Orhan Pamuk'lar Eğitim Sisteminin Başarısız Birer Sonucudur

09 Ocak 2021

 

Orhan Pamuk’un başlattığı ‘edebiyat eğitimi’ tartışması üzerine çok şey söylendi. Kimimiz anadil olarak Türkçe eğitimini, kimimiz etkili ifade kazanımlarını, kimimiz de sanatsal olarak edebiyat eğitimini odak noktası olarak seçti. Bu sayede, bir çoğumuz -aynı sonucu doğuracağının farkında olmadan- Platonik bakış açısıyla, kendi devletimizde olması gereken eğitimi, bir kez daha diğerlerine anlatma imkânı bulduk.

Öncelikle; eğitimi bir sorun alanı olarak gündeme getiren bu gibi tartışmaların, -bizi bir eyleme götürsün ya da götürmesin- eğitim üzerinde düşünmek ve konuşmak için birer imkân olduğunu söyleyelim.

Fakat bu, bir-iki küçük, güncel tartışmada kapanacak bir konu değil. Dilerim ülkemizde de bütün dünyada da yazılı metinlerde, sivil mahfillerde, akademide ve ilgili platformda eğitim politikalarına etki edecek düzeyde, daha yoğun, derin ve sonuç doğuran tartışmalar yürür.  

Eğitim üzerine ülkemizde yapılan bütün tartışmalarda olduğu gibi, bu tartışmanın da kesişme kümesinde; eğitimde ne kadar kötü durumda olduğumuz yer aldı. Bu sav, meseleyi o ya da bu taraftan ele alan herkesin peşin hükmü ya da ortak kanaati olarak -her zamanki gibi- kayda geçti ve tartışma bu sonuçla kapandı. Kamu adına tartışmaya giren kimse olmadı. Maalesef bu tip tartışmaları derinleştirememek, düşünceleri yapılandıramamak ve buradan birer etki üretememek gibi kronik bir sorunumuz var. Bu tartışmada da -spesifik olarak konuştuğumuz edebiyat eğitimi ile ilgili bile olsa- eylem doğuracak bir mesafe alamadık. Edebiyat eğitimiyle bir şeyler söylemek isterdim. Fakat onlar başka bir yazının konusu olabilir. 

Tartışmayı takip ederken; yanlış iliklenmiş bir gömleğin, aradaki bir düğmesini çekiştirdiğimizi, çözüm olarak açılacak yeni iliğin yerine bir türlü karar veremediğimizi düşündüm. Bu nedenle yazmak için tartışmanın bitmesini bekledim. İlgili bütün tartışmaların; yaşanan ana sorunları içermesini umuyorum: insan için eğitim nasıl olmalı, kamusal eğitim ne gibi sorunlar üretiyor, eğitimin ana amaçları ve şimdiye kadarki çıktıları uyuşuyor mu, çocuklar için ne/ler yapabiliriz?...

Ana sorunlar, ‘eğitim’ başlığı altında ötelenmiş daha büyük ve kapsamlı tartışma alanları olarak bizi bekliyor olacak. Edebiyat eğitimi alanında yapılan tartışma dahil, bütün tartışmalar bu büyük tartışmanın süreğini oluşturuyor. Çünkü sanayi 1.0’a uyum sağlamak için başlatılan modern eğitim, -kostüm değiştirmekle birlikte- hala başladığı yerde, aynı rolü oynamaya ve aynı bakış açısıyla varlığını dayatmaya devam ediyor. Bu modern kült, post-modern bir eğilime bile sahip değil. Aynı zamanda meseleyi mevzi savaşı olarak görenler, bu tartışmaların olgunlaşmaması, insana ve zamana uygun bir çözüme kavuşmaması için diretiyor. Böyle olunca eğitim, statik yapısını koruyor. Binalar, derslikler, imkanlar ve dekor gelişiyor fakat aslında aynı şeyi aynı şekilde yapmaya devam ediyoruz.

