Adam Smith kimdir? İktisadi düşünce tarihindeki yeri ve önemi nedir? Nasıl bir sistem önermektedir? Bencilliğin ve kendi çıkarı peşinde koşmanın meşrulaştırıcısı mıdır? Dış ticaret sıfır toplamlı bir oyun mudur? Çatışmacı olmayan, kan dökmeyen, himayecilik yapmayan yollardan zenginleşmenin bir yolu yok mudur? Ölümünün üzerinden neredeyse çeyrek bin yıl geçtikten sonra Adam Smith’in bugün hâlâ bizim için anlamlı ve önemli olan düşünceleri nelerdir? Bu yazıda, Milletlerin Zenginliği adlı başucu eserin tarafımızdan yapılan son çevirisinin[1] yakın geçmişte yayımlanmış olması vesilesiyle, bu sorular kısaca irdelenecektir.
Düşünceleriyle, eserleriyle tarihin gidişatını değiştirmeye çok önemli katkılar yapmış bir düşünür olan Adam Smith (1723-1790) modern iktisadın kurucu babası, iktisatçı ve ahlâk felsefecisidir. Mark Skousen’in İktisadi Düşünce Tarihi adlı önemli eserinde “Adam” kelimesinin ikili anlamından yararlanan yerinde bir edebi sanatla dediği gibi, “her şey Adam’la başlamıştır.” Bu ifadeyi Hz. Adem’le birlikte insanoğlunun yeryüzü macerasının başlangıcı olarak anlamak da, modern iktisadın doğuşu olarak anlamak da mümkündür: 18. yüzyıl sonlarında felsefeden koparak bağımsız bir disiplin haline gelen modern iktisadın macerası Adam Smith’le başlamıştır.
Adam Smith’in en önemli eseri hiç kuşkusuz Milletlerin Zenginliği adlı şaheserdir. Bugüne kadar yazılmış ve insanlığın kaderinin değişmesinde belirleyici rol oynamış on temel eser arasında Milletlerin Zenginliği’nin de yer aldığında hiç kuşku yoktur. Yayımlandığı yıl olan 1776, hem iktisadi düşüncede bir devrim yaratması ve hem de zenginliğin doğası ve iktisadi realitenin anlaşılmasına dair yeni bir düşünüş biçimi, sistematik bir yaklaşımın doğması bakımından tarihin kırılma anlarından biridir. Aynı yıl Amerikan bağımsızlık savaşının kazanılmasıyla Kuzey Amerika’da İngiliz sömürgeciliğinin sona ermesi ve temel hak ve özgürlükleri etkileyici bir dille savunan Bağımsızlık Bildirisi’nin yayımlanması 1776’yı hem iktisadi hem de siyasi anlamda modern tarihin dönüm noktalarından biri hale getirmektedir.
Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği çerçevesinde sonraki kuşaklara bıraktığı düşünsel-entellektüel mirasın ayrıntılı tartışması çok daha hacimli çalışmalar gerektirir. Ancak uzun hikayeyi kısa keserek, söz konusu mirasın üç başlık altında özetlenmesi mümkündür: 1) Merkantilizmin reddedilerek, zenginliğe giden alternatif bir yolun gösterilmesi, 2) Bireysel menfaat ile toplumsal menfaat arasında ille de bir çatışma aramanın yanlışlığına vurgu yapan Görünmez El öğretisi, 3) Korumacılığa karşı serbest ticaretin üstünlüğü.
Smith’in öncülüğünü yaptığı Klasik liberal iktisadi öğretinin ortaya çıkmasından önceki devirlerde, 15-17. yüzyıllarda egemen iktisadi öğreti merkantilizmdi. Bugün dünyanın farklı ülkelerinde iktidar sahiplerince ticaret savaşlarıyla, çatışmacı politikalarla, içe kapanmacı ve korumacı radikal söylemlerle âdeta yeniden hortlatılmaya çalışılan merkantilizmin üç temel iddiası vardır: 1) Zenginliğin kaynağı kıymetli maden (altın-gümüş) stoklarıdır, 2) Yeryüzünde zenginlik sabittir, birinin zenginleşmesi ancak ötekileri fakirleştirme pahasına olabilir, 3) Dış ticaret sıfır-toplamlı bir oyundur; birinin kârı ötekinin zararına eşittir, o nedenle dış ticarette korumacılık esas olmalıdır.
