Tabudan Kavramsal Putlara

16 Nisan 2023

Bilimden sanata, dinden ekonomiye, sapandan nükleer teknolojiye kadar her şey “dil” ile mümkündür. Nasıl ki nefes alamadığında ölür insan, buna rağmen nefesin öneminin ayrımında değildir, dil de böyledir. Dil yoksa insan için yaşamın bugünkü formu imkânsızdır. Ancak buna rağmen çoğunluk dilin ne kadar önemli, etkili ve belirleyici olduğunu fark etmez. Zira onun içine doğar ve dil ile nefes alıp vermek kolaylığında yaşar. O, olmazsa neler olabileceğine dair pek fikri yoktur. Hâlbuki insanoğlu bugün iyi-kötü ne varsa dili kullanarak üretip inşa etmiştir.

Dilin etkileyici ve belirleyici yanı onu güçlü biçimde kullanan kullanıcının amacına hizmet eder. Kalabalıklara nasıl inanacağı, neye taraftar neye düşman olacağı, ne uğruna kendini feda edeceği hâkim dil ile enjekte edilir. Ve söylem, eyleme dönüşerek somutlaşır. Ancak kalabalıklar olan bitenleri “kendi inanç, düşünce ve tercihleri olarak” görür. Bu tercihler, örgütlü dilin hâkim olduğu iklimde radyasyona maruz kalır gibi fark edilmeksizin oluşur. Zygmunt Bauman, Iskarta Hayatlar isimli kitabının girişinde “Italo Calvinoo, Görünmez Kentler’de tuhaf ama ürkütücü biçimde tanıdık kentlerden biri olan Aglaura’yı Marco Polo’nun ağzından anlatırken, “Kent sakinlerinin öteden beri anlatıp durdukları şeyler dışında pek az şey söyleyebilirim sana,” der; oysa kendi izlenimleri, kent sakinlerinin hikâyeleri ile uyuşmamaktadır. “Ne olduğunu söylemek istersin, ama Aglaura hakkında daha önce söylenenler kelimelerini ele geçirir ve kendini bir şeyler söylemek yerine onları tekrarlamaya mecbur hissedersin” der. Yani hâkim söylem, örgütlü dil başka bir şey söylemek istesen de kelimelerini ele geçirir ve hâkim söylemi tekrar ederken bulur insan kendini. Çünkü mevcut kavramlar, kelimeler etkilidir-belirleyicidir.

Dilin önemi, etkisi ve belirleyici oluşu konuyla alakadar olanların malumudur. Bu yazıda varlığın en güçlü en etkili en belirleyici vasıtasının nasıl tasallut ve tahakküm aracına dönüştüğüne dikkat çekmek istiyorum.

Literatürde bir karşılığı olup olmadığını bilmediğim ve yazılarımda sıklıkla kullandığım bir ifade: kavramsal putlar. Kavramsal put yerine neden “tabu” kavramını kullanmadığımı şöyle izah edebilirim: Tabu, daha çok ilkel dönemlerden modern döneme kadar inançların toplumların yaşamında belirleyici olduğu zamanlara ait kavramlara işaret etmektedir. Modern zamanlarda da geleneksel zamanlardan kalan tabular olsa da bunların kaynağı “eski zamanlar”dır. Çoğunlukla dini inançlardan kaynaklı kutsal kabul edilen, insan, hayvan, nesne ya da kavramlardan oluşan bu tabuların insanları cezalandırıcı, onları lanete uğratıcı güçleri olduğuna inanılır.

Kavramsal olarak tabu ifadesi eski, ilkel, geleneksel, dini olan ile ilgili olduğundan, modern zamanlarda ortaya çıkan, kaynağı dini, geleneksel olmayan yeni zamanlara ait dil zemininde oluşan tabular için “kavramsal put” ifadesini daha doğru ve güçlü bir ifade olarak buluyorum. Eskiye ait olmamak, eskiden gelmemek yönüyle tabudan ayrılırken değersizleştirici, cezalandırıcı, lanete uğratıcı olması yönüyle kavramsal putlar tabularla ortaklaşır.

