Telefon bütün ürkekliğime inat umursamazca çalmaya başladığında, daha neler söyleyeceğime fırsat vermeden karşıdakinin sesini ciğerlerime çarptı.
“Buyur Ali” diyebildi, konuşmayı yeni öğrenen bir çocuk gibi. Anlamakta güçlük çektiğim konuşmasını çözmeye çalışırken, “Eam nasılsın hadi lehmacun yemeğe gidek” demesini bekledim bir an.
Nasılsın Mustafa?
“Bugün iyi değilim gardaş. Beni bu dünyaya sığdıramadılar, yer bulamıyorum kendime.”
Sessizce haykırdım, Mustafa duymadı, hatta ben bile. Geçenlerde bir sel vurdu gözlerime, birini alıp götürdü diğerini korumak istedim sanki. Can dostum omuzlarıma dokunup teselli etti, umurumda olmadı hiç. Mustafa da bir tanesini kaybetti, gönül gözü yeter diye şükredip sabretti. Biz de.
“Ben ölecek miyim Ali?” diye mırıldandı kulaklarıma. Kulağım sağır oldu. Her cümle, her haykırış, her bakış uzuvlarımızı birer birer yerinden söküp alıyordu. Birbirimizi bitiriyorduk yaşama inat. O mu hayata hayat mı ona düşman oldu hiç anlamadım. O da anlamamış olmalı ki, bu muamma hala için için kemiriyor.
“Bilmiyorum Mustafa, canı veren bilir ancak.”
“Emanetlerim var ne yapacağıma karar veremedim, hoş versem de yapacak gücüm yok artık”.
“Emaneti alan, emanetçinin emanetlerine de sahip çıkar Mustafa. Yüreğin incinir sus daha fazla konuşma.”
“Onu sana verdim, taşıyamıyorum Ali.”
“Hüznün ve nefretin sıcaklığı var yüreğinde tutamıyorum. Çaresizliğin acizliğime ateş oldu beni de yakıyor”
“Nefretimle büyüttüğüm aşk bu.”
“Yürek bunu taşımaktan aciz”
“Bir tek yürek mi? Bedenim de isyan etti artık. Ali biliyor musun? Ben ağlayamıyorum. Gözyaşlarınla koru onu.”
Kafeste çırpınan bir kuş kanadının sessizliği çare oldu suskunluğumuza.
“Ellerini ver Ali”
“Uzaktasın yetişmez”
“Benim gönlüm değil gözlerim kör oldu Ali. Ellerin ne kadar soğuk ve ürkek. İçimdeki ipek böceklerini hissediyor musun? Doktorlar enfeksiyon diye bir türkü tutturmuş, bilmezler ki onlar ilmek ilmek ipek dokur içimde. İpeklere sarın beni içim dışım ipek olsun.”
“İpek içindeki nefreti yumuşatır mı sanıyorsun?”
“Her şeye rağmen umut Ali, umut…”
“Ben bu yüreği huzura kavuşturamam Mustafa, al bunu bana sakinleştirip ver.”
“ Yapabilsem sana vermezdim ki”
“Yaa Hak de üfle üstündeki tozlara, sonra sahibine ver onu”
“Kabul eder mi örselenmiş bir yüreği?”
“O nazar eylerse bir kuzu yüreğine döner”
“Kurtlar bir daha musallat olmaz mı?”
“Yaradanın dokunduğuna dokunmak mümkün mü Mustafa?”
“Öyle ya dokunamazlar”
“Bana Neşet emmiden Yolcu türküsünü dinletir misin?”
“Yola çıkma vakti gelmedi ki.”
“Vakti kendine yakıştıran var mı? Üşüdüm, canım Alimin sesiyle ısıt beni.”
“Fatma da dün sen uyurken saçlarını okşadı gözyaşları ipekleri sırılsıklam eyledi.”
“Duydum… sustum… kan aktı göz bebeklerimden. Fatma’nın gözyaşlarına kavuştu kanlarım. O da bunu görmedi.”
“İnsan neden kendine zulmeder Mustafa?”
“Kim öyle olsun ister ki.”
“Doktorlar çaresizce başım ucunda konuşurken onlara, el çek tabip sinem üstünden, sen benim derdimi bile bilemezsin, yarem yürektendir yoktur ilacın, sen benim yaremi sarabilmezsin, diye türkü fısıldamak istiyorum.”
“O vakit şifan aşkın sahibindedir”
“Seslensem duyar mı beni?”
“Gerek yok, sadece hisset”
“Ali,
Bakanlar bana gövdemi görürler, ben başka yerdeyim. Gömenler beni gövdemi gömerler, ben başka yerdeyim.”
“Aşk budur işte Mustafa”
“O zaman ipekler altında ne görüyorsun”
“Cüneyd olsa görünmeyeni görürdü, ben Cüneyd değilim, aslına bakarsan Ali bile olamadım.”
“O halde bana neden akıl verip durursun be Ali, kendin bile olamamışken, emaneti teslim etme vakti gelmeden anlamak mümkün değil mi yoksa?”
“Çıkar yüreğinden seni ateşe veren kuşu.”
“Ama o dışarıda yaşayamaz ki.”
“Çaresizlik kuşun kanadında değil senin yüreğinde Mustafa, her çırpınış seni yakıyor.”
“Onun özgürlüğü benim esaretim ama. Bırak birlikte yanalım”
Senin özgürlüğün sahibinde unutma. Sahibi olan sahip olamaz unutma. Herkesi sahibiyle yalnız bırak.
“Neden ağlıyorsun Ali.”
“Ağlamıyorum yüreğimi serinletiyorum.”
“Ben yanarken mi?”
“Birlikte mi yanalım?”
“Yanacak kimsem yok.”
“Kimsesizler kimsesine yakar öyleyse.”
“Söyle ipekböceklerine ateşte yanarken Huu demesini öğretsinler sana.”
Hırıltıyla mırıltı arasında bir ses tonuyla, “Huu demek ha”
“Alimin yarısı burada, Fatmam geceleri gelir usulca. Neye öfkeliyim bilmiyorum.”
“Kus içindeki nefreti, sevgiye boğ ipekböceklerini.”
“Daha yumuşak ipek yapsınlar diye mi?”
“Ne kadar yumuşak olursa o kadar güzel sararlar ruhunu.”
“Ali ben ölecek miyim?”
“Ölüm yok, ayrılık var. Alilerden Ali’ye kavuşma var. Diriliş var Aliyle.”
“İki cihan aşkına ALLAH de Mustafa.”
“Aliyle Mustafa aşkına Ya ALLAH.”
“ALLAH seni Ali’ye mi bağışlasın, Ali’ye mi kavuştursun.”
“Şimdi bağışlasın sonra kavuştursun.”
Dilek budur ALLAHIM, ol dersen olur.
Metinde “El Çek Tabip Sinem Üstünden” türküsü ve Asaf Halet Çelebi’nin “Cüneyd” şiirinden istifade edilmiştir.
Yeni yorum ekle