Adam Smith, bu bağlamda her şeyden önce merkantilizme başkaldıran, zenginliğin yolunun ille de altın ve gümüş biriktirmekten, ya da başkalarının kaynaklarını yağmalamaktan geçmediğini ileri süren düşünürdür. Milletlerin Zenginliği’nde ayrıntılarıyla tartışarak önerdiği sistemin adı kısaca “doğal özgürlükler sistemi”dir. Buna göre sınırlı devletin sağladığı güvenlik ve adalet şemsiyesi altında işbölümü, uzmanlaşma, üretken kaynakların etkin kullanımı, verimlilik artışı, böylece ortaya çıkacak ihtiyaç fazlası üretimin de serbest ticaret yoluyla başka ülkelerle paylaşılması zenginliğe giden alternatif, barışçı yoldur.
Adam Smith’e göre, Merkantilistlerin ileri sürdüğünün aksine, altın ve gümüş biriktirmek zenginliğe giden yegâne yol değildir. Altın ve gümüş, daha genelde para, karın doyurmaz; ancak bunlar karın doyuracak nesnelerin elde edilmesini sağlayan araçlardır. Yeryüzünde zenginlik sabit değildir; emeğin, sermayenin, toprak ve doğal kaynakların, girişimciliğin, kısaca eldeki üretken kaynakların akıllıca ve ustaca kullanımıyla artırılabilecek, başkalarından bir şey çalmadan, eksiltmeden, haksız yere başkalarının elindekine el koymadan çoğaltılabilecek bir şeydir. Başka bir deyişle zenginlik veya servet pastası çalıp çırpmadan, kimseye zarar vermeden de büyütülebilir. Dış ticaret asla sıfır-toplamlı bir oyun değildir; dış ticaret yapınca birinin kazancı mutlaka öbürünün kaybı anlamına gelmez; mübadeleye katılan her iki taraf için de kazançlı dış ticaret pekâlâ mümkündür. Smith ülkelere mutlak üstünlüğe sahip oldukları, yani başkalarından daha ucuza üretebildikleri ürünleri üretip, pahalıya ürettiklerini de başkalarından satın almayı, dolayısıyla serbest ticaretle ihtiyaçlarını karşılamayı önermektedir. İşbölümü uzmanlaşmayı doğuracak, uzmanlaşma verimliliği artıracak, artan verimlilik sayesinde kendi ihtiyacımızdan çok daha fazla üretmek mümkün olacak, ihtiyaç fazlası üretim de serbest ticaret yoluyla başka ülkelerle mübadele edilerek paylaşılacak, böylece zenginlik artacaktır. Smith ile birlikte Klasik İktisat Okulu’nun öncülerinden biri olan ünlü iktisatçı David Ricardo’nun “Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi” Smith’in “Mutlak Üstünlükler Teorisi”ni daha da ileriye taşımış, esasen iki ülkeli ve iki mallı bir dünyada ülkelerden biri her iki malda da mutlak üstünlüğe sahip olsa bile, mukayeseli üstünlüğe sahip olunan malda uzmanlaşmak suretiyle taraflardan her ikisinin de kazançlı çıktığı bir dış ticaretin mümkün olduğunu göstermiştir.
“Bütün genellemeler yanlıştır, bu bile!” diyen hikmetli sözün hakkını saklı tutarak denebilir ki, insanoğlu genelde realitenin bütününe, özelde ise iktisadi realiteye kabaca iki zihniyetin penceresinden bakmaktadır. Biri açık/geniş/esnek, diğeri kapalı/dar/sıkı bir penceredir. Buradaki anahtar kavram olan zihniyet; insan-insan, insan-doğa, insan-toplum, insan-devlet ve insan-Tanrı ilişkilerine bakış, kaynakları okuma, yorumlama ve hüküm çıkarma şekli, realiteyi anlama, anlamlandırma ve düşünüş biçimidir.