İster evrimci ister yaratılışçı perspektifle bakın, insanı ontik-fıtri olarak varlık dünyasında ayrı bir yere koyan şey dildir. Ve dil insanın bilimden sanata dinden siyasete kadar ürettiği iyi-kötü ne varsa onların tasarımcı, yapıcı, biriktirici, taşıyıcı unsurudur. Dolayısıyla dilin-kelimenin-kavramın nasıl üretildiği hangi sıklıkla hangi zeminde nasıl kullanıldığı son derece önemlidir. Kavram, iddia ve işaret ettiği şeyle zihnin işleyişini belirler. Zihin kelimesiz-kavramsız olarak verimli biçimde işleyemez. Dolayısıyla kavramın hakikatle bağı son derece önemlidir.

Dilin, kelimenin, kavramın etkisinin ve belirleyeciliğinin farkında olan bir kısım insan ( bilim, sanat, din, siyaset, sermaye çevreleri) kendi amaçları doğrultusunda bazı başat kavramlar üretir. Dil denilen hayati vasıtanın-gücün ayrımında olmayan çoğunluğu örgütlü dil vasıtasıyla bu kavramlarla çekip çevirir. Ve bu kavramlar bir puta bir tabuya dönüştürülür. Başka türlüsünü düşünmek artık mümkün değildir. Düşünseniz bile bunu ifade ettiğinizde modern zamanlarda rahatlıkla bir vebalıya dönüşmeniz kaçınılmazdır.

Her kavram, içinde doğduğu kültürün ürünüdür. O kültürün şartlarında oluşur. Kültür önce sorunları sonra da çözümleri üretir. Bu bağlamda kavramların yerel, etnik özellikleri vardır. Dolayısıyla yerelde ortaya çıkan kavram, bir puta dönüşmeden önce cihanşümul bir geçerlilikle kabul görmesi gerekir. Bu yönüyle bugün tartışmasız bulduğumuz kavramların cihanşümul kabulü sömürgecilik tarihinden ve modernizm-kapitalizm kavramlarından bağımsız olarak anlaşılamaz.

Öncelikle kavramların yerel kültürde üretimine bakmamız gerekir. İnsanlığın, Çin, Hint, Mısır, Arap, Yunan, Türk tecrübeleri birbirinden farklıdır. Çöl veya yarı çöl coğrafyasındaki yerleşik yaşamın üreteceği eşya, vasıta, davranış, ahlak ve ilişkiler bağlamında sorunlar ve çözümler ile bunlara dair kavramlar farklıdır.

Bozkırdaki göçer, savaşçı ve avcı toplumun ürettiği sorun, çözüm, ahlak, değer ve bunlara dair kavramlar farklıdır.

Dört mevsimin yaşandığı yerleşik, tarım-zanaat ve ticarete dayalı kültürlerde üretilen eşya, vasıta, davranış, ahlak ve ilişkiler bağlamında sorunlar ve çözümler ile bunlara dair kavramlar farklıdır.

Bu bağlamda bir grup için çözüm olan diğer grup için aynı şartlar zemininde ortaya çıkan sorunlara sahip olmadıkları için bir çözüm değeri taşımaz. Israrla çözüm olarak dayatılması başka kalıcı sorunların ortaya çıkmasına neden olur.

Öteki için fedakârlık yapmadan, öteki için ölmeden, ait olduğu topluluk uğuruna ölmeden yaşamın süremeyeceği avcı, göçer, savaşçı kültürde var olan şartların ürettiği kavramlar ve bu kavramlarla üretilen fedakar-altruist- diğerkam insan tipini; coğrafi şartlar ve iklim şartları sayesinde tarım, hayvancılık, el sanatları, ticaret, mülkiyet kavramlarının geliştiği kültürde üretilen kavramlarla hayatı anlamaya zorlamak bir sorundur. Bu noktadan baktığımızda “evrensel” kavramlardan söz etmek oldukça zordur. Ancak tarihin belli bir döneminde ekonomik, askeri, politik gücü elinde bulunduran “modernist dil”in Avrupa tecrübesini “tüm” dünyaya “evrensel” kavramlar diye sunduğunu görürüz.

