Brüksel’deki bombalamalarla güvenlik zaafları gündeme gelirken; ekonomik göstergelerde şimdilik hiçbir ciddi değişiklik görünmüyor. Eskiden böyle bir olay dünya borsalarını etkiler, endeksler yerlerde sürünür, güvenli ekonomik yatırımlar prim yapardı.
Dünden bu yana dünya borsalarında ciddi bir ‘telaş’ın izleri yok. Ekonomi yönetimleri ‘terör saldırılarını’ -ekonomi diliyle söyleyecek olursak- ‘’satın’’ alabiliyorlar. Bu terörün ‘denetim’ altında tutulabileceğine dair bir güvenin egemenler arasında olaydan önce var olduğunu gösterir. Her terör saldırısından sonra duyulan en büyük endişe alışveriş mekânlarının boşalması, ekonomideki doldur-boşalt akışının kesintiye uğraması.
Buna karşılık parçalanmış cesetler-yaralı görüntüleri, bombalama endişesi/tedirginliği ile insanlarda normal hayatına ara verme zorunluluğundan gelen bir hoşnutsuzluk söz konusu. Böyle durumlarda, genel kitledeki bu telaşı/kapanma eğilimlerini önlemek için ekonomi aktörleri ve medya seferberlik ilan ediyor. Bombalardan sonra piyasalar için en temel sorun ekonomik canlılığın durması ve turizm gibi gelirlerin azalması…
İktidar ve uluslararası devlet mekanizmaları güvenliği adaletle rakip kılan klasik egemenlikten, terörü siyasi bir araç olarak kullanma aşamasına geçtiler anlaşılan.
Terör karşısında çaresiz kalan ve dehşete düşen insanlar tabiatıyla teröre karşı her türlü tedbir alınmasına razı hale geliyorlar. Kimse güvende değildir. Önceden hukuk, ‘neyin yasak, neyin müsaade edilebilir olduğunu belirlerdi. Suç-ceza ilişkisinde bir denge vardı. Artık hukuk, yasakları çoğaltmayı onaylayan güvensizliğin işlevine dönüşür. Terör suçuna tekabül eden cezadan çok genel kitlenin hareket alanını daraltan tedbirler gündemdedir. Suçlunun eylemi hukuku ihlal ederken, terör eylemi hukuku safdışı bırakmış, insanlık suçuna yönelmiştir. Burada hayatı durdurmaya yönelik tedbirlere ihtiyaç duyulmaktadır artık. Can emniyeti söz konusudur çünkü.
Bu durumda, klasik hukuk, disiplin ve güvenlik paradigmaları anlamını yitirmiştir.
‘Şehrin düzeni, içeri doluşan ve mekâna gelişigüzel serpişen dilenciler, gezginler, caniler ve hırsızlar yüzünden bozulma tehlikesiyle karşı karşıya’’(Foucault) iken terörle bütünüyle ortadan kaldırılma tehlikesi doğmuştur. Teröre karşı aşırı güvenlik mekanizmalarını getiren gerekçe budur.
Foucault ‘’Hukuk “hayır!” derken, disiplin “evet” der; hukuk belli davranışları yasaklar, disiplin belli davranışların kanıksanmasını sağlar. İkisi de sınır çizer, iktidarın nesnesi üzerinde denetim kurmayı hedefler. İkisi de riski sıfıra indirmek ister, “anomaliden” hoşlanmaz.’’ diyordu.
Terörün –özellikle canlı bombalamaların- tam bir anomali olduğu açıktır. Bu, hukuku askıya alacak sıkı tedbirleri gerektirir ve disipliner toplumlarda olduğu gibi herkes bunu gerekli görmeye ve onaylamaya hazırdır.
Uluslararası politikalar, devletler/iktidarlar için ‘’nüfusun belirli bir kısmını’’ gözden çıkarılabilmek uygulanagelen bir tercihtir. Güvenlik, anomalileri yadsımaz; bilakis, sistemin işleyebilmesi için anomaliye ihtiyaç duyar. Nüfusun bir kısmı “harcanabilir” olmalıdır.’’
Her devlet bu anlayışı gizli bir gündem olarak ajandasında saklar. Uluslararası politikalarda ise devletlerin vatandaşları için kitlesel ölümler göze alınabilecek bir ihtimaldir. 11 Eylül olayını hatırlayalım.
