra, 20. yüzyıl sonunda ortaya çıkan İnternet, haberleşmede olduğu gibi, yayın ve medya alanında da bir devrim getirdi. 2000'ler başlarında dünyaca ünlü gazete ve periyodikler giderek dijital baskılarının (İnternet'teki yayınlarının) kağıt baskılarının önüne geçtiğini açıkladılar. Son yıllarda kitap yayını da benzer trendleri takip etmeye başladı. Böylece e-kitap yayını da ciddi artışlar gösterdi.
2021'de dünyanın büyük yayın kuruluşları Harpercollins, Hachette, Simon and Schuster ve Penguin yayınevleri dijital yayınlarında önemli artış olduğunu açıkladılar. Harpercollins yılın ilk çeyreğinde dijital yayın satışında %38'lik patlama açıkladı. Bu derece büyük artışı diğer yayınevleri bildirmese de hepsi de dijital yayınlarında artış not ettiler.
E-kitap yayınlarında dünyadaki artış, bilindiği gibi, Türkiye'ye fazlaca yansımadı; Türk yayınevleri genelde e-kitap yayınına geçmekte daha isteksiz kaldılar. Bunda teknolojik dönüşümün belki zor ve masraflı olmasının yanısıra, e-kitapların kopyalanabilir olduğu kaygısı da etkili oldu. Bu konuyu ele alacağız.
Türk yayıncılığında bu görece çekimser hava sürerken kağıt fiyatlarındaki patlama gerek yayıncılar gerek okuyucuları epeyce üzmüş görünüyor. Anadolu Ajansı haberine göre 2021'de bir senelik kağıt fiyatları artışı %168'dir ve bu akıl almaz bir pahalılıktır. Bu şartlar altında, özellikle küçük yayınevleri "tamam mı, devam mı?" diye düşünmeye başlarken, dar - sabit gelirli ailelerin çocukları da ders kitapları fiyatlarına yetişemediklerini ve bu nedenle derslerinden geri kaldıklarını söyleyerek şikayet etmektedirler. Bizi bu sıkıntılı durumdan çıkaracak çözümler yok mudur?
E-kitap teknolojisi bu şartlar altında giderek Türkiye'de de yerleşecektir, zira baskı ve matbaa masrafları artık yayıncılıkta yarıdan çok yekün tutmaya başlamışken bu masraflardan İnternet ve e-yayıncılık teknolojisi ile kurtulmak yazarlar, yayıncılar ve okuyuculara rahat bir nefes aldıracak şüphesiz.
Ancak yayınların bilgisayar - İnternet ortamında rahatça kopyalanabilmesi önemli bir sorundur ve bu sorunu ele almak gerekiyor. Aslında 20 yüzyılın getirdiği modern teknolojiler arasında kopyalanmayı engel değil, tam tersine avantaj gören ve kullananları da var: Radyo ve TV yayınlarından bahsediyoruz şüphesiz.
Resmi - devlete ait radyo - TV yayınlarını biryana koyarsak, ilk defa Amerika'da başlayarak tüm dünyaya yayılan ve 1990'larda Türkiye'ye de gelen özel radyo - TV yayınları, o kanala ayarlı çok sayıda cihaz tarafından kopyalanır (yani yayınlar radyo TV cihazlarınca alınır) ve bu kimseyi üzmez, bilakis teşvik edilir. Kimse alıcıları kilitli hale getirip karşılığında para talep etmeyi düşünmemiştir (halihazırda e-kitap yayınında yapılan ise tam da budur!), bilakis serbestçe yayınlanmaya ve "kopyalanmaya" (dinlemeye, izlemeye) bırakmıştır. Bu yayınları yapan şirketler ise masraflarını aldıkları reklamlarla karşılar ve bu artık uzun süredir yerleşmiş bir uygulamadır. Demek ki serbest yayının destekçisi reklamlardır.