Din ve kültürden büyük ölçüde bağımsız, her coğrafyada temsilcilerini bulacağımız bu iki zihniyetten biri savaşçı, yasakçı, çatışmacı, içe kapanmacı, korumacı, kollektivist, tektipçi, devletçi ve kumandacıdır. Kendi dışındaki herkesi kendisine potansiyel tehdit gören, kendine yeterliliği erdem bilen, korumacılık yoluyla rekabeti engelleyip rant aktarımıyla yerli zengin yaratmayı kalkınmanın anahtarı gören, biraz güç elde edince bunu hemen başkalarını zapt-u rapt alma yönünde kullanan, kendisi gibi düşünüp, inanıp yaşamayan herkese icbari yöntemlerle ayar vermeyi kendi omuzlarına yüklenmiş tanrısal bir misyon gibi gören hegemonyacı, baskıcı, yasakçı, otoriteryen zihniyetin her devirde mebzul miktarda takipçisi olmuştur, bugün de vardır. Bu zihniyete farklı adlar verilebilir: otoriteryen, devletçi, kollektivist, çatışmacı, radikal-selefi zihniyet vb. gibi.
Bunun alternatifi olan zihniyet kimsenin burnunu kanatmadan zenginlik yaratmanın da mümkün olduğunu düşünen, barışçı, özgürlükçü, çoğulcu, dışa açılmacı, bütünleşmeci, bireyci, serbest ticaretçi ve piyasacı zihniyettir. Zenginliğin, servet ve refahın sabit bir şey olmadığını, büyütülebilir, artırılabilir ve çoğaltılabilir olduğunu, birinin zenginliğinin ille de başkasını fakirleştirme pahasına olmadığını, başkasına zarar vermeden de zenginleşmenin mümkün olduğunu, dış ticaretin de asla sıfır toplamlı bir oyun olmadığını, ticarete katılan her iki tarafın da bundan kazançlı çıkacağını, serbest piyasanın devletçi-müdahaleci-kumandacı sistemden çok daha insani, ahlaki ve refah yaratıcı olduğunu düşünen bir zihniyettir bu. Bunun adına da piyasacı, demokrat, ılımlı, veya uzlaşmacı zihniyet denebilir.
İşte Adam Smith bu barışçı, serbest piyasacı, özgürlükçü, uzlaşmacı, işbirliğine dayalı dayanışmacı zihniyetin öncülerindendir. Denebilir ki yeryüzündeki bütün kavga-gürültü, son tahlilde, kıt kaynakların nasıl paylaşılacağı bağlamında sözü edilen iki zihniyetin çatışmasının tezahürüdür. Kaynaklar kıttır; kıt kaynakları paylaşmanın ise son tahlilde iki yolu vardır. Biri savaş, diğeri barış; biri korumacılık, diğeri serbest ticaret; biri yağma ve talan, diğeri üretim ve mübadele. Smith’in önerdiği yol barışçı, özgürlükçü, serbest ticaretçi, üretim ve mübadele yöntemidir.
Adam Smith’le İlgili Bazı Haksız Eleştiri ve Yanlış Değerlendirmeler
Atalarımız “meyveli ağaç taşlanır” demişler; her alanda olduğu gibi düşünce tarihi ve siyasi tarih boyunca da üretken, orijinal, yaratıcı, eskiye ve kurulu düzene meydan okuyan tipler daima tepki çekmiş, saldırıya uğramış, taşlanmış, eleştirilmiştir. Esasen peygamberler tarihi bu bakımdan zengin bir malzeme birikimi sunmaktadır. Çoğu peygamber kurulu menfaat şebekelerine itiraz etmiş, yerleşik düzeni eleştirmiş, insanları Allah’tan başkasına kulluk etmemeye çağırmış, bunun bedelini de dışlanarak, yalanlanarak, alay edilerek, zindana veya ateşe atılarak, veya memleketinden sürgün edilerek ödemiştir. Zamanının egemen anlayışına meydan okuyan Adam Smith de bu anlamda düşünce tarihinde en fazla tartışılan, tepki gösterilen ve eleştirilen insanlardan biridir. Smith’in bunca tepki çekmesinin nedenlerinin bir kısmı ideolojik, zihniyetle ilgili, dünyaya ve iktisadi gerçekliğe bakış açısının farklılığından kaynaklı, bir kısmı ise onu yanlış okuma veya yanlış anlamadan kaynaklıdır.