Diğer yandan bizde durumun biraz daha vahim olduğunu kabul etmek lazım. Dünyada bizim kadar merkeziyetçi pek fazla ülke kalmadı. Çok farklı coğrafi, sosyal, kültürel, ekonomik şartlarda bulunan 65 bin civarında okulu, 18 milyona yakın öğrenciyi ve neredeyse bir milyon eğitimciyi hala aynı merkezden yönetiyoruz. Bu, ‘şakaysa hiç komik değil, gerçekse çok komik’ dedikleri türden bir şey. Bütün kuralları, öğretmenleri, ödenekleri, hatta ders programlarını (müfredat) aynı merkezden belirliyoruz. Bakanlığın ve TOKİ’nin tip projeleriyle, Antalya’ya da Erzurum’a da aynı okul binalarını kuruyoruz.  Eğitim alanında en ufak bir özgürlüğü, kendine özgülüğü, esnekliği, değişikliği, lokal ihtiyacı ve deneysel çalışmayı kabul etmiyoruz.

Özel okulları da aynı potada eritiyoruz. Özel okullarda, velinin ve öğrencinin isteğine bağlı olarak alınan paralı eğitimi bile, kendi isteklerimize uymak zorunda bırakıyoruz. Yabancıların okullarını ve azınlık okullarını saymazsak eğitimi insana/ insanlara özgü bir farklılık alanı olarak görmediğimiz ortada.  85 milyonluk bir ülkede, eğitim gibi farklılıklar üzerinden yapılanması gereken bir alanda; farklı zekâları, yetenekleri, ilgileri, psikolojileri, kültürleri, yaşamları olan çocukları bir penguen sürüsü gibi yetiştirmeye çalışıyoruz. Aralarında bir fark görmüyoruz. Hiçbirinin, gerçekten farklılaşmasına izin vermiyoruz.

Hala eğitime erişim, eğitimde fırsat eşitliği, derslik sayıları, fiziki mekanlar, baş örtüsü, imam hatipler, -olmaması gereken- merkezi sınavlardaki başarı, öğrencileri okullara yerleştirme gibi meselelerle boğuşuyor; eğitimi sayılardan ibaret görüyor, sayıları yükselttikçe daha kalkınmış bir eğitim sağladığımızı zannediyoruz. Bu bir sarmala dönmüş durumda. Bakış açımızı değiştirmeden bulduğumuz her çözüm aynı sorunları doğuruyor. Eğitimin niteliği, bütün bunlarla boğuşan yürütme için bir sorun alanı oluşturmuyor.

Asıl amacı sıralama olan, öğrenci ve bilgi üzerinden oluşturulmuş garip bir ölçme sistemimiz var. Nedense, eğitim sistemimizi, aldığımız kararların sonuçlarını, eğitimcilerimizi, verdiğimiz eğitimin içeriğini ölçmüyoruz. Ölçmeyi, bize emanet edilmiş (reşit olmayan) çocukları sınavlara alıp, hayatlarını belirleyen notlar vermek olarak görüyoruz. Kimse de “Çocukların tamamladığı zorunlu ve standart bir eğitim sonucu verilen puanlar, o çocukların değil, sistemin puanıdır.” demiyor.

Üniversite ya da lise sınavlarına hazırlanan çocuklara bir bakın. Bu, bir çeşit iğdiş süreci. Kahir ekseriyeti kişisel özelliklerinin, hayal gücünün, yaratıcılığının, yeteneklerinin, merakının, kapasitesinin, hatta zekasının ciddi bir kısmını eğitim sürecinde bırakıp, kendilerini eğitenlere benzeyerek çıkıyor.

Modern eğitim trenine eklenen son vagonlarından biri olarak -şimdilik- varılması gereken yeri, yani eğitimin kendisini tartışmaktan uzak durumdayız. Fakat Türkiye, bugünle sınırlı olmayan, önemli bir ülke. Bu tartışmaya bir tarafından başlamamız gerektiği ortada.

