Televizyon ve diğer görüntülü imkanlar sunan aygıtlar artık her şeyi kolaylıkla önümüze seriyor. Seriyor sermesine de ben hala şu kanaatteyim ki bunlar bize objenin ancak bir boyunu yansıtıyor. Yani eskilerin aynelyakin dedikleri bizzat gözle görmenin yerini hiçbir şey tutmuyor. Bunu son Vardar Yenicesi gezisi dolayısı ile bir kez daha yaşadım.
Vardar Yenicesi’ini de önce kitaplardan, epey eski kitaplardan tanıdım. Ünlü biyografi yazarı Aşık Çelebi, buradan bahsederken Vardar Yenicesi’nde oğlan doğsa baba deyecek yaşa, yani konuşma yaşına gelince Farsça konuşmaya başlar sözüydü, önce dikkatimi çeken. Sonra doktora tezim olan Gelibolulu Âlî’nin Künhü’l-ahbâr’ında ele aldığım 305 şair içinde beni çarpan bir beyitle karşılaştım,
Vücud-ı mutlakın bahri ne mevci kim eder peydâ
Ene’l-Hak sırrını söyler eger mahfi eger peydâ.
(Mutlak varlık denizi hangi dalgayı meydana getirirse getirsin bunlar gizli veya açık Ene’l-Hak sırrını zikrederler.)
Telaşla şiirin tamamını arayıp buldum ve eskilerin tabiriyle serâpa, yani baştan sona mükemmel bir örnekle karşı karşıya olduğumu gördüm. Şairini tanıyordum; Vardar Yeniceli Usûlî. Haydi bakalım şimdi sıra Divanını arayıp bulmakta. Orada da durum umduğum gibiydi. Dahası Usûlî tek örnek de değildi, başta Hayalî Bey ve Hayretî gibi çok sayıda şairin de hemşehrisiydi. Belli ki giz, Vardar Yenicesi’ndeydi. Bu kez oraya yöneldim ve onunla böyle başlayan aşkımız, artarak devam ediyor.
Bir iki kere resmi görevlerle yanından geçmeme rağmen vicahen tanışma 2019 yazına kadar mümkün olmadı. Bu yıl Kurban Bayramında torun torba farklı bir Balkan gezisi yapalım diye yollara düştük. Benim gizli ajandamda ise bu yolculuğun sebebi başka. Batı Trakya’nın verimli ve Rodoplara yaslanmış yeşilliklerinin arasından keyifle Selanik’e doğru yol alıyoruz ama öncelikli hedefimiz orası değil. Benim bu fani dünyada en çok görmek istediğim yerlerden birine, Vardar Yenicesi’ne gideceğiz. Ne ki yaka köylerinde bazı dostlara da uğradığımız için yöreye gece vakti ulaştık. Mecburen bir gece de Yenice hasretiyle geçecek. Akşam yakınlardaki bir otelde geceledik. Sabahı zor ediyorum. Yaklaşık kırk beş yıldır bu meraklı adamın her türlü hayaline ortak olan eşimle birlikte ortalık aydınlanırken kalktık ve otel görevlisine karşımızdaki şehrin Vardar Yenicesi olup olmadığını sorduk, emin olmak için. Onaylayınca adeta kutsal bir mekanı seyreder gibi temaşaya daldım. Ulu bir dağın eteğinde Vardar nehrinin suladığı verimli ovalarla çevrelenmiş, tarihçilerin öve öve bitiremediği bu güzel şehir, bugün eskiyle mütenasip bir konumda değil. Ama ilginç bir hikayesi var: Büyük Makedonya ovasının kuzey kenarında, Paikon dağlarının güney etekleriyle daha güneyde bulunan ve bugün kısmen kurutulmuş olan Yenice gölü arasında yer alan şehir, ünlü akıncı beyi Gazi Evrenos tarafından XIV. yüzyılın sonlarında kurulmuş. Şehrin düz bir ovada ve bir göl kenarında kurulmasının en önemli nedeni at yetiştiriciliğine uygun bir yer olması. Çünkü her akıncının akına giderken ortalama dört ata ihtiyacı var ve bir at ortalama altı kilo otla besleniyormuş. Bu yüzden Vardar ovasının bereketli toprakları üzerinde kurulmuş çok sayıda çiftlik, hem atların hem de insanların ihtiyacı