Camiler Zihniyetimizin Göstergeleri mi?

01 Mayıs 2021

 

Sanat tarihçisi değilim ama gördüklerimden hareketle şunu söyleyebilirim, mabetler her zaman basitten mürekkebe doğru bir gelişim göstererek sahip oldukları anlayışın, giderek gelişmişliğin ve medeniyetin her dönemde mücessem temsilcisi olmuştur. Bu açıdan İslami zihniyeti de camiler üzerinden okumak mümkündür diye düşünüyorum.

Bu konuda teorik bir takım açıklamalar yerine somut veriler üzerinden yürümek ve bir sonuca gitmek niyetindeyim.

Ülkemiz son yıllarda pek çok farklı kültür coğrafyası içinde camiler, bir kısmında külliyeler yaptırdığı gibi Hoca Ahmet Yesevi’nin medfun bulunduğu ve Kazakistan ile ilk Türk dünyası ortak üniversitemizi kurduğumuz Türkistan şehrinde de bir cami yaptırmaya karar verdi. Uzun müzakerelerden sonra da uygulamaya geçildi. Tabii bizim kafamızdaki cami örneği Osmanlı döneminde, özellikle de Mimar Sinan elinde kemale ulaştığına inandığımız örneklerden biriydi. Proje de buna göre çizilmişti. İnşaat başlayıp az çok caminin kaba inşaatı ortaya çıkınca Kazak tarafı böyle cami olmaz diye bir vaveyla kopardı. Olmazdı çünkü Kazak dostlarımızın kafasındaki cami mimarisi epey farklıydı.

Malum Orta Asya’da başlangıçtan itibaren inşa edilen camiler avlulu, çok ayaklı, dıştan kare veya dikdörgen planlı duvarlarla sınırlandırılmış olup içten revaklı, avlulu bir şemaya sahiptirler. Bunlarla Anadolu camileri arasındaki asıl fark ise minarelerinde ortaya çıkar. Zarif Osmanlı minarelerine göre kalelerin gözetleme kulelerinden etkilenerek yapılmış olan bu yöre minareleri daha iri ve küt özellikler gösterir.

İslami zihniyet, özellikle Moğol baskınlarından sonra kendini Orta Asya’da uzun soluklu bir toparlama imkanına sahip olamadığı için  başka medeniyet unsurları gibi camiler de aşağı yukarı onbeşinci yüzyılda yakaladıkları gelişmişlik çizgisini kemal mertebesi olarak almışlar ve onların kafasında cami deyince bu örnekler tecessüm eder olmuştur. İşte böyle cami mi olur diye Türkistan’daki camiye itirazlarının arkasında bu zihniyet yatmaktaydı. Sonunda proje yeniden tadil ve ikmal edilerek tamamlandı. Özellikle minareler klasik Orta Asya örneklerine benzetildi.