Smith’le ilgili tartışmalı meselelerden biri, “iktisadi adam” (homo economicus) ve kendi çıkarı peşinde koşmanın meşrulaştırılması bağlamında kendisine yöneltilen haksız eleştiridir. Başka bir deyişle Smith’in en çok eleştirildiği konulardan biri, onun kişisel menfaati, yahut şahsi çıkarı peşinde koşmayı ve bencilliği yücelttiği iddiasıdır. Buna göre Smith “homo-economicus”un mucididir, şahsi çıkarından başka hiçbir şey düşünmeyen açgözlü insanın meşrulaştırıcısıdır, bencilliği normal kabul etmektedir, bir görünmez el marifetiyle kişisel çıkarı bayraklaştırmaktadır vs.
Oysa Adam Smith’in yaptığı, bir meşrulaştırma ya da bir temenni değil, bir tespittir. İnsan çoğu zaman şahsi çıkarını önceleyen, başkalarından önce kendisini düşünen, kişisel menfaati peşinde koşan bir varlıktır. Bu bizim yabancısı olduğumuz bir olgu da değildir. En dini-bütün olanlarımız da dâhil, insanların hangi dürtülerle hareket ettiğini dikkatle gözlemlemek, öz-menfaatin, kişisel çıkarın ne kadar belirleyici olduğunu gösterecektir. Nitekim atalarımız “önce can, sonra canan” derken esasen bu gerçeği dile getirmektedirler. Kaldı ki, daha modern zamanların popüler bir deyişiyle “Şeytan ayrıntılarda gizlidir;” kestirmeden ve keskin yargılarda bulunmadan önce insanların ne dediklerine, meramlarını dile getirmek için kullandıkları orijinal kavramlara bakmak gerekir.
Bu bağlamda altı önemle çizilmelidir ki, Türkçe’de çoğu kez “bencillik” olarak yorumlanan kavramın Smith’in yazdığı metindeki karşılığı “self-love,” yani “öz-sevgisi”dir. Bu kavram kendini sevme, kendini beğenme, kendi ihtiyacına öncelik verme, yahut kişinin kendine, kendi benliğine veya şahsına yöneltilmiş sevgi ve muhabbet demektir. Divan şiirinin büyük ustası Şeyh Galib “hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen; merdûmi dide-i ekvân olan âdemsin sen” nakaratlı ünlü şiirinde insanı, yaratılmışların gözbebeği ve alemin özü olması hasebiyle kendisinin değerinin farkında olmaya çağırması, arada paralellikler kurulabilecek ilginç bir tespittir. Smith’in “öz-sevgisi” kavramının yanlış bir şekilde “bencillik” (selfishness) olarak okunması ve kapitalizme vurmanın vahşi cazibesiyle[2] iç içe geçmiş kollektivist bir yorum, birçok insanı, Adam Smith’in başkalarına zarar verecek biçimde kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen bencil insan tipini meşrulaştırdığını düşünmeye sevk etmektedir.
