Ahlak Kavramını Tekrar Tanımlama İhtiyacı

20 Eylül 2024

“Ahlak nedir, ahlakın kaynağı nedir?” gibi sorularla ilgili farklı disiplinlerde bugüne kadar sayısız çalışma ve tartışma yapılmıştır. Bu yazıda ahlak konusu bu bağlamda ele alınmayacak. Daha çok ahlak kavramının bugün toplumda nasıl anlaşıldığına ve bundan kaynaklanan sorunlara dikkat çekilecek.

Günümüzde ahlak kavramının Türk toplumunun geniş kesimleri tarafından “alkol, kötü alışkanlıklar, cinsellik, kıyafet” alanlarıyla sınırlandırılmış olduğu görülüyor. Bu bağlamda göz önünde olan yaşantılara istinaden “toplumun ahlakının bozulduğu veya bozulacağına dair” tespitler serzenişler yapılmaktadır. Hatta bunun büyük felaketlere neden olacağından dem vurulur.

Image

Ahlakı bu başlıklarla sınırlamak, görünürlük üzerinden keskin hükümler vermek ahlak kavramının yanlış anlaşıldığını gösterir. Toplumun üzerinde doğru biçimde anlaşmış olması gereken hayati derecede önemli bir kavramın hatalı-noksan anlaşılması hayati sorunlar doğurur. Toplumun geniş kesimlerince ahlakın konusu kabul edilen “alkol, kötü alışkanlıklar, cinsellik, kıyafet” başlıkları, öncelikle bireysel tercihlerin, özgürlüğün konusudur. Eğer kişi inançlı biriyse bu başlıklar ahlaktan çok dinin konusudur. Günah-sevap kavramlarıyla ilişkilidir. Vatandaşlık statüsü bakımından da yasanın, hukukun, suçun konusudur. Alkol almak haramdır-günahtır, belirlenmiş mekân ve şartlarda alkol kullanmak yasaktır, alkollü biçimde başkasına zarar veren kişi suç işlemiş olur ve başkasına zarar verdiğinde mesele ahlakın konusu olur. Kötü alışkanlıklar ve diğerleri de benzer biçimde örneklendirilebilir. Bu tür durumlar; rıza varsa ve başkasına zarar verme söz konusu değilse ahlakın alanından çıkabilir. Bahsi geçen konular öteki için propagandaya, teşvike, zorlamaya dönüştüğünde ahlakın konusu olur. Zira bu meseleler gündeminde olmayan kişi için pekâlâ kötü, zararlı olabilir. Ötekine zararı dokunmadıkça bu meselelerin ahlakın konusu olup olmadığı tartışmalıdır. Ancak bu başlıkların görünürlüğü ve dinle olan bağlantıları toplumun geniş kesimlerinin “ahlak” kavramıyla ilgili noksan-hatalı kanaatler edinmesine sebep olmuştur. Ahlak yanlış tanımlandığında sağlıklı bir toplumsal yaşamdan söz edilemez. Zira din artık toplumun sabitesi değildir.

Daha önce yapılmış tüm tanımlamalardan farklı olarak ahlak “ötekini yanıltarak ondan menfaat temin etmemek, ötekini yanıltarak ona doğrudan ya da dolaylı olarak zarar vermemek” şeklinde anlaşılmalıdır. Bireysel anlamda kişinin kendisini ilgilendiren, ötekine zararı dokunmayan, başkasını ilgilendirmeyen tutum ve davranışlar doğrudan ahlakla ilişkilendirilmekten vazgeçilmelidir. Kişi kendi doğrularıyla çelişmeden yaşamını sürdürüyorsa ahlaklı sayılmalıdır. Zira herkes kendi hayatına dair doğruları seçme hakkına sahiptir. Bu doğrularla çelişmedikçe dürüst-ahlaklıdır. Hülasa ahlakın temel ilkesi “ötekine zararı dokunmamak” olarak belirlendiğinde sağlıklı bir toplumun oluşabileceği düşünülebilir.