Tarihin başlangıcından Rönesans, Reform, Sömürgecilik hareketlerine kadar Batı merkezli dünyada genel itibarla meşruiyetin kaynağı tanrı olduğu için “kilise” merkezinde tahakküm edici bir dilin varlığı malumdur. Bu dil kuşatıcı ve belirleyicidir. Bu bağlamda bazı kavramların tabulaşması bir vakıadır. Rönesans-Reform ve devamındaki süreçte “tanrının ölmesi, meşruiyetin el değiştirmesi, tabuların yıkılması” düşüncenin önündeki engellerin kalkması, aklın ve bilimin özgürleşmesi ile modern insan artık tartışılıp eleştirilemeyecek hiçbir şeyin olmadığını, hatta tanrının bile tartışılabileceğini görür. Tanrının-kilisenin “tartışılamaz, eleştirilemez” olması aklı ve bilimi tutsak ettiği, insanlığın akıl ve bilim sayesinde bu “tartışılamaz, eleştirilemez” kavramsal yasaklar bölgesini yok ederek aklı, bilimi dolayısıyla da insanlığı özgürleştirdiği kabulü malumdur. Yani akıl ve bilim “tartışılamaz, eleştirilemez hatta şüphe edilemez” kavramsal yasaklar, tabular için dini inanış ve düşünüşü sorumlu tutar. İnsanın refahı mutluluğu için bu prangaya dönüşen “dini inanış ve düşünüş”ü bir tehdit olarak işaret eder. Buradan özetle anlayacağımız şudur ki “şüphe edilemezlik, tartışılmazlık, eleştirilemezlik” dini düşünüşün doğasından kaynaklanan ve insan aklını, bilimi, insanı tutsak eden, uzak durulması gereken marazi bir durumdur. Ancak daha sonra modernist dilin kendisini nasıl “eleştirilemez, tartışılamaz” kavramlarla donattığını, bunun da kendi iddialarıyla çelişen bir durum olduğunu görürüz.

Liberalizm, kapitalizm, sosyalizm gibi kavramlar “fazla değerin-artık değerin” nasıl paylaşılacağı ile ilgili Avrupa tecrübesinden doğan ve insanlığa sunulan kavramlardır. Bu kavramların ontik-fıtri olarak insan-insan, insan-varlık ilişkisi temelinde hakikatle bağdaşıp bağdaşmadığı hatta çatışıp çatışmadığı tartışmalıyken bu kavramlardan birinin emperyal vasıtalarla insanlık açısından tartışılamaz, eleştirilemez, şüphe edilemez kavramlara dönüştürülmesi kavramın putlaştırılmasıdır. Liberal düşüncenin hâkim olduğu bir ortamda “liberalizm-kapitalizm eleştirisi yaptığınızda maruz kalacağınız yaklaşım” size “liberal” kavramının artık o ortam için bir puta dönüştüğünü hissettirecektir.

Batı modernleşmesinin kendi ürettikleri kavramlar etrafında sürdürülmesi ve iddia olunan hedeflere ulaşması mümkün ve muhtemeldir. Dört iklimin yaşandığı, dünyanın diğer coğrafyalarına göre nispeten daha normal coğrafi şartlara ve ikim şartlarına sahip bir zeminde Batı toplumu pagan ve sonrası teslis inanışıyla belli problemler yaşamış ve bu sorunlara belli çözümler üretmiştir.  Bu çözümleri kavramlaştırarak sonraki müreffeh yaşamın zemini oluşturmuştur. Ancak aynı şartlarda, aynı sorunlarla yüzleşmeden, aynı biçimde yaşamayan; başka sorunları, başka yaşamları olan toplumlara aynı çözüm önerisinin müktesebatına işaret eden kavramları dayatmanın çözüme götürüp götürmeyeceği tartışılmalıdır.