Dünya ve Türk basınında, tamamen reklamlarla kendini finanse ederek bedava dağıtılan gazeteler olmuştur. Türkiye'den bir örnek İstanbul'da 2008-2009'da çıkarılan "Gaste" idi. Ücretsiz olarak Free News tarafından yayımlanmakta, danışmanlığı dünyada ücretsiz gazete fikrini başlatan Pelle Anderson tarafından yapılmaktaydı. 28 sayfa olan Gaste yayın hayatına başlar başlamaz Hürriyet tarafından da aynı formatta "20 Dakika" tabloidi yayımlanmaya başlandı. "20 Dakika" magazinel ve çok sınırlı haber veren bir tabloid iken Gaste gazetesinde yerel ve ulusal, uluslararası haberler kültür, araştırma vd. haberler gibi zengin bir içerik sunulmaktaydı. Dünyadan ise en meşhur örnek "Metro" gazetesidir. 2002’de şirket 23 baskı ile 15 ülkede 10 milyon okuyucuya ulaşmıştır. Bu yayınlar tamamen sponsorlar ve reklamlarla kendilerini finanse etmekte idiler. Yani reklamla yayıncılık olmaktadır, kağıt matbaa masraflarını da karşılamaktadır.
Konu reklamlara gelince Türkiye'deki reklam sektörünün bazı rakamlarına bakalım: 2020 rakamlarına göre toplam reklam harcamaları 17.5 milyar TL olmuş. Bunun 5 milyarı TV'lere, 418 milyonu basına, 700 milyonu açıkhava reklamcılığına, 300 milyonu radyolara, 30 milyonu sinemalardaki reklam spotları hissesine düşmüş. Dijital medyaya (İnternet, sosyal medya vs.) ise görkemli bir 7.5 milyar TL reklam hissesi verilmiş; yani neredeyse reklam pastasının yarısı bu alana gitmiştir. Reklamcılıkta da uzayan kolun nerede olduğu çok açık görülmektedir. (Tıbbiye 3. sınıftaki kızım için cep telefonuna beyin anatomisini 3B olarak gösteren bir program indirdiğimde görkemli dijital reklam pastasından küçük bir bölümünün de nerede olduğunu gördüm. Eğer ücret öderseniz uygulama 10 Dolar'dı. Eğer bedava versiyonu isterseniz çalışırken arada bir reklam gösteriyordu. Bu küçük cep telefonu uygulamasını yazan şirket ürününü reklamlarla finanse etmişti!)
Artık yavaş yavaş kendi konumuza gelebiliriz: Türkiye'de artan kağıt-matbaa maliyetleri ve azalan tiraj sayılarıyla uğraşan yayıncılığın, kopyalanmaktan korkmadan e-yayıncılığına girebilmesi ve kitap okumanın bütçesi ve geliri sınırlı ama okumaya hevesli kesimlere ve özellikle gençlere yayılabilmesi için bir yol öneriyoruz: Reklam ve sponsorlukla finanse edilen yayıncılık.
Teknik olarak bu iş nasıl olacaktır? Elbet bu konu erbabınca tartışılacaktır, ama bizim öneri ve tespitlerimiz şunlardır:
- Yayınlarınıza sponsor ve reklam verenler bulun ve bunların reklam ve sponsorluk logolarını yayınladığınız pdf formatındaki kitabın içine yerleştirin. Sonra kitabınızı internete koyarak istendiği kadar kopyalanmasını sağlayın. Tıpkı reklamla desteklenen programlarını mümkün olduğunca izleyiciye ücretsiz ulaştırmaya çalışan TV istasyonları gibi.
- Bir pdf yayın içindeki reklam ve sponsorluk logoları aşağı yukarı gazete ve dergi sayfalarındakine benzeyecektir. Genelde sayfanın bir kısmında ana metin, diğer bölümünde reklamlar bulunur.
- Tam sayfa reklam almak pek önerilir birşey değildir, zira, kolayca edinilebilen ve kullanılabilen pdf editör programları ile bir işgüzar bu sayfaları pdf dosyasından silerek "reklamsız versiyonunu" el altından internette indirilmeye açabilir. Bunun etkisi kitabın kopyalanması gibi mali açıdan yıkıcı olur, çünkü reklam verenleri bu mecradan caydırır. Ama en fazla kitap sayfasının yarısını kaplayan bir reklam spotu ve kalan yarı alanda ana metin bulunan bir sayfadan reklamları ayıklamaya pek uğraşan çıkmayacaktır.
