İmparatorluk bakiyesi bir ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti yeni sınırları içinde kurulduğundan bu yana, kalan unsurlarla rızaya dayalı bir arada yaşama formülü üretmede zorlanıyor. Farklı etnik gruplar, farklı diller ve dinleri, dar bir üniter devlet anlayışı çerçevesine yerleştirmeyi denedik, beceremedik.
Cumhuriyeti demokrasi ile atbaşı götürmekte zorlandık. Esasen Türkiye’nin çıkışı, ülke içinde farklı kesimlerle bir toplumsal barış projesi üretmek, bölgemizde ise Lozan’la üretilmiş yeni devletlerle bir barış ve işbirliği projesi oluşturmaktan geçiyordu. İkisinde de sınıfta kaldık.
Her gelen iktidar halk için bir umut oldu. 80’li yıllarda Özal’ın dört eğilim birleştirme, yani bir uzlaşma arayışı çabaları 20 yıl sonra yeniden bir ışık yaktı. Ak Parti kurulu düzene yönelik söylemleriyle, 2001 ekonomik krizi sonrası Türkiye için yeni ümit oldu. Önündeki en önemli sorun yine toplumsal barış idi. Bu çerçevede bir yandan, sistem mağduru dindar kesimleri rahatlatmak, diğer yandan Apo’nun teslimatı sonrasında kucağında bulduğu Kürt meselesi ile baş etmek, toplumsal barışı kurmak için öncelikli sorunlar olarak önünde duruyordu.
Alevilerin talepleri de, böyle bir ortamda doğal olarak ifadesini buldu. Toplumun her kesimi, tabiri caizse kartların yeniden karıldığı bir dönemde bir arayış içerisine girmişti.
Ancak Ak Parti başlangıçta bu kesime yönelik çalıştay çabalarıyla bir adım atmış oldu ama sonunu getiremedi. Alevilerin Türk siyaseti içindeki dalgalı duruşları ve bu kesimin taleplerini ifadedeki çeşitlilik, sorunun çözümünün önündeki engellerden bir olarak ortaya çıkmış gözüküyor. Alternatif çalıştaylar ve raporlar uçuşu verdi bir anda havada. Siyasi otorite, taleplerin ifadesindeki köklü farklılıklar konusunda geri adım atmış gibi bir pozisyon sergiledi.
İktidarın bu kesime yönelik başlattığı yeni sürecin geleceğini kestirmek zor.Türkiye’nin bu konudaki açmazı, toplumsal barış gerektiren konuların, temel bir yapısal/sistemik bakış açısıyla değil de konjonktürel/siyasi gerilim zemininde ele alınıyor olmasından kaynaklanıyor. Bunun sadece siyasi otorite tarafından böyle algılandığını söylemek haksızlık olur. Taleplerini ifade eden kesimler açısından da böyle bir handikap var.
Aleviler açısından demokratik bakış açısından sorunlu görünebilecek konu, bu taleplerin bir kimlik sorunu bağlamında ifade edilmesidir. Ama alevilerin içindeki bazı kesimlerin konuyu bu bağlamda ifade ediyor olmaları, bu taleplerin iktidar tarafından göz ardı edilmesi için bir gerekçe olarak kullanılmamalıdır.
Daha somuta indirgersek şunu söylemek gerekir: Türkiye’de farklılıklarını ve kimliksel aidiyetlerini dile getiren kesimlerin talepleri, bir demokratikleşme/bir hak ve özgürlük sorunu olarak değil, bir ‘kesimin’ talepleri olarak algılanmaktadır. Birinci yanlış budur. İkinci yanlış ifade edilen taleplerin, otorite tarafından kuşkucu bir tavırla, ideolojik ve siyasi zeminde çözümlenmeye çalışılmasıdır. Elbette bu çözümleme, statükocu savunma anlayışı ile niyet okumaya kadar götürülmektedir.
Aleviler adına düşüncelerini ifade eden kişi ve kurumların/platformların talepleri de otorite tarafından doğal olarak böyle bir prizmadan görülmeye çalışılmıştır.
Öncelikle konu her iki tarafın Alevilik tanımı üzerinde bir sorunsal olmaya devam etmektedir. Bu çeşitliliği kabaca şöyle tasnif etmek mümkün:
- Alevilik islamın içinde bir mezhep midir ?