Baş ağrısı yaşayan iki insan düşünelim. Her ikisi de “baş ağrısı” yaşayan iki “hasta”dır.  Ancak birincisinin baş ağrısının yüksek tansiyondan, ikincisinin baş ağrısının düşük tansiyondan kaynaklandığını varsayalım. İki hasta, ikisinin de başı ağrıyor ve nedenleri tansiyon hastalığı. Ancak yüksek tansiyon hastasının ilacını “düşük tansiyondan kaynaklı baş ağrısı” yaşayan ikinci hastaya verirseniz hastayı tedavi edemeyeceğiniz gibi, hastalığı büyütür hatta hastanın ölümüne neden olabilirsiniz. Batı toplumunun modernleşme serüveninin diğer toplumlara dayatılmasını bu örnekteki gibi düşünmekte bir beis yoktur. Zira diğer toplumların modernleşme maceralarının mevcut sorunları çözemediği gibi ağır-trajik-travmatik-kalıcı sorunlar ürettiğini söyleyebiliriz. Bunun toplumsal yaşamımızdaki örnekleri için “modernleş-eme-me” tarihimize bakılabilir.

İnsanoğlunun tarihin bir döneminde, bir bölgesinde ulaşmış olduğu gelişmişlik düzeyinin “tartışılamaz, eleştirilmez, mutlak hakikat” sayılması tabulardan kavramsal putlara geçişe neden olmuştur. İnsana, beşeri olana, dünyaya, somut gerçekliğe dair üretilen kavramların insanın ve varlığın hakikati ile nasıl bir ilişki içinde olduğunu henüz bilmiyoruz. Ne zaman ki “varlık öncesi”-“ölüm sonrası” kesin biçimde aydınlatılır, o zaman varlık ile ilgili kesin-tutarlı-hakiki çıkarımlar yapabiliriz. Yani her ne kadar dilimize pelesenk etsek de hakikatle çelişmeyecek “evrensel” bilgiye sahip değiliz. Dünyaya ve varlık dünyasına dair kısmi ve bir bölümü de tartışılır bilgilere sahibiz. Ancak bu evrenselmiş gibi davranıyoruz. İnsanın ve varlığın öncesine ve sonrasına dair tartışmasız bilgilere sahip değiliz. İnananların bu konuda kesin kabulleri olsa da modern akıl buna itibar etmez. Modern akıl bunu dini ve akıl dışı bulduğu için itiraz ederken aynı zamanda kendi kısmi ve tartışmalı bilgisini “evrensel” olarak dayatır. Bu tartışmalı, mutlak olarak bilinemez varlık alanında “mutlak kavramlar” üretme iddiası kavramsal put zeminini oluşturur. Mutlak bilginin üretilemediği yerde devreye din ve tabular girer. Modernist akılsa bunu temelden ret eder. Tam da bu noktada modernist dil, rasyonalist-pozitivist yaklaşım din-inanç alanının akıl ve bilme engel olduğunu, dolayısıyla “tartışmayı, şüphe etmeyi, eleştirmeyi” engelleyen her şeyin akla ve bilme engel olacağını iddia eder. Hatta bilimsel bilginin şu genel kabulü de manidardır: “Aksi ispat edilene kadar doğru sayılmak.” Yani herhangi bir bilginin aksinin ispat edilme olasılığı vardır ve ispat edilebilirse önceki yanlış yenisi doğru olarak kabul edilir. Bilimsel bilginin işaret ettiği “aksi ispat edilene kadar doğrudur” ilkesinden hareketle baktığımızda emperyal vasıtalarla “demokrasi, modernizm, liberalizim, bilim, sanat, gelişme” gibi belli başlı kavramların tartışılamaz hakikatler gibi insanlığa sunmanın hata olduğunu söyleyebiliriz.