- Dijital reklamlar (ve pdf'e konanlar da) kağıda basılan reklam kareleri gibi değildir, genellikle bir "aktif link" içerirler; bu linke tıklandığında okur doğrudan reklamı veren şirketin web sitesine gidebilir; bu bir internetten satış sitesi ise burada alışveriş yapabilir. Sistemin bir ileri aşamasında (ki bu henüz yok) reklam spotunun hareketli ("gif") görüntüleri göstermesi, hatta internet üzerinden kendini güncelleyerek aynı şirketin yeni bir ürününü reklam etmesi de sağlanabilir.
- İndirdiği pdf dosyasını yazıcıdan basarak kağıttan okumaya alışkın ("ben yaştaki") ve İnternet-bilgisayar öncesi çağdan kalma kimi okurlar için reklamlar, bir telefon no.su ve/veya kolayca akılda kalacak bir internet adres ismi de içerebilir.
- Nihayet dijital yayında "yer darlığı" yoktur. Baskı format hesaplarına göre sayfa sayısını uydurmak ya da kağıt-baskı masrafları artacağından dolayı çok sayfa sayısından kaçınmak gibi bir sorun yoktur. Pdf dosyanıza istediğiniz kadar sayfa ekleyebilir, buna göre istediğiniz kadar reklamı da içine ekleyebilirsiniz. Yine de okuyucuyu sıkmamak için kabaca reklam alanının metin alanından fazla olmamasına (toplam dijital baskı alanının %50'sini bulmamasına, aşmamasına) özen göstermek iyidir.
Bu tür bir uygulamanın dünyada pek örneği olmadığının farkındayım, ve ne yazık ki, bizdeki en büyük eksik de teknolojik atılım eksiğidir. Türk girişimciler atıldıkları işin dünyada bir örneği olmasını ister. Oysa bir Amerikalı girişimci yaptığı atılımın dünyada örneği olmamasına pek aldırmaz; eğer yaptığı işe güveniyorsa ilk örnek olmak ister. Ve genellikle öyle olur. 1986'da Apple, Macintosh bilgisayarları ile dünyanın ilk maus kullanımlı windows (pencereli) sistemini (Bill Gates'ten de önce) piyasaya sürdüğünde bunun başka yerde örneği yoktu; hala bilgisayarlar uygun eğitim görmüş teknik personel tarafından ekrandaki kara zemin üzerinde parlayan yeşil renkli kargacık burgacık harflerle komut satırı yazarak kullanılıyordu. PC'ler için ilk Windows işletim sistemi olan Windows 95 çok sonra 1995'te geldi. 2000'ler başlarında Facebook'un ortaya çıkışı ile sosyal medyanın ilk mecrası tüm dünyada hizmete açıldığında bunun da başka yerde örneği yoktu. Twitter, İnstagram gibi mecralar daha sonra Facebook'un başarısını örnek alarak geldiler. Hepsinden daha hayret verici olanı, 1990'lar sonu YouTube ilk ortaya çıkıp "herkesin kendi TV istasyonu olacak" sloganıyla işe başladığında yeni kurulmuş bir şirketti. Kullanıcıdan ücret talep etmeden megabaytlar büyüklüğünde video dosyalarını hangi geniş hafıza bankalarında saklayacağı da büyük problemdi (YouTube yıllar sonra başarılı olduğunda Google tarafından satın alındı). Minik minik baytlar düzeyinde mesaj dosyaları ileten bir sosyal medya ortamı için hafıza büyük sorun olmayabilirdi, ama video dosyaları sanal alemin "devleri" idi; saklamak da iletmek de zordu; bu zorluklar aşıldı; başka yerde uygun örnek aranmadan. Ve nihayet Elon Musk Tesla elektrikli binek arabalarını piyasaya sürdüğünde bu da ilk örnek oldu sayılır (gerçi daha önce de elektrikli arabalar üretilmiş, ama kitlesel olarak pazara sürülmemiş, deneme - sınırlı kullanım düzeyinde kalmıştı). Bunun için ABD hala dünyada teknoloji lideridir. Bizde ise böyle şeyler duyulduğunda ilk akla gelen soru "bunu dünyada yapan var mıdır?".. dır. Eğer henüz yoksa, doğru olduğuna inanılsa bile yapılmaz, beklenir "hele bir başkaları yapsınlar da görelim" denir.