Oysa bencillik (selfishness) öz-sevgisinden (self-love) başka bir şeydir. Adam Smith’in eserinde Görünmez El öğretisiyle vurgulamaya çalıştığı şey, insanların kendileri için bir şey yapmalarının çoğu kez aynı zamanda başkalarına da iyilik yapmak anlamına geldiğidir. Başka bir ifadeyle burada vurgulanan şey kendine iyilik ile başkalarına iyilik arasında, ya da kişisel menfaat ile toplumsal menfaat arasında bir çatışma değil, bir uyumun söz konusu olduğudur. Bu bağlamda Görünmez El öğretisi, daha sonraki yüzyıllarda kendiliğinden doğan düzen fikrine de ilham kaynağı olacak, son derece önemli içerimleri olan bir öğretidir. Buna göre insan kendi menfaati peşinden koşarken esasen otomatik olarak, görünmez bir el tarafından topluma da hizmet etmeye yönlendirilmektedir. Smith’in klasik örneğine atıfla söylersek, soframızdaki et ve ekmek ile sırtımızdaki giyecek ne kasabın diğerkâmlığındandır, ne fırıncının, ne de terzinin kendini bizim için feda eden fedakârlığından; bu nimetleri onların öz-sevgisine borçluyuz. Herkes esasen çoluk-çocuğunu geçindirme derdindedir, herkes kendi menfaatinin peşinden gitmektedir; ama bunu yaparken görünmez bir el tarafından topluma da hizmet ettirilmektedir. Nitekim öz-sevgisiyle hareket eden kasabın elinden çıkan ürün bizim soframızda et, fırıncının ürünü soframızda ekmek, terzinin ürünü sırtımızda giysi olmaktadır. Yani, kişisel menfaat ile toplumsal menfaat çoğu zaman birbiriyle çatışmaz, aksine uyum içindedir.
Adam Smith’le ilgili kollektivist zihniyetli entelektüeller ve bunların etkisiyle popüler kültürde karşılık bulan önyargılar ve yanlış değerlendirmelerin önemli bir kaynağı bu noktayla ilgilidir. Smith bu konuda ya doğru okunmamış, ya anlaşılmamış, ya da bilerek veya bilmeyerek yanlış anlaşılmıştır. Smith’in bencilliği, yani başkasına zarar verme pahasına kendini merkeze koymasına cevaz verdiği doğru değildir. Unutulmamalıdır ki, Smith aynı zamanda bir ahlâk felsefecisidir; din, ahlâk, tanrı ve maneviyatla son derece barışık bir insandır. En önemlisi, Milletlerin Zenginliği’nden daha önce yazdığı önemli bir eserinin adı Ahlaki Duygular Kuramı’dır. Bu eserinde Smith, insandaki bencilliğin ve şahsi çıkar peşinde koşma dürtüsünün, ‘başkalarına kendisini sevdirme’ ve başkaları tarafından takdir edilme yahut toplum tarafından kabul edilme dürtüsü tarafından dengelendiğinden söz etmektedir.
Özetle Adam Smith, korumacı, kendine yeterlikçi, çatışmacı bir öğreti olan merkantilizme, merkantilist felsefeye bayrak açan adamdır. Zenginliğin yegâne kaynağının altın ve gümüş biriktirmekten ibaret olduğu görüşünü reddetmektedir. Merkantilizmin büyük yanılgılarından biri olan yeryüzündeki zenginliğin sabit ve dış ticaretin sıfır-toplamlı bir oyun olduğu, dolayısıyla birinin zenginleşmesinin ancak ötekinin fakirleşmesi pahasına olabileceği fikrini çürütmektedir. Merkantilizmin yine temel düsturlarından biri olan, dış ticarette korumacılığa karşı çıkmakta, serbest ticareti savunmaktadır.