Kavramsal putlar ile ilgili yaklaşımımızı demokrasi kavramına birkaç farklı yönden bakarak somutlaştırmaya çalışalım:

Demokrasi kavramı üretilir. Kullanıcılar arasında karşılıklı mutabakat ile belli bir anlam çerçevesi belirlenip kabul edilir. Daha sonra “demokrasi” denildiğinde içinde doğduğu Antik Yunan tecrübesinden, köle-efendi statüsünden, antik çağ filozoflarının kavram ortaya çıkarken onun anlam alanına nasıl katkı sunduklarından, Sömürgecilik tarihi, Rönesans-Reform, Sanayi Devrimi tecrübelerinden, ulus devletler sonrası pratikten, sermaye-erk ilişkisinin demokrasi kavramı üzerindeki etkisinden tekrar tekrar söz edilmez. Modern çağ filozoflarının-düşünürlerin olumlu-olumsuz eleştirilerinden söz edilmez. Avrupa’daki demokrasi tecrübeleriyle diğer coğrafyalara ihraç edilen demokrasilerin benzemezliğinden söz edilmez. Muhataplar demokrasi denildiğinde ortalama bir anlam alanı üzerinde ittifak ederler. Bu kavramlaşma sürecidir ve doğaldır. Hemen her kavram benzer bir bağlamda gelişip olgunlaşır. Ancak “demokrasi” kavramı hiçbir zemin ve zamanda aynı anlama gelmez. Bu pratik olarak da mümkün değildir. Akdeniz kültürünün ürettiği, köle-soylu tecrübesini de içeren “demokrasi” kavramını; çöl, step, tundra gibi altruist yaşamı zorunlu kılan kültürler için de “mutlak, tartışılamaz, eleştirilemez” bir kavram olarak dayatmak kavram-hakikat, kavram-doğruluk, kavram geçerlilik bağlamlarında sorunludur. Ve hiçbir zaman ve zeminde “kavramın işaret ve iddia ettiği ölçüde” bir karşılık bulamaz. Hal böyleyken, bu kadar farklılık, tartışma söz konusuyken kavramı bayraklaştırmak aynı zamanda kavramsal puta dönüştürmenin yolunu açar.

Demokrasi kavramı ile ilgili çok tanıdık-bizden bir tartışmayı hatırlayarak devam edelim:

70’li 80’li yıllarda toplumumuzun bir kesimi demokrasiyi “altı delinin dört akıllıyı yönettiği bir garabet” olarak kabul ediyordu. Demokrasi “yönetimde söz sahibi olmayan bu kesim” tarafından niteliksiz çoğunluğun nitelikli azınlığı yönetme biçimi sayılıyordu. O dönemde yönetimde olanlar ve onların taraftarları da bu “demokrasi karşıtlarını” “gerici, yobaz, hilafet ve saltanat yanlısı olmakla” suçluyorlardı. Daha sonra yönetim el değiştirince bu sefer eski seçilmişler ve taraftarları “Dağdaki çobanın oyu ile profesörün oyu bir midir?” “Demokrasi yalnız sandık değildir, çoğunluğun tahakkümü kabul edilemez” gibi eleştirilerde bulundular. Hatta “göbeğini kaşıyan adamın, makarnacıların” oyları ile yönetilmenin demokrasi demek olmadığını belirtmekten geri durmadılar.  Bu kez de yönetenler bu fikrin savunucularını “jakoben, elitist, monşer, halkına yabancı ve düşman” olarak yaftaladılar.

Zaman ve zeminden bağımsız olarak baktığınızda aslında iki tarafın da aynı şeyi söylediğini görürsünüz. Kusur buldukları şey aynıdır. Sadece bulundukları yere göre eleştirileri değişir. Bu bağlamda baktığımızda dünyanın herhangi bir yerinde aklı başında bir insanın demokrasi karşıtı olması o insan için bir takım zorluklara neden olur. Bu kavram artık modern çağın bir tabusudur. Tabu arkaik bir kavram olduğu için kavramsal bir putudur.  Çünkü demokrasi artık “tartışılamaz, şüphe edilemez, eleştirilemez” bir mutlak hakikate işaret eder. Ona karşı olan, baskı zulüm kötülük taraftarı, az gelişmiş, akıl, bilim, insanlık düşmanı olarak kabul edilir. Kimse demokrasiyi kusursuz bulmaz. Ancak kim demokrasiye karşı kavramsal bir eleştiri getirecek olsa öteki tarafından vebalı muamelesine maruz bırakılır. Demokrasi kavramı üzerine ilgili ilgisiz hemen herkes kavramsal düzeyde eleştiriler getirirken, kavram bu kadar tartışmalıyken onu kavramsal bir puta dönüştürmek nasıl mümkün olmuştur?