Konu insanların kıyafetleri, yiyip içtikleri, kişisel yaşamlarındaki aykırılıklarla sınırlandırıldığında; rüşvet-iltimas, çevre kirliliği, iklim krizi, trafikte kaos, iş hayatındaki verimsizlik, adaletsizlik kaçınılmaz sonuçtur. Çünkü toplumu asıl ilgilendiren meseleler ahlakın konusu olmaktan çıkmış olur. “Ötekini yanıltmamak, ötekine doğrudan ya da dolaylı olarak zararı dokunmamak” ilkesinin önemsendiği toplumlarda, toplumsal yaşamın diğerlerine nispeten daha sağlıklı olduğunu söylenilebilir. Dünya savaşları, sömürgecilik tarihi ve vahşi kapitalizm başlıkları görmezden gelinerek bakıldığında bazı Batılı ülkelerin kendileri için kurdukları yaşamın diğer toplumlardan daha medeni olduğu görülür. Bu da ahlak-etik kavramını doğru biçimde tanımlayarak elde ettikleri bir sonuçtur. Bazı Batı devletlerinde şehirleşmenin, iş hayatının, hukuk sisteminin, toplumsal ilişkilerin ne kadar imrenilecek düzeyde olduğu şahit olanlarca anlatılmakta, konu üzerine pek çok yazılı eser kaleme alınmaktadır. Aykırı cinsel tercihlerin, esrar gibi uyuşturucu maddelerin yasal sayıldığı, marjinalliğin artık sıradanlaştığı bu toplumlarda; toplumsal yaşamın intizamı, iş hayatının verimliliği, toplumsal barışın tesis edilmiş olması, refahın toplumun geniş kesimlerine olabildiğince paylaştırılmış olması ancak ahlak-etik kavramının doğru tanımlanması ile mümkün olmuştur.

Marjinal olmak bu toplumda ahlaken kusurlu olmak sayılırken, bir babanın çocuğuna güzel bir gelecek kurmak için adamını bularak bir işi halletmesi ahlakın konusu sayılmaz. Hatta bu davranış sebebiyle kişiye “iyi, çocuğunu düşünen ve sorumluluğunu yerine getiren bir baba” olarak bakılır.

Bu toplumda alkol ahlakın konusu sayılırken ötekinin hayatına dair yorum yapmak ahlakın konusu olmaktan çıkmıştır.

Kumar ahlakın konusu sayılırken, anlaşılan ücret karşılığında yapılacak işin savsaklanması ahlakın konusu olmaktan çıkmıştır. Hatta haksız kazanç için genelgeçer bir hukuk kaidesiymiş gibi “Bal tutan parmağını yalar.” şeklinde gayriahlaki bir anlayışın toplumsal düzeyde kabul gördüğünden bile söz edilebilir.

“Hangi konu kişisel yaşamın, kişisel tercihlerin konusudur; hangi konu hukukun, kanunun, cezanın konusudur; hangi konu günahın, dinin konusudur; hangi konu ahlakın konusudur?” sorularına doğru cevaplar vermek gerekir. Bu soruların tamamı az ya da çok ahlakla ilgili olsa da ahlak bunlardan başka bir şeydir. Ahlak “ötekini yanıltarak ondan menfaat temin etmemek, ötekini yanıltarak ona doğrudan ya da dolaylı olarak zarar vermemek” ilkesine olan bağlılıktır.

Yani kültürel, geleneksel ya da dini açıdan hoş karşılanmayan tutum ve davranışların tamamını ahlakla ilişkilendirmek ahlak kavramını yanlış anlamaya ve kavramdan asıl beklenen iyiliğin ortaya çıkmamasına neden olur.