Türkiye'nin "kuşkucu girişimcileri" sözlerine devamla şunu da diyebilirler tabi: "Söylediğiniz bu kadar parlak bir fikir olsaydı, Amerika'da Avrupa'da yapılmaz mıydı?" İtiraz haklı olsa da şunu belirtmeli ki, her ülkenin kendine özgü sorunları ve bunu çözme yöntemleri olabilir. Kağıt fiyatlarının astronomik artış göstermediği ve yayın piyasasını tehdit etmediği Amerika ya da Avrupa'da sorun olmayınca doğal olarak buna çare aranmamış olabilir. Bizde ise sorun vardır, o halde çözmek için çareler aranmalıdır.
Bazen de parlak teknik buluşlar Amerika'da ya da Avrupa'da değil de başka yerlerde ortaya çıkabilir. Batı'nın büyük ülkelerinin teknolojide ileri olmaları her teknolojik yeniliğin oradan çıkacağı anlamına gelmiyor. Çok ilginç bir örnek Irak'ın Kuveyt'i istilası ve sonra da Batılı güçlerce geri püskürtülmesi ile sonuçlanan 1991 Körfez Harbi'ndendir. Hatırlanacağı gibi Batılı güçler önünde yenilgiye uğrayan Iraklı diktatör Saddam'ın orduları kaçarlarken Kuveyt petrol kuyularını ateşe verdiler ve ortaya tarihin gördüğü en korkunç yangın çıktı. Tüm Kuveyt yangın yeri idi. Askeri harekat bittikten sonra kuyuları söndürmek için büyük bölümü Amerikalı uzman şirketlerden oluşmuş bir itfaiye ordusu kuruldu. Ancak durum ümitsizdi; eldeki imkanlarla (kuyuları dinamitlemek ve sonra soğutmak, gerekirse tekrar dinamitlemek.. Eldeki teknoloji buydu) bu yangının yıllarca söndürülemeyeceği ve büyük çevre felaketine yol açacağından bahsediliyordu. Ama yangınlar birkaç haftada tamamen söndürüldü. Nasıl? İtfaiye ordusuna dahil olan küçük bir Macar şirketi kimsenin aklına gelmeyen bir teknoloji geliştirmişti: Eski bir savaş tankının tareti sökülmüş, yerine eski Sovyet Mig savaş uçaklarının 2 jet motorundan ve onların egzost lüleleri önüne dek uzanan fıskiyeli su borularından oluşan garip bir düzenek yerleştirilmişti. Jet motorları çalıştırıldığında suni bir fırtına oluşturuyor, bu fırtına içine kuvvetle püskürtülen deniz suyu (Kuveyt'te tatlı su pek azdı, ama bolca deniz suyu vardı) yanan petrol ateşinin oksijenle irtibatını kesiyor ve bir yandan da hızla soğutarak boğuyordu. Kuyu söndürmek birkaç dakikayı alıyordu. Kuveyt yangını hızla söndürüldü. Sonuçta, kimsenin aklına gelmemiş bir çözüm Macaristan gibi çok da iddialı olmayan bir ülkenin küçük bir şirketince geliştirilmişti!
Son yıllardaki ekonomik bunalımın Türk özel sektörünü içine düşürdüğü sıkıntılara bakarak bu tür yenilikçi atılımların özel girişimcilerden geleceğini, yani onların ek yeni bir külfetin altına girmeyi isteyeceklerini pek sanmıyorum. Ama belki de tam tersine, yani alışıldık yöntemlerle gitmek mümkün olmayınca bu, girişimciyi yeni bir yol bulmak zorunda bırakabilir. Yine de iş, büyük olasılıkla, Türkiye'ye birçok yeniliği getirmiş, buna gücü yeten, yeterince kaynak seferber edebilen kamu sektörüne düşecektir. Merkezi yönetim ya da büyük şehir belediyelerinin elindeki kamu kaynakları böyle bir işe girişmek açısından daha iyi imkanlar sunuyor. Zaten kamu kurumları sık sık pdf dosyaları biçiminde kendi faaliyetleriyle ilgili birçok e-yayını İnternet üzerinden ücretsiz dağıtmakta; yayın masraflarını kendi bütçelerinden karşılamaktadır. Yapılması gereken, konu ve hedef kitle açısından uygun yayınlara (örneğin yerel yönetim kültür kurumlarının yayınları gibi) sponsorlar veya reklam verenler bularak kamu bütçesi üzerindeki yükü hafifletmek suretiyle işe başlamaktır. Kısa sürede bu yollarla masrafsız yayıncılığa geçmeleri mümkündür; sonra da kâr etmemeleri için görünürde bir sebep yoktur.