Akademik metinlerden sanat eserlerine, politik nutuklardan finans alanına kadar her sahada üretilen metinlerde kavram istikrarlı yaygın biçimde örgütlü dil tarafından öyle yüceltilerek kullanılır ki artık “kalabalıklar için- çoğunluk için” başka türlü düşünmek mümkün değil hatta günahtır. “Ne o? Yoksa siz demokrasiye karşı mısınız?” Bu soruya “Değilim ama…” ile başlamayacak kaç kişi tanıyorsunuz? Ne Antik Yunan tecrübesi ne klasik çağ filozofları ne modern dönem düşünürlerinin itirazları ne kapitalizm macerası. Artık hiçbiri “demokrasi” kavramına dair olumsuz eleştiride bulunmanıza zemin oluşturamaz. “Hım, demek ki siz demokrasiye karşısınız ha!” Artık demokrasi “kavramsal bir puta” dönüşmüştür. Kavramın işaret ettiği iddialar bağlamındaki kusurlar yok sayılarak onun üzerine bir yaşam inşa ettiğinizde ortaya çıkacak sorunları da kabul etmek hatta görmezden gelmek zorunda kalırsınız. Sonra da insanın bu bağlamda başka türlü düşünme ve çözümler üretme imkânını-zeminini yok etmiş olursunuz ki asıl problem de budur.

Son iki yüz yılın en tartışmalı kavramlarının başında gelen “modern” kavramı da demokrasi örneğinde olduğu gibi artık tartışmasız “iyi, faydalı, doğru, güzel” anlamlarını çağrıştıracak bir anlam ve çağrışımlar dünyasıyla dilimize yer etmiş durumda: Modern bir bina, modern bir sistem, modern bir insan, modern bir yaşam vb. Bu kullanımların hiçbirinde olumsuz bir çağrışım veya anlam yoktur. Buna karşılık akademisyenlerin, fikir insanlarının, filozofların, sosyologların üzerine en çok olumsuz eleştiri getirdikleri kavramların başında modernizm gelir. Peki, bu kadar tartışmalı bir kavram olan modernizm gündelik dile nasıl iyi, faydalı, doğru, güzel gibi olumlu anlam ve çağrışımlarla oturur? Ders kitabına seçtiğiniz bir hikâye ile milyonlarca çocuğa zorunlu eğitim süreçlerinde bu kavramın iddiası benimsetilir. Bir reklam sloganına, siyasi bir nutkun içine, bir filmin ana fikrine, şiirde bir dizeye güzelce yedirdiğiniz bu kavram örgütlü dil tarafından yaygın, yoğun ve istikrarlı biçimde kullanılır. Bunu sermayeden bağımsız- sermayeye rağmen-sermayenin desteği olmadan yapamazsınız. Zira bu kavramın üreteceği insan aynı zamanda sermayeyi semirtecek insandır. Hikâyenin sonunda bu kavrama karşı en ufak olumsuz imada bulunacak kimse “vebalı” muamelesi göreceğini artık bilir.