Neyin, ne zaman tehdit oluşturacağı bütünüyle konjonktüre ve “egemen devletlerin’ istihbarat ve siyasetlerinin doğasına bırakılmıştır. Artık içeriden bir hukuk ihlalinden çok dışarıdan gelen bir saldırı söz konusudur. Bu adı konmamış bir savaştır ve savaş hukukunu gerektirir. Yani böyle takdim edilir. Her anı denetim altına alan kameralar, uydular, telefon izleme, internet takibi gibi 24 saat denetlemek, iktidarların ilk talebidir. Hatta Apple şirketinden arka kapı isteyen CİA örneğinde görüldüğü gibi herkesin mahremiyetini ve özel alanını ihlal edecek tedbirler gündeme gelir.
Adalet ve güvenlik hep birbirine rakip olmuştur, insanlık tarihi boyunca. Artık adalet terör ihtimaline karşı tatile çıkabilir. Hukuku ihlal etmeyi düşünmeyen,ancak teröre muhatap olma ihtimali olan uyumlu vatandaşlar için güvenlik adaletten önce gelecektir. Çünkü toplum suçlu/terörist ile ilgilidir, adaletle değil.
Terörün tasfiye edilmesi için hukukun askıya alınması kitle için sorun değildir. Özellikle başka ülke kökenli vatandaşları için. Mülteciler ve Afrika ve Asya’dan gelenlere yönelik her türlü sınırlayıcı yasa düzenlemeleri ve yabancı düşmanlığı meşru görülecektir.
Dinlerarası coğrafi bir işbölümü vardı dünyada. Batı Hristiyan, Uzakdoğu Budist-hinduizm, Ortadoğu İslam olan dünyayı taksim eden coğrafi bir işbölümü. (Bir tek Yahudilik evrensel nedense)
Terör vesilesiyle küreselleşmenin getirdiği hakların askıya alındığı, insanların kendi coğrafyasına mahkûm edildiği bir anlayış egemen kılınıyor dünya genelinde. Trump’la zirveye çıkan sağcılığın/faşizmin hâkim olacağı bir dünya. Adaletsiz olduğu kesin. Güvenli olup olmayacağı uygulana gelen politikalarla ilgili. Hukuki haklar bir güvence sağlamadığı gibi adalet de söz konusu değil. Guantanamo Kampı gibi uygulamalar zaten süregelmektedir.
Kapitalizm için kitlelerin evrensel tüketim alışkanlığı edinmesi önemliydi. Bu sağlandı; Demir Perdenin yıkılışı ile son yirmi yılda. Farklı din/milliyet ve coğrafyalarda tüketim kalıpları küresel oldu. Cep telefonu kullanımında görüldüğü gibi. Artık bütün dünya sakinleri kendi coğrafyasında da kalarak kapitalizmin tekerini döndürüyor. Bu nedenle Batının standartlarını aşağı çekecek bir göç ve iltica dalgası artık durdurulacak, en sert tedbirlerle geri püskürtülecektir. AB-Türkiye mülteci anlaşması bu politikaya aykırı idi. Son Brüksel bombaları güçlü bir hatırlatma işlevi görecek.
Bu nedenle uluslararası hukukun sağladığı hakların bir güvencesi kalmayacak. Batıya yönelik iltica ve göçler durdurulacağı gibi önceden gelenler dahi yabancı düşmanlığı ve sağcı iktidarlarla geri gönderilme saldırısına uğrayacak.
Her millet ve devlet kendi ülkesini yaşanabilir hale getirmek zorunda. İltica edilecek batılı bir rüya olmayacak artık. Son yıllarda Afrika ve Asya’dan gelen kitlesel göçlerdeki ölüm oranının yüksek olması bu politikanın behemehâl uygulanma iradesinin ne kadar kararlı olduğunu gösteriyor.
Bu dünyaegemen iradeleri dikkate almayanlar ülkelerinde insan gibi yaşamayı öğrenemezlerse hayvanlar gibi muamele görmeye ve göç yollarında sefalete, ölümlere razı olacak kadar çaresiz duruma düşecekler demektir. Bunu önlemek, herkesin kendi ülkesinde hukuku hâkim kılmasıyla ve adaleti sağlayan bir sistem kurmasıyla mümkün olabilecek.