Eğitim sorunlarının bize özgü olduğunu zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Bütün dünyada, birer nesne olarak konuşlandırılan öğrenciler, seçeneksiz ve zorunlu olarak, benzer eğitimlere maruz durumdalar. Batıya nazaran daha kötü durumda olsak da genel manzara bu. OECD sınavlarında ilk sıraları alan Çin, Hong Kong, Güney Kore gibi yarışmacı ülkelerde eğitim, çocuklar için bir çeşit işkence aracına dönüşmüş; Avrupa ve Amerika genelinde, k12 düzeyindeki eğitim kurumları tıkanmış durumda. Bu bizim tespitimiz değil. Sorunun farkında olan mahfiller her geçen gün çoğalıyor.

Bazı Nordik ülkeler ve batıda birkaç spesifik örnek, eğitim ontolojisi üzerine daha ileri boyutta tartışmalar yapabilecek bir aşamayı ve farklı pratikler geliştirmeyi deniyorlar. Kimi insan tabiatına (fıtrata) yöneliyor, kimi uzay çağına. Fakat onlar da henüz bütüncül bir yaklaşım geliştirmiş, yapılandırmış ve küresel eğitim dizgesinden kopmaya cesaret edebilmiş değiller.

Maalesef bütün dünyada eğitim, kendisinden beklenen temel işlevi yerine getirmekten uzak görünüyor. Çocuklar eğitimin ana odağı ya da öznesi değiller. Eğitim sistemleri, çocukları başka amaçlara ulaşmak için kitlesel bir araç olarak kullanmaya devam ediyor.

Kendi dünyalarının kavgaları ve sınırları arasına sıkışmış büyükler (aileler, topluluklar ve devletler); çocukları ileride kendi kararlarını özgürce verecek bireyler olarak görmüyor. Sınırlar şimdiden çizilmiş, onlar adına kararlar çoktan verilmiş oluyor. Onları, kendi ülkelerinin, ideolojilerinin, ailelerinin, şirketlerinin, ekonomilerinin, inançlarının, kısır mücadelelerinin nesnesi olarak kullanıyorlar.

Bu nedenle çocuklara verilen eğitim, gerekli esneklikten uzak bir biçimde yürüyor. Maalesef, devletler; -işe yarasın ya da yaramasın- eğimi diploma ve sıralama aracı olarak, Demokles’in kılıcı gibi çocukların başının üzerinde sallamaya, bir Deli Dumrul köprüsü olarak çocuklara dayatmaya devam ediyorlar. Ve eğitim hala hayatın dışında.

İnsanlık, bu durumu daha ne kadar kaldırabilir, bilmiyorum. Çünkü uzun zamandır, çocuk için yapılan eğitim; çocuğa uygun, rasyonel ve verimli bir süreç olarak işlemiyor. Görünen o ki; birileri bir gün bu tespihin ipini koparmak zorunda.

Yazar yetiştirecek bir edebiyat eğitimine sahip miyiz? Tabi ki hayır! Hangi alanda buna sahibiz, ya da kim sahip ki? Diğer yandan eğitimin amacı da bu değil zaten.

Doğrusu mevcut eğitim sistemlerine, maruz kaldıkları eğitime rağmen, Orhan Pamuk gibi iyi bir yazar, düşünür, sanatçı, bilim adamı olabilenler, eğitim sisteminin ancak başarısız(?) birer sonucu olabilirler. Çünkü kamusal eğitim hala vatandaşlık dinine Ortodoks dindarlar ve sanayiye niteliksiz ara elaman yetişme fonksiyonunu üzerinden atamadı. Tek tesellimiz mezun olanların sistemin dışına çıkması. Aksi halde, eğitim sistemleri, onları çağırıp yeniden iğdiş etmek isteyebilirdi.

Dinçer ATEŞ

Abdullah

Eğitimde yol(!) göstersin diye çağrılan bir yazar derki yahu çözüm köklerininide beni niye çağırdınız.
Pamuk gibiler bu ülkenin değerleri ile barış olsa o iri ödülü verirlermiydi?

Pa, 02/07/2021 - 10:23 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 299 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.