Bilim, sanat, siyaset, sermaye çevrelerine hükmeden hâkim anlayış din merkezliyken son üç yüz yılda yerini emperyal sermayeye bırakmıştır. Mülkiyet-emek-sermaye denkleminde bugün sermaye sahiplerinin “ home deus-tanrı insan” motivasyonlarını aklımızda tutarak düşünmeye devam edelim. Uluslararası güce sahip olan “emperyal sermaye” laboratuvarları, akademik çevreleri, film yapımcılarını, yayın kuruluşlarını ve bu çevrelerin paydaşlarını finanse eder. Sanatı, sinemayı, eğitim kurumlarını finanse eder. Bunu yaparken de “doğal olarak” sermayesinin meşruiyetini ve bekasını temin, tesis ve tahkim edecek faaliyetleri arzulaması, onları finanse edip öne çıkarması öncelikli motivasyonudur ve de bu gayet doğaldır. Sermayenin kendi bekasını-meşruiyetini tartışmaya açacak bir alanı-faaliyeti fonlaması mümkün olmadığı gibi, eğer böyle bir alan-faaliyet varsa ona karşı kayıtsız kalmayacağı da aşikârdır.

 “Devletin, yöneticilerin, seçilmişlerin, sanatçıların, yazarların, bilim insanlarının, din adamlarının” sermaye ile olan ilişkileri daima ahlaki bir sorun olarak görülüp eleştiri konusu olmuştur. Bu bağlamda düşünüldüğünde emperyal sermeyenin- emperyal devletlerin insanlığa dayattığı ve evrensel kavramlar başlığı altında lanse edilen kavramlarla ilgili:

*Emperyal sermayenin, emperyal devletlerin çıkarları-amaçları

*Bu kavramların mutlak hakikat sayılmaları noktasında iddialarının imkânsızlığı göz önünde bulundurulmak zorundadır. Kavramlaşma sürecinin başında bu kavramların çoğunun “mutlak hakikate işaret etmek” gibi bir iddiaları olmasa da kavram kullanıcıları tarafından “mutlak hakikat” noktasına taşınır.

Örgütlü dilin hâkim bir anlayış tesis ederken “kavram-hakikat, kavram sermaye, kavram erk ilişkileri” görmezden gelinerek doğru çıkarımlar yapamayız. Sorgulamaksızın modern çağın tabularına dönüştürdüğünüz her kavram “kavramsal bir puttur.” Hakikati örter, insan aklı için bir prangadır. Kendisinden başka diğer kavramları yanlış sayan ve tartışmaya değer bulmayan, kendisiyle ilgili her şüpheyi-her eleştiriyi günah kabul eden, çoğunluğun zihninde bu biçimde kabul görmüş her kavramı bu başlık altında ele alabiliriz.

Tabu ile Kavramsal Putun Farklı ve Ortak Noktaları

Tabu farklı coğrafyalarda ve kültürlerde inanç biçimlerinden doğan, kültürden kültüre farklılık gösteren bir mahiyettedir. Buna karşılık “kavramsal putlar” modern zamanlarda emperyal sermayenin ve emperyal devletlerin çeşitli vasıtalarla “ortak üretiminden” doğar. Bu bağlamda modern anlayışın hâkim olduğu tüm toplumlarda “sinema, sanat, edebiyat, eğitim-öğretim süreçleri, politika, finans araçları, ekonomik süreç, bilim ve akademi çevreleri önce belli kavramlar üretilir, sonra da bunlar çeşitli biçimlerde, metin, slogan, görsel mesajlarla, hülasa sayısız ürün-vasıta ve yöntemle hâkim bir dili tesis ve tahkim edecek biçimde kullanılır. Ve bu hâkim dil vasıtasıyla kavram ve kavramın işaret ve iddia ettiği anlam alanını önce kabul ettirilir, sonra da o kavram dokunulmazlık mertebesine yüceltilir.

