23 yıl önce bugün bu saatlerde resmi bir toplantı için İran'a gitmek üzere Ankara Esenboğa Havaalanındaydım. Uçağı beklerken TV izliyordum. Haberlerde Turgut Özal'ın ölüm haberlerini gördüm.
Özal siyasette ilginç bir portreydi. 1980’li yılların başında ekonomiyi kurtarıcı reçeteleriyle temayüz etmişti. 12 Eylül darbesinin ardından, yeniden demokrasiye dönüş yıllarında bürokrasiden siyasi hayata geçti.
Türk kamuoyuna liberal görüşleri siyasi düzeyde somut örneklerle gündeme getiren lider oldu. Özelleştirmeyi ondan duymuş olduk. Darbe sonrası ilk seçimlerle Necdet Calp’le elinde kalemi köprüyü satma tartışmaları hala hafızalarımızda.
Askerin arkasında durduğu partinin karşısında inandırıcı argümanlarıyla bu seçimlerde ezici bir başarı elde etti.
Anarşi ve terörle bunalan bir dönemden çıkış yolu olarak askeri darbenin görüldüğü bir anlayış ortamında, tam tersine özgürlükçü düşünceleri ortaya attı.
4 eğilimi birleştirme çabaları, böyle bir oluşum için kaht-ı ricalin söz konusu olduğu yıllarda bir hayli eleştirilmesine yol açtı. Böyle bir oluşum için kadro kurarken bunun bir bedeli olması doğaldı. Bu bedeli de bol bol ödedi.
Ailesi nedeniyle de muhafazakar kamuoyunun zaman zaman eleştirilerine maruz kaldı. Özellikle MSP geleneğinden gelenlerin sert eleştirilerine.
Özal hakkında bir portre çizmek o kadar kolay değildi. Özal’ın Nakşiliği çok konuşuldu. Son nakşi büyüklerinden Mehmet Zahit Kotku'ya muhabbetini ifade eden bir sahneyi bizzat orada olaya şahit olan, güvendiğim bir yakınımdan dinlemiştim.
Din konusundaki hissiyatının samimi olduğuna dair pek çok rivayet dinledim. Bunlardan birini ölümünden hemen sonra, anlatılan olay sırasında yanında bulunan milletvekillerinden dinlemiştim. Ölümünden birkaç ay önce gittiği Semerkand'da, Şah-ı Nakşibendi Camiinde din ve medeniyet perspektifini ortaya koyan muhteşem bir konuşma yapmıştı. Kimileri Özal'ın bu konuşmada fikirlerini bu kadar ifşa etmesinin de öldürülmesinde etkin olduğu söylüyor.
Özgürlükçü ve liberal düşünceleri nedeniyle, kurulu düzenin savunucuları tarafından hedef tahtasına oturtuldu. Öyle oldu ki ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabildi.
Özal Türk dış politikasına getirmek istediği yeni anlayışlarla da tartışma konusu oldu. Hariciye bürokrasisini çoğu zaman baypas etmek zorunda kalmıştı. Türk yetkililerin uzun yıllardır ziyaret etmediği Suriye ve İran'ı ziyaret etmesi Türkiye ve bölge açısından önemli bir adım olmuştu. İran'ı ziyaret edeceğini Türk yetkililer Tahran'da ilk kez öğrendiklerinde yaşadıkları şok Türkiye'nin o günlerdeki diplomatik ilişkilerinin niteliğini de gösteren bir olaydı. O şokun yaşanıldığı salonda ben de vardım. Türk heyeti her nedense, bu ziyaretten benim -görevim nedeniyle- haberdar olacağımı düşünmüş olacak ki bana yönelip, bunu bilip bilmediğimi sordular. Biliyor olsam herhalde o gününü şartlarında vay halimeydi !
Vefat ettiği gün İran'a gittiğimizde kapalı bir rejimin insanları olarak gördüğümüz İranlıların , Özal'ın ölümü üzerine çarşıda pazarda bize dile getirdikleri samimi Özal sevgileri bizi şaşırtmıştı. Belli ki bölge kamuoyu nezdinde verdiği mesajlar hüsn-ü kabul görmüştü. Bunun başka örneklerini daha sonra başka islam ülkelerinde de tanık olmuştum.
Özal ilginç ama samimi kişiliğiyle Türkiye'ye bir darbe sonrası nefes aldırmaya çalışan adamdı. Türkiye'de merkezin dışladığı ve periferiye sıkıştırdığı dindar kesimi yeniden merkeze çekmeye çalıştı. Kısa süren MSP’li koalisyon yılları dışında ilk defa islami kesim devlet bürokrasisinde kendine yer buldu.
Kimilerine göre Türkiye'yi gerçek kapitalizmle tanıştırdı. Devlet eliyle bir burjuvazinin oluşturulduğu bir geleneği dönüştürmeye niyetlendi. Türk insanına girişimcilik ruhunu kazandırmaya çalıştı.
Özal, Anadolu’da bir sermaye ve üretim sınıfının oluşması için ciddi adımlar attı. Sonradan Anadolu Kaplanları olarak anılan şirketler varlığını ve cesametlerini büyük ölçüde Özallı yıllara borçludur.
Türkiye'de Kürt realitesini ilk kabul eden siyasetçi idi.
Türk kamuoyu, ‘orta direk’ tanımlamasıyla sosyo-ekonomik bir sınıfın varlığını tartışır hale geldi. Özal’ın uyguladığı ekonomik politikalarının nasıl bir toplumsal-sınıfsal dönüşüme yol açtığını kendi çapımda bir doktora seminer ödeviyle incelemeye çalışmıştım 90’lı yıllarda.
Bir askerî birliği sivil kapri pantolonuyla ziyareti olay olmuştu. Hatta bunu ailesinin görüntüsüyle bağdaştırıp eleştirenler de oldu. Ben, sonradan Başbakanlık yapmış bir büyüğümüze, o ziyaretten birkaç ay önce medyada yer alan asker-Özal ilişkisine dair haberleri incelemekle bu olayın daha sağlıklı anlaşılabileceği yorumunda bulunmuştum. Her konuda tabuları yıkmaya çalışan bir adamdı.
Cumhurbaşkanlığı yaptığı yıllar aynı zamanda da İslam Konferansı Teşkilatı'nın ekonomik ve ticari komitesi olan İSEDAK'ın da başkanıydı. İslam ülkeleri arasında bir tercihli ticaret anlaşması hazırlıkları sırasında kendisine arkadaşlarımızın verdiği bir brifingte, Hariciye mensuplarının AB'ne karşı bu anlaşmanın bizi zor duruma düşüreceği uyarılarına karşılık şöyle demişti: "Daha iyi ya alternetifimiz olduğunu bilmeleri, Birliğe üyelik sürecimize belki hız kazandırır." Gürültü etmeden iş yapmayı seven bir adamdı. Allah rahmet eylesin.
Kendisiyle bir çok seçim/referandum gezisinde gazeteci olarak beraber olma imkanım oldu. Çok rahat bir insandı. Eleştiriye de açıktı. Bir anda kazandığı teveccüh sahiciliğinden kaynaklanmıştı. Göründüğü gibi biriydi.
Her lideri olduğu gibi rahmetli Özal'ı da kendi döneminin şartlarında ve artısı/eksisiyle değerlendirmek lazım.