“düşünür bir denizci, kaf diyarının,
uzak sisli bir ülkenin sahillerini
bir halatın üstüne oturmuş, tüttürürken piposunu.” (ruben garcia dario)
bugün bahçede çiçekleri suluyordum şair dostum. şiir konuşmak için iki nikaragualı genç ziyaret ettiler beni.
nikaragua'yı hep merak ederdim. kara gün dostu anlamında ispanyolca. fakat yukarı öveçler gibi söyleniyor. oysa bu iki gualı genç öveçlerde arıyor benim nikara'da bulmak istediğim kaderi. newyork üniversitesinden ankara'ya akan iki kara macera. burada sekiz aylık prematüre bir hayat vereceğiz onlara. benim içinse ağrıyla başlayıp mezarlığa uzanan bir küvözden başka nedir ki ankara?
newyork’a gitmiştim dedim fakat gökdelenlerini hiç görmedim. yeni york hani şu en sevdiğimiz şelale niagara'nın memleketi. nasıl söylemiştin sen şair dostum "niagara'dan bir akşam üstü salınmak aşağıya". evet korkunç zevklidir şairlerin ölümü. orhan veli de zarifoğlu da bilirdi bunu fakat bilemedi fazıl hüsnü dağlarca. güzel kadınların ve şairlerin yaşlılığı büyük kepazelik. düşünsene ne büyük bedbahtlık doksan yaşında görmek marilyn monroe'yu. uçurum bu işte bir şelalesi eksik. ayrıca ne şelale ne de uçurum adı değilmiş niagara. bir nehir adı. uzun temiz ve berrak. tıpkı ikimizin nehri neretva gibi. ah neretva soylu dul ablamızın. bir kez daha gitsek ya mostar'a. eğer ölünce suda yakılsaydı bizim de bedenlerimiz isterdim götürsünler beni neretva'ya. bak kopardık yine tesbihin ipini.
newyork york diyorduk. yeni foça gibi bir modern rezillik. york. hatırla hani şu iskoç dostumuz william wallace'un -braveheart filminde- kara bir kış günü bir karabasan gibi yatakta bastığı york dükünü. uzun bacaklı saksonyalılar fitne fesat götürüp delikanlı apachelerden aldıkları niagara'nın eteklerine kurmuşlar york'u. ve buradan devam etmiş fundamentalizmin faşizmin kapitalizmin zincirleri. okyanus boyunca aç bırakılan pitbullar ısırdı kızılderili atasözlerini. kahraman falan değildi kristof kolomb gibileri. kızıl derili dostlarımıza medeniyet götürmeleri ıraklılara demokrasi götürmeleri gibi. burada başlamış elektrik işkencesi. ilk santrallerini buraya kurmuş nikola tesla. hırvatların elektriğini de sevmedik kravatlarını da. hadi ordan diyebilirdik olmasaydı pencala dolma kalemleri zagrep radyosu ve dubrovnik dilberleri. bak yine dağıttık mevzuyu. hâsılı kötülüklerle bozuldu modern dünyanın şirazesi. şiirimiz bunun hikayesi.
afro-latin gülüşünüz ne içten kara teniniz ne sıcak sizi kaldırıp buraya kadar getiren arama hevesiniz ne saygıdeğer dedim onlara. bendeniz aramaktan vazgeçtim dedim okudukça kavavis'in “başka bir şehir bulamazsın” dizelerini. çok severim dedim nikaragualı gençlere hemşehrimiz ruben garcia dario'nun dizelerini. evet deniz eksiktir burada fakat bakın ankara'dadır onun bütün grileri ve sisleri. hem deniz bu kadar gamı kaldırmaz. fakat emaneti kabul etmeyen dağlar kaldırabilir ankara’da insan illetini. ruben iki garcia'dan biri. lakin her garcia deyişte anmak lazım garcia lorca'nın aşk(ın) asaletini. bir yere işgalci değil de misafir olarak gitmeleri için zorla okutmalı lorca’yı bütün ispanyollara. bir kez daha anmak lazım lorca'nın can dostu pablo neruda'nın ispanyolca şiirlerini. en çok da cancion desesperada'sını. ve bir shakspire oyunundan çıkardığı şiir gibi kaderi. pablo neruda. sırf bu isim bile şair yapabilirdi birini.
dilin şişmiş senin der gibi gülümseyerek gittiler şaşkın siyah gözlerinin arasından görünen beyaz dişleriyle. oysa ankaralılara susmayı öğrenmiştim. söyleyecek sözlerim vardı onlara daha.
Yeni yorum ekle