- Alevilik başlı başına bir din midir ?
- Alevilik başlı başına seküler bir kültürel olgu mudur ?
- Alevilik bir irfan yolu mudur?
Kabaca yapılan bu tasnif içinden yapılacak bir seçim alevilerin, siyasi otoriteden beklentilerini doğrudan etkileyecek bir seçimdir.
Sonuçta devletten beklenen destek ve istenen haklar, bu çerçevede dinsel, kurumsal ve bireysel haklar olarak şekillenecektir. Elbette genel anlamda bu hak talepleri, bir kesimin oyuna yönelik popülist yaklaşımların ötesinde öncelikle Türkiye’nin demokratikleşmesi çerçevesinde ele alınmalıdır.
Ancak ilk iki başlıkta özetlenen, özellikle dinsel yönüyle dile getirilen talepler kurumsal açıdan cemevlerinin statüsü ve cemevlerine verilecek destekler, devletin dini taleplere yönelik kurumsal örgütlenme anlayışı çerçevesinde çözülecek sorunlar olarak ortaya çıkar.
Son iki madde başlığı altındaki talepler genel hak ve özgürlükler çerçevesinde değerlendirilebilir. Bir önemli notla…Nedir bu önemli not? Cemevlerinin ya da öngörülecek başka bir yapının bir irfan kurumu olarak algılanması, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmen tanınmış, kurumsallaşmış irfan merkezleri konusundaki engellerine toslayacaktır. Ayrıca konunun bu şekilde algılanması muhtemel sünni islamın taleplerini de gündeme taşıyacaktır.
Buraya kadar anlattıklarımız konunun kuramsal yanını ilgilendiren sorunsallar. İşin pratik yanı doğrudan Türkiye Cumhuriyetinin din pratiklerinin kurumsal düzenleyicisi olarak işlev gören Diyanet İşleri Başkanlığının yapısına dayanmaktadır.
Sünni kesim tarafından da zaman zaman sorgulanan, devletin dini düzenleyen birincil kurumu olarak işlev gören Başkanlık, alevilerin kurumsal talepleri konusunda da çözüm için bir başvuru kurumuna dönüşeceğe benziyor. Verili şartlarda Diyanet İşleri Başkanlığı varlığını sürdürdükçe, siyasi otoritenin çözüm önerisi doğrultusunda cemevleri için de kurum bünyesinde bir yapılanma kaçınılmaz gözüküyor.
İzzettin Doğan gibi daha ılımlı alevi kanaat önderlerinin yeni süreçte, hükümete kredi tanıyan beyanatları muhtemelen böyle bir öngörüyü de içeriyordur, diye düşünüyorum.
Daha somut konuşacak olursak Diyanetin altında mutlaka ya başkan yardımcılığı ya da genel müdürlük düzeyinde alevilerle ilgili birim oluşturulması muhtemeldir.
Diyanet Teşkilat kanununda yapılacak bir değişiklik ve çıkarılacak yeni yönetmeliklerin yanı sıra cem evlerine yapılacak destekler ve tanınacak sübvansiyonlar için de ilgili mevzuatta bir değişikliğe gidilmesi öngörülecektir. Bu değişiklikler yapılırken AİHM'nin kararı uyarınca da mevzuatta bazı düzenlemeler öngörülmesi muhtemeldir. Bir ihtisas komisyonu ihdas edilerek yeni mevzuat uyarınca gerçekleştirilecek uygulamaların izlenmesi ve denetlenmesi öngörülebilir.
İşin özeti şudur: bu konu bir üçüncü tartışma aşamasına taşınmamalı, taraflar açısından soğukkanlı bir zeminde, somut önerilerle yol alınmalıdır. Taleplerin çeşitliliği, yumurtaların hepsini aynı sepete koymamayı da zorunlu kılmaktadır. Her talep kendi bağlamı içerisinde ele alınıp çözüm arayışına gidilmelidir. İnatlaşma önemli bir fırsatı geri tepmek anlamına gelecektir.
* Bu yazı ilk olarak Karar gazetesinde yayınlanmıştır.
Yeni yorum ekle