Kamu ya da özel sektör olsun bu işe girişilmesi ve başarılı olunması halinde Türkiye'de kağıt ve baskı pahalılığı nedeniyle giderek daralmakta olan yayın piyasası tekrar gelişmeye başlayacak, daha önemlisi okumak isteyen, ama pahalılık ve kısıtlı bütçe nedeniyle kitap alamayan öğrenciler, gençler ve orta-alt sınıftan insanların önüne geniş imkanlar açılacaktır. Öte yandan e-yayıncılık, yayın masraflarını ciddi oranda düşürerek, yazarlar ve yayınevlerine daha fazla gelir sağlayacak, kitap yazımı ve yayıncılık şevkini kamçılayacaktır. Tam burada yukarıda bahsi geçen Türkiye reklam pastasından küçük bir örnekleme yapalım: Dijital medyaya reklam pastasından düşen 7.5 milyar TL'den 1.5 milyarının e-kitaplara gittiğini kabul edelim. Yazar telifi, pdf dosyasının üretim giderleri ve yayınevi kârı olarak bir kitabın yayınına toplamda 30.000.- TL'lik bir bütçe varsayalım. Bu durumda Türkiye'de 1.5 milyar / 30.000 = 50.000 yeni kitabı her yıl piyasaya sürmek mümkündür (50.000 ayrı çeşit kitap demek istiyoruz; tiraj ve baskı önemli değildir, çünkü siz tek kopya üretirsiniz, sonra onu İnternet'e koyar ve okuyucular tarafından kopyalanarak çoğalmaya bırakırsınız). Küçük bir zihin jimnastiği olarak!
Sonuç olarak: Kamudan ya da özel sektörden beklediğimiz teknolojik manada bir girişimci ruhtur. Batı'da ve ABD'de bugün olan, ama bizde bugün kalmamış o girişimci ruh geleneksel kültürümüzde vardı. Fıkra o ki, Nasrettin Hoca birgün Akşehir gölüne yoğurt mayası çalar. Ne yaptığını sorana göle maya çaldığını söyleyince adam güler ve "hoca hiç göl maya tutar mı" der. Hoca cevap verir: "Ya tutarsa?"
Kaynaklar:
- Major Publishers are selling a ton of ebooks in 2021 May 7, 2021 By Michael Kozlowski , https://goodereader.com/blog/e-book-news/major-publishers-are-selling-a-ton-of-ebooks-in-2021
- 2021'de fiyatı en fazla artan ürün kağıt, en fazla düşen sarımsak oldu, https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/2021de-fiyati-en-fazla-artan-urun-kagit-en-fazla-dusen-sarimsak-oldu/2464067
- 2020'de Türkiye’de medya ve reklam yatırımları dijitalde yüzde 39 artarak 7 milyar 528 milyon TL’ye ulaştı, https://webrazzi.com/2021/04/08/turkiyede-medya-ve-reklam-yatirimlari-dijitalde-yuzde-39-artarak-7-milyar-528-milyon-tlye-ulasti
- Türkiye’de Tahmini Medya ve Reklam Yatırımları 2020 Raporu Nisan 2021, https://www2.deloitte.com/content/dam/Deloitte/tr/Documents/technology-media-telecommunications/medya-ve-reklam-yatirimlari-2020-raporu.pdf
- Gaste, Vikipedi, özgür ansiklopedi, https://tr.wikipedia.org/wiki/Gaste
- Ücretsiz Günlük Gazeteler Ve Medya Piyasası, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/31292
- This Apocalyptic Tank Fights Giant Fires With Twin Jet Engines, https://www.thedrive.com/news/43217/this-apocalyptic-tank-fights-giant-fires-with-twin-jet-engines
Çok güzel fikirler. Değişik…
Çok güzel fikirler. Değişik bir yazı. Tebrikler...
Yeni yorum ekle