Sıcak Kafa’nın son zamanlarda izlediğim en ilgi çekici yerli dizi olduğunu baştan söyleyeyim. (İkinci sırada yine bir Netflix dizisi olan “Bir Başkadır” var, ilgilisine duyurulur.)
Diziyi; oyunculuk, dekor, kostüm, görüntü, ses, müzik, ışık gibi teknik meselelere/tartışmalara girmeden değerlendirmeye çalışacağım. Yine de ana karakterlerden biri olan -fakat henüz pek konuşturulmayan- Haluk Bilginer’in sessiz oyunculuğunu bir kez daha takdir ettiğimi itiraf etmeliyim. Neyse, bu yazının odağı senaryonun (muhtemel) kastı ya da kasıtları olacak. (Metin bilimciler buna “metnin niyeti” diyorlar.)
2022’nin son günlerinde izlediğim bu yapım, şimdiye kadar izlediğiniz yerli filmlerden çok daha farklı, yaratıcı ve şaşırtıcı. Dizi sözle bulaşan bir salgını konu ediniyor. Bilinen evrende “söz” söyleme yetisine sahip tek canlı insan. Dolayısıyla bu salgının sadece insana özgü (beşerî) olduğunu ve insanın biyolojik tarafıyla ilgili olmadığını belirtelim. İnsanlık tarihi havadan, sudan, tükürükten, temastan, cinsel yollardan bulaşan çok sayıda salgına şahitlik etmiştir. Fakat henüz sözle bulaşan bir salgın görmedik. Doğrusu bu muhtemel de değil. Öyle olunca salgını bir metafor olarak düşünmek gerekiyor. Metafor söz konusu olunca da göstergebilim devreye giriyor… Kanımca dizinin en keyifli yanı burası.
Dizi film bir yanıyla fantastik bir kurgu, diğer yanıyla -müesses nizamın (iktidar) tutumu açısından- distopya. Ya da her ikisi… Hikâyeyi çift katmanlı bir şekilde işlemişler. Sıradan izleyici için bilim kurgu tadında, fantastik, akıcı, merak uyandıran bir yüzey yapısı var. Derin yapısı ise şifre çözücü izleyiciler için. Distopya kısmı daha çok orada. Şimdiye kadar iki katmanı da güzel oturtmuşlar.
Sözün fonksiyonu anlamdır. Senaryodaki keşif/zekâ da buna dayanıyor. Anlamsızlık salgını… Dizideki ifadesiyle “abuklama”.
“Abuklama” güzel bir buluş. “Abuk sabuk” ikilemesinden, ya da “abuk sabuk konuşma” deyiminden ilhamla üretilmiş ve ‘saçma sapan konuşma’ yerine kullanılmış.
Şimdi Babil’e gidelim. İletişim sorunuyla yıkılmış en bayındır insan medeniyetine. Fil dişi kulelere, çöldeki uygarlık üssüne, mimariye, tekniğe, bilime, sanata, asma bahçelerine… İnsanların birbirini anlamamasının yani iletişim sorununun yıktığı o ihtişama, Babil sendromuna… İletişimsizlikten ne çıkar deyip geçmeyin. Tarihin bildiği veba, verem ya da İspanyol gribi gibi bütün salgınlardan daha tehlikelidir iletişimsizlik. Zîra Babil’i yıkan oydu. Yayılan bu anlamsızlığı, ‘salgın’ göstergesi üzerinden okumak size de yaratıcı bir fikir gibi gelmedi mi?
Dizideki müesses nizama geri dönelim. İnsanlar arasındaki siyasal konsolidasyonun (ayrışmanın), birbirimizi anlamamızı ne kadar zorlaştırdığının farkında mısınız? Bir süre sonra otomatikleşen siyasal ezberler, kabuller, sloganlar, söylemler hayatımızı derinden etkileyen bir çeşit abuklama değil de nedir? Görüyorsunuz, iş öyle bir yere varıyor ki; babalar evlatlarından kopuyor, gerçeklik bütün değerini yitiriyor, aynı olguya bakıp farklı şeyler gören-söyleyen insanlar oluveriyoruz? İşte buna abuklama diyor dizi. Abuklayan birini dinleyince siz de abukluyorsunuz. Onun için maske yerine kulaklık takıyor salgından korunanlar. Bu abuklamalar müesses nizamın acayip işine geliyor, iktidar sahiplerinin makam, güç, para, lüks gibi şeyleri elde etmesi için uygun ortamı sağlıyor. Onlara bulanık suda balık avlama imkânı veren bir kaosa dönüşüyor.
Dizide müesses nizam abuklamayla mücadele etmiyor, abuklayanları tedavi etmiyor, sadece muş gibi yapıyor. Aksine onları tecrit ediyor, farklı bölgelere yerleştiriyor ve kaostan faydalanıyor. En ufak bir tedavi ihtimalini ortadan kaldırmak için gizli suikastlar düzenliyor. Kanun adına hareket edenler kanunlara, hukuk adına hareket edenler hukuka uymuyor.
İlk sezonun finali öyle açık uçlu bırakıldı ki; devamı, erkenden söylenecek her sözü havada bırakabilir. Yapımcı, senarist, yönetmen başta olmak üzere diziyi yapan ekip gelecek sezon da bu kadar cesur davranarak, sinema tarihine geçecek bir yapıma dönüştürebilirler diziyi. Matrix1 gibi. Ya da derin yapısını işlemeyi bırakıp, eğlencelik hale getirerek başlarını derde sokmadan işin içinden çıkabilirler. Doğrusu cesur davranırlarsa Netflix, Türkiye’deki abonelerinden aldığı parayı fazlasıyla hak etmiş olacak. Bekleyip göreceğiz.
Yeni yorum ekle