Image

Bir de ülkemizden örnek vermek istiyorum:  Çankaya Bükreş sokakta yer alan cami, Cumhuriyet döneminde, usta bir mimarın elinden çıkmış az sayıdaki örnekten biridir. Tanınmış mimar Ahmet Tabanlıoğlu tarafından projesi çizilip inşa edilen cami, son yıllarda ihtiyaca cevap vermediği için yıkılıp yeniden yapılmak istenmiş ama bu faaliyet yeni cami inşa etmek isteyen cemaatle mahalleli arasında uzun süredir devam eden bir çekişmeye konu olmuştu.  Caminin bitişiğinde Diyanete ait bir arsa mevcuttu ve bu durum mabedin büyütülmesi için bir imkan da sunmaktaydı. Mahalleli sorunu kendi lehlerine çevirmek için camiye, Cumhuriyet dönemi korunması gereken mimari eser kararı aldırmış, böylece yıkımı engellemişlerdi. Çankaya Belediyesi de yeni yapıya karşı çıkıyordu. Aslında konu müsteşarlığım zamanında önüme gelmiş ve orada bir çözüme ulaşılmamıştı. Mahalle Cumhurbaşkanlığına yakın olduğu için bu kez cami yaptırmak isteyenler meseleyi Sayın Cumhurbaşkanına sundular ve konu bir kez daha önüme geldi. Epey müzakerelerden sonra bir mutabakat sağlandı. Cami mimarının oğlu ve kendisini de tanınmış bir mimar olan Murat Tabanlıoğlu yeni bir proje çizecek, inşaat da bunun üzerinden yürüyecekti. İnşaatın tümünü üstlenmeye hazır o bölgede çok sayıda faaliyet gerçekleştirmiş bir müteahhit kısa sürede işi bitirmeye hazırdı. Murat Bey onca işi arasında projeyi süratle çizip teslim etti, Belediye bir iki küçük hususa itiraz ettiyse de onlar da aşıldı. Fakat inşaatı gerçekleştirecek olan bey, bu camiye benzememiş diyerek projeye itiraz etti. Kendine göre haklıydı. Hatta minaresi fabrika bacasına benziyor, ne olur buna mani olun diye samimiyetle yalvardı. Oysa ortaya çıkan modern bir camiydi ve bana göre iyi bir örnek olabilirdi. O vazgeçince inşaat ortada kaldı. Dönemin Çankaya müftüsü arkadaşımıza cami yaptırmak isteyen olursa buraya yönlendirmesi ricamız da sonuç getirmedi. Şaşılacak olan laik kesimden olup anne ya da babası adına cami yaptırmak isteyenler bile bu camiye benzemiyor, ben yaptıracaksam şöyle kubbeli, iki veya dört minareli, birkaç şerefeli adam gibi bir cami inşa ettiririm, ne diye bunu yaptırayım diye ilgi göstermediler.

Bu konudaki imtihanım bitmedi, ODTÜ’den emekli olmuş çok saygın bir hoca bir gün elinde bir proje ile Sayın Cumhurbaşkanını ziyaret edip bu üniversite içindeki küçük mescidin ihtiyaca cevap vermediğini, buraya bir cami yaptırmak istediklerini, bu amaçla 12 Eylül 1980’den önce bir dernek kurduklarını anlatıp atıl kalan bu işin gerçekleşmesi için alakalarını istirham etmiş. Arzu ettikleri caminin nasıl bir eser olacağını az çok tahmin edersiniz. Konu yine benim önüme geldi. O dönem ODTÜ rektörü olan ve yakın zamanda kaybettiğimiz Prof. Dr. Ahmet Acar’ı köşke davet ettim ve konuyu görüştük. Benim teklifim şuydu, hocam bakın önerilen bu proje klasik  Osmanlı benzeri bir cami. Benim ricam Türkiye’nin en iyi mimarlık fakültesi ve kadrosuna sahip üniversiteniz bu iş için öyle bir proje çizsin ki yüz yıl sonra iki binli yılların cami mimarisi nasıldı diye soranlara örnek bir eser olarak gösterilsin. Rektör Bey’in cevabı, ama bizim hocalar hiç cami mimarisi çizmedi ki oldu. Ben de çok daha iyi, çalışırlar ve yepyeni bir şey ortaya koyarlar. Bakın Bosna-Hersek Visoko’daki Ağa Han ödülü kazanmış caminin mimarı da Hırvat asıllıdır, dedim. Düşüneyim dedi ama işin yürümeyeceği belli olmuştu. O proje de akim kaldı. 

Oysa buradan iyi bir örnek üretilebilse, bu durgun suya atılmış bir taşın doğurduğu merkezden çevreye ulaşan dalga gibi, artık her şehirde bulunan üniversite kampüsleri için de iyi bir örnek olabilirdi. Oysa bu kampüslerde inşa edilen örnekler yerleşkenin genel mimari yapısıyla çoğu kez uyumsuz ve bir üniversite camiinden beklenen hizmetleri yerine getirmekten uzak yapılar olarak ortaya çıktı. Hala bir mahalle camii ile üniversite kampüsü içinde yer alan ve mutlaka çok amaçlı kullanılması gereken örnekler arasındaki farkı anlayamadık.