Peki, toplumda ahlak konusundaki bu kusurlu kabulün nedeni nedir? İnsanın kendini iyi kılması, kendini düzeltmesi zordur. Bu; bilgi, vicdan, emek ve irade ister. Bu çabayı göstermek yerine yüksek sesle “ötekinin ne kadar kötü ve ahlaksız olduğunu” belirtmek, bunu belirtenin iyilik ve ahlak konusunda hassas bir insan olduğu intibaını uyandıracaktır. Böylelikle kişi kolayca etrafında iyi insan intibaına sahip olacaktır. Hülasa ötekini görünüşü üzerinden tenkit etmek, onu ahlaklı olmaya davet etmek; davetçinin iyi görünmesini sağlar. Bu bir çeşit zevahiri kurtarmak yöntemidir. Aslında kurnazca bir ahlaksızlıktır.

Hâlbuki ötekinin hakkına riayet ve hadde tecavüz etmemek hassasiyeti ahlakın temel zeminidir. Toplum bu zeminde buluşunca rüşvet, iltimas, kaytarma, zorbalık, cehalet, zulüm gibi olumsuzlukların toplumsal yaşamda kendisine daha zor yer bulacağı muhakkaktır.

Ahlakı bu temel ilke bağlamında anlamak aynı zamanda insan ve toplum için hayati derecede önemli adalet ve hürriyet kavramlarının da sağlıklı biçimde insanların zihninde yer etmesini sağlar. Ahlak bu zeminde inşa edildiğinde vergi mükellefi vergi vermekten kaçınmazken, toplanan vergiyi vatandaşlar adına harcama yetkisine sahip olan yetkililer de o verginin tek kuruşunu kendi kişisel çıkarları için harcamazlar. Toplumsal yaşamın tüm alanlarında bu ahlak anlayışı kendisini en güçlü şekilde gösterir. Ahlak “günahın, yasanın, suçun konusu olacak başlıklarla” sınırlandığında adaletten eğitime, spordan ekonomiye kadar her alanda toplumsal çürümenin sonuçları görünür. Bu alanlara münhasıran yapılan hiçbir düzenleme beklenen çözümü üretmez.

Bu toplumun bir türlü aşamadığı; adalet, şehirleşme, çalışma hayatı, eğitim, spor, ekonomi gibi alanlardaki büyük problemlerin kaynağı ahlaki çürümedir. Toplumun ahlaken çürümesi felaket zamanlarında daha da belirginleşir. Modernleşememe tarihi boyunca çatışan taraflar felaketin mahiyeti ne olursa olsun felaketin “öteki” yüzünden gerçekleştiğini ya da “öteki”nin felaketin etkisini artırdığını çeşitli argümanlarla savunur. Dinî ya da millî bayramlarda tarafların karşılıklı olarak nasıl saldırganlaştıkları bilinmektedir. Cinayet, tecavüz, istismar gibi olumsuz haberlerde tarafların hemen suçlunun ait olduğu inanç, ideoloji veya etnik kökeni tespit ederek aslında “öteki tarafın bu aşağılık fiili inanç ya da ideolojik saikle işlediği, ötekinin mensup olduğu sosyal yapının tümüyle kötü ve ahlaksız olduğunu” çeşitli argümanlarla savunduğu görülür. Suç eğer kendi ait olduğu sosyal yapı içinde biri tarafından işlendiyse derin bir sessizlik oluşur. Hatta bazen durumu mazur, meşru göstermek için çeşitli yollara başvurulduğu malumdur.

Toplumsal uzlaşının kaybolduğu, tarafların güç-iktidar çatışmasının yüz yılı aştığı bir yerde ahlak kavramı üzerinde uzlaşıya varmak pek de mümkün görünmemektedir. Ahlak bu toplumda ötekini suçlamanın, ona itibar kaybettirmenin, menfaat, güç ve iktidar çatışmasının bir aparatına dönüşmüş durumdadır. Ahlak kavramının doğru tanımı üzerinde uzlaşmadan uzun vadede adalet, eğitim, medya, spor, ekonomi gibi sahalardaki büyük sorunların çözülmesi mümkün değildir.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
53 kez görüntülendi. 53 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.