Özellikle sosyalist-Marksist, milliyetçi ve dinci gelenek başta olmak üzere, merkantilist öğretilere sıkı sıkıya bağlı neo-merkantilist görüşler günümüz dünyasında siyasi ve entellektüel çevrelerde sık sık arz-ı endam etmektedir. Özellikle dünyada kutuplaşmanın ve çatışmaların arttığı, ülkelerin ve iktidar hırsıyla yanıp tutuşan liderlerin önüne gelene meydan okumayı marifet bellediği, neo-nazi, ırkçı, aşırı sağcı hareketlerin yükselişe geçtiği dönemlerde korumacı, içe kapanmacı neo-merkantilist görüşlere rağbet de artmaktadır; aynen günümüzde olduğu gibi. Bunlara karşı yapılabilecek en iyi şey, barışa odaklı, piyasacı, serbest ticaretçi, dışa açılmacı; malların, hizmetlerin, paranın, sermayenin, insanların ve fikirlerin serbest dolaşımını öngören politikaları ısrarla savunmaktır. Cihangir zekâların, mesela Smith’in Milletlerin Zenginliği’nde yaptığı gibi, zenginleşmenin tek yolunun çatışmadan geçmediğini; Frederic Bastiat’nın “Kırık Pencere” hikâyesinde yaptığı gibi, savaşın ve yıkımın kârlı bir şey olmadığını, malların geçmesine izin verilmeyen sınırlardan askerlerin geçeceğini hatırlatmaktır. Anadolu erenlerinin, mesela Yunus Emre ile Mevlâna’nın şiirlerinde de esasen aynı barışçı, uzlaşmacı görüşlerin, sevgi, dayanışma ve işbirliğinin öneminin vurgulandığını görmek mümkündür.
Bir Tercümeye Daha Neden Gerek Duyuldu?
Son olarak, Milletlerin Zenginliği’nin Türkçede zaten çevirileri olduğu halde neden bu eserin yeni bir çevirisini yayımlamaya gerek duyulduğu konusunda bir iki noktanın altı çizilebilir.
Her şeyden önce, Milletlerin Zenginliği gibi bir şaheserin altında mütercim olarak imzası olmak heyecan vericidir. Gelecek kuşaklara armağan olarak bir tercüme eser bırakmak, Antik Yunan düşünürlerinden vaktiyle çeviri yapan bazı Müslüman filozofların dediği gibi, “sevabı umularak yapılan,” değerli bir hizmet olsa gerektir. Düşünce tarihinde son derece önemli bir iz bırakmış böylesi muhteşem bir eseri Türkçeye çevirmek bendenizin de uzun zamandır aklından geçen bir projeydi; hayata geçmesi için uygun zamanı bekleyen bir hayal olarak askıda duruyordu. Bu proje bu anlamda bir hayalin gerçekleşmesi, akıldan geçenin kuvveden fiile, hayata geçmesidir.
Aslında piyasada aynı eserin birkaç çevirisi daha olduğu halde yeni bir çeviriye neden gerek olduğu sorusunun cevabı ise mevcut çevirilerin kapsamı, çeviri kalitesi ve diliyle ilgilidir. Türkçede tam metin çeviri daha önce yayımlanmış çevirilerden sadece biri için söz konusu olup diğerleri tam metni kapsamayan kısaltılmış çevirilerdir. Bizim çevirimiz, Smith’in orijinal eserinin tam ve kapsamlı bir çevirisidir; yarım, özet, kısaltılmış ya da sıkıştırılmış bir çalışma değildir. Yine bizim çevirimiz tercüme kalitesi ve tercih edilen dilin anlaşılır bir dil olması, çeviride günlük dilde kullanımı yaygın olan kelimelerin tercih edilmesi, sadelik ve akıcılık yönünden de iddialı bir eserdir.
[1] Adam Smith, Milletlerin Zenginliği, Çev. M. Acar, İstanbul: Liberus, 2020. https://www.kitapyurdu.com/kitap/milletlerin-zenginligi-amp-dogasi-ve-nedenleri-uzerine-bir-inceleme/541159.html
[2] Modern günah keçici olarak kapitalizme vurmanın cazibesi konusunda ilginç bir değerlendirme için bkz. http://www.sosyalbilimlervakfi.org/tr/2021/12/omer-demir-modern-gunah-kecisi-vurun-kapitalizme/
Hocam emeğinize sağlık…
Hocam emeğinize sağlık. Güzel bir çalışma olmuş. İlgiyle okudum.
Çok yararlı bir yazı,…
Çok yararlı bir yazı, teşekkürler.
Yeni yorum ekle