Dünyamızda insanoğlunun ihtiyaçlarının en az iki kez karşılanacak biçimde ürünlerin üretilmiş ve ya üretilebilecek olmasına rağmen; iklim krizi, çevre felaketleri, savaşlar, iç çatışmalar, yaygın yoksulluk apaçık bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Kavramsal putlara dönüştürdüğümüz “özgürlük, modernizm, liberalizm, demokrasi, bilim, teknoloji, sanat, gelişme, başarı” gibi başat kavramların dünyada az sayıda insana mutluluk ve refah sağlarken çoğunluğa pek bir fayda sağlamaması iddialarımızı destekler. Bu başat kavramların çoğunluğa fayda sağlamaması bir yana “çoğunluğun adil olmayan bir dünyada sömürülerek değersizleştirilmesi” de bu kavramların sermaye-erk çevrelerince kendi amaçlarına hizmet edecek biçimde kullanmalarıyla gerçekleşir. Adil olmayan, yer altı ve yer üstü kaynakların korkunç biçimde tüketildiği, bu dehşetli tüketimden doğan felaketlerin, iklim krizinin, bir türlü aşılamayan emek sömürüsünün, gelinen noktada yapay zeka, big data, robot teknolojisi, dijital iletişim kavramları etrafında ortaya çıkan “tanrı insan – çöp insan” açmazı acaba hangi kavramsal putların marifetidir? Bizi insan merkezli yaşam formunun sonuna doğru sürükleyen “fazla değerin- artık değerin” adil paylaşılamamasından kaynaklanan, vahşi kapitalizmi tesis ve tahkim eden “başarı-gelişme” putlarının doğurduğu problemler “dilsiz-kelimesiz-kavramsız” değildir.

“Bilim için, sanat için, demokrasi için, din için…” deyip argümanlarını muhatabını bunlardan en az birine karşı konumlandıracak biçimde kurguladığında rakibini lanetlemen, muhtemel bir zafer kazanman gayet kolaydır. Velev ki muhatabın bunlardan herhangi birine karşı olmasa bile. Son yüz yılımız bu tür tartışmaların ve bunlardan doğan türlü zafer veya mağlubiyetlerin sayısız örneği ile doludur.

Hülasa:

Bauman “daha önce söylenenler kelimelerini ele geçirir ve kendini bir şeyler söylemek yerine onları tekrarlamaya mecbur hissedersin.” derken şuna işaret eder: Mevcut kavramlar zihnin işleyişini belirler. Zihnin varlıkla kurduğu ilişkide “anlamayı, anlamlandırmayı, anlamı ve anlatımı” belirleyen en önemli şey mevcut kavramlardır. Kavram bu denli etkili-belirleyici iken; bilim, sanat, din, sermaye, politika dolayımında bir kavram örgütlü dil vasıtasıyla çok öne çıkartılıyor ve ona dair zıt kavramlar baskılanıp değersizleştiriliyorsa burada o kavramın putlaştırılması söz konusudur. Putlaştırılan bu kavram vasıtasıyla süreç belirlenecek, zemin oluşturulacak ve sonuçta bir başarı kazanılacak bir hedefe ulaşılacaktır. Bu hedef ve başarının iyi-doğru olması şart değildir. Bu noktada kavramın sermaye ve siyasal erk ile ilişkisini doğru analiz etmek bize fikir verecektir. Hangi kavram hangi dolayımda yüceltiliyorsa o dolayımda bir odağın menfaati-çıkarı söz konusudur.

Dile hükmeden düşünceye, insana, insanlığa; devamında varlığa, dünyaya tahakküm ve tasallut eder. Bu yeni bir tespit değil. Dilin önemine, gücüne vurgu yapan birçok düşünür-filozof bir fanteziye değil apaçık ancak kalabalıkların ayrımında olmadığı bir gerçeğe işaret etmiştir.

Nasıl ki aklı tabulardan kurtarmadan bir tekâmül söz konusu değilse modern zamanlarda da aklı “kavramsal putların” tasallutundan kurtarmadan bir tekâmül mümkün değildir.


Not: Kavramsal putların düşünme ve anlama dünyamızı belirlediği bir iklimde yazıda kullanılan “tanrı, din, bilim, teknoloji, sanat, demokrasi, özgürlük, barış, gelişme” gibi kavramlara dair olumlu ya da olumsuz bir “ön kabulüm” olmadığının bilinmesini, bu kavramların yazının ana fikri bağlamında ele alınmasını arzu ettiğimi belirtmek isterim. Bu dip not bile kavramsal putlar gerçeğinin düşünen ve ifade edenler için ne tür bariyerler oluşturduğunu göstermesi açısından manidardır.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 357 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.