olan ürünleri yetiştiriyor. Buraya 1430'lu yıllarda önce kalabalık Türkmen grupları iskan edilmiş ve akıncılarla şehir, önemli bir askeri merkez haline gelmiş. Evrenosoğulları ailesi şehir ve çevresinde pek çok vakıf kurarak burayı aynı zamanda bir kültür merkezi haline getirmeye gayret etmiş. Bu vakıflar aracılığı ile bölgeye yeni bir düşünce, hayat anlayışı ve medeniyet gelmiş, camilerin yanında ve onlarla iç içe eğitim öğretim merkezleri kurulmuş, daha sonra medreseler ve tekkelerle birlikte şehrin kültürel alt yapısı oluşturulmuş. İstanbul'daki sarayı model alan bir yapılanmaya giden akıncı beyleri, maiyetlerindeki serdengeçti akıncılar yanında, özellikle onları gazaya teşvik edecek, gaziliğin ve şehitliğin faziletlerini nakledecek, kısacası onlara moral verecek kişilere ihtiyaç duyuyormuş. Elbette medreselerde yetişmiş, işin daha çok zahiri tarafıyla ilgili bilginler bu rolü yerine getiremezdi. Bu işi, kışın kışlaklarda, baharla birlikte ise akıncılarla birlikte coşup taşan yarı meczup ermiş şairler, dahası Anadolu'nun tamamlanan fethiyle artık faaliyetlerine Rumeli'de devam etmekte olan Horasan erenleri yerine getirebilirdi. İşte Vardar Yenicesi'nde dikkati çeken bu işin mimarı, vahdet-i vücûd düşüncesini Anadolu'ya getirenlerden biri olan Şeyh Abdullah-ı İlâhî'dir (ö. 1491). İlâhî, bu şehirde yaşayan aydınları tesiri altına alıp hepsine ortak özellikler kazandıran bir merkez şahsiyet olmuş. Alem-i tekliften bile âzâde tavırlar, samimi ve derinliği olan bir ruh, hep yükseklerde gezen ve kayıt tanımayan bir aldırmaz tavırla yetiştirilen bu şairler, hür bir derviş duyarlılığı içinde bu kez sahip oldukları birikimi, gaza heyecanını akıncılara aktarıyor, böylece bu tasavvufi hava hepsini motive ediyordu. Beyin himayesi ve şeyhin himmetiyle Yenice, 16. yüzyıl sonuna kadar, çoğu Osmanlı devletinin asırlar boyu da oldukça tanınmış şairlerini yetiştiren, önemli bir beldesi oldu.
Vardar Yenicesi en parlak dönemini 16. yüzyılda yaşadı. Kaynaklar bu dönemde şehirde dört binin üzerinde bir nüfustan söz ediyor. Ama bütün enerjisini akıncılıktan alan bu ilginç şehir, sözünü ettiğimiz tarihten sonra akıncılığın azalan etkisiyle kan kaybetmeye başladı. Malum Balkanların elimizden çıkışıyla da güzelim eserleri yerle bir edildi.
Böyle bir heyecanla girdiğimiz Vardar Yenicesi’nde eski şehrin yerinde yeller esiyor. Neyse ki şehrin banisi Gazi Evrenos Bey adına yaptırılan türbe mamur bir biçimde ayakta. Biz de bu türbenin önünde yaklaşık beş yüz yıl önce Aşık Çelebi’nin yaptığı gibi şehrin önde gelen isimlerinin ruhlarına bir fatiha okuyup mahzun yolumuza devam ettik.
Vardar Yenicesi karşıladığı görüntülerle beni hayal kırıklığına uğrattı ama böyle bir yazıyı da paylaşmama vesile oldu. Yunanistan Makedonya’sına yolunuz düşerse Selanik’ten kırk elli kilometre mesafede olan bu tarihi şehri gene de ziyaret edin derim. Hatta biraz vaktiniz varsa yakınındaki iki eski kültür merkezi Karaferye ve Şeyh Bedrettin’in idam edildiği Serez’e de uğrayın. Ama baştan söyleyeyim, dallarına asıldığı ulu çınar da artık yok.
Cami ve hamam kalıntılarını…
Cami ve hamam kalıntılarını da görmüş olmalısınız ve hatta az sayıdaki üçgen alınlıkla depo yapılarını 🤔
Yeni yorum ekle