Yani bu konuya bakış açıları farklı olmakla birlikte toplumun değişik kesimleri bir olumlu örneğe ulaşmak açısından çok da birbirinden farklı değil.  

Bu açıdan klasik örneklere benzetilerek yapılan devasa camiler açıkçası benim ilgimi çekmiyor. Bu iş öylesine yaygınlaştı ki artık köylerde ve küçük kasabalarda bile asla nüfusla orantılı olmayan, neredeyse birbiriyle yarışan ve bayrak gösterme amacı taşıyan camiler görülmeye başlandı. Oysa çağdaş teknolojinin imkanlarından yararlanarak daha pragmatik, daha kullanışlı, insanların tuvalet ve abdest alma ihtiyaçlarını da çok daha kolaylaştıracak modeller geliştirilebilir, geliştirilmelidir.   Sinan’ın önünde güzel Selçuklu camileri vardı ama o bunlarla iktifa etmedi ve yaşadığı çağın, coğrafyanın ve bakış açılarının imkanlarını zorlayarak ve önceki örneklerden de yararlanarak çağının tanığı özgün örnekler meydana getirdi.

Son zamanlarda iyi örneklerden, en azından iyi niyetli araştırmalardan da söz etmezsem haksızlık olur. Mesela Ankara’daki Ahmet Hamdi Akseki Camii bu iyi niyetli arayışlardan biri. Buna Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi camiini ve benim henüz görmediğim başka örnekleri de katmak lazım. Bu örneklerin içlerinin bir zincir ve avize yoğunluğuna dönüştürülmeden modern aydınlatma teknikleriyle insanın içini açan ışıklandırılması çok önemli bir yenilik. Hele, mutlaka çok iyi niyetle inşa edilen, Kocatepe ile mukayese edildiğinde. Mesela, inşa tekniği bir yana, keşke Kocatepe’nin altı bir büyük alışveriş merkezi olmak yerine bu şehirde sayıları yüzbinlerle ifade edilen üniversite öğrencilerinin her türlü ihtiyacına cevap veren bir spor, sağlık, yeme-içme ve bilgi erişim merkezi olarak hayata geçirilebilseydi. Geçirilebilseydi de önce buralara takılan gençlerin bir süre sonra bu tabloyu oluşturan camii de merak edip içine yönelmesi sağlansaydı. Bunlara, küçük veya büyük cami bahçelerinin, şehirlerin kargaşa ortamında insanlara sığınak olabilecek bir botanik parkı gibi  düzenlendiğini düşünün,  gelip buralarda nefes alınsa.

Image

Asıl anlatmak istediğim şey bu değil. Biz nasıl cami deyince 16. yüzyılda Mimar Sinan’la kemale ermiş örnekleri anlıyor ve şimdi de onlara ne kadar öykünürsek o denli güzel işler yaptığımızı düşünüyorsak ve Orta Asya’daki örnekleri bize göre daha basit görüyorsak onlar da mütekamil örnekler olarak 14, 15. yüzyılda inşa edilmiş camileri örnek alınacak eserler olarak görüyorlar. Aslında biz de onlar da bu psikolojinin dışına çıkarak hayata bakabilsek birbirimizden farkımızın olmadığını, birimizin hadiselere 14. yüzyıl, diğerimizin de 16. yüzyıl perspektifiyle baktığımızı göreceğiz. Camileri burada zihniyetimizin mücessem örneği olarak alıyorum. Yoksa benzer değerlendirmeleri başka ölçütler kullanarak da yapabiliriz. Acaba diyorum içinde yaşadığımız çağın camiini inşa ettiğimizde (tuvalet ve şadırvanla birlikte) çağdaş bir İslami zihniyete de ulaşmış olur muyuz? Belki de buna ulaşıldığında öyle örnekler inşa edilecektir, kim bilir?

Burada sadece camilerin dış görünüşünde ortaya çıkan tablodan bahsettim. İçi ve onu ikmal edecek olan insan unsuru da bu değişimden nasibini alır diye düşünüyorum.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 427 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.