İstanbul Havaalanında son yaşadığımız olay ve hala faillerinin aidiyetini yönelik tahminlerden öte net açıklama olmaması yine kafalarımız karıştırdı.
20. yüzyılın önemli bir gerçeği, devletler oyununda taşeron kullanımının daha karmaşık bir hale gelmiş olması.
Gladyolar , radikal örgütler, ulusaşırı örgütler izahı gitgide zorlaşan işbirliği kombinasyonlarıyla kamuoyunun kafasını daha da bulanıklaştırıyor.
DAEŞ bunlardan biri.
DAEŞ’in bölgede yeni yapılanma olarak ortaya çıkmasının ardında yatan görünür gerçekler var. Körfez Savaşı ve Saddam sonrası bu gerçeklerden birkaçının arkaplanını oluşturuyor.
Özellikle Saddam sonrası, Irak’ın, ABD tarafından hiç de istenmeyen bir biçimde Şii faktörünü etkin kılması, DAEŞ için önemli bir zemin oldu. Irak’ta şii ağırlıklı yönetimlerin Sünnilere yönelik sorumsuz politikaları Irak’taki 5 milyona yakın Sünni nüfusu bir bakıma sahipsiz bırakmış oldu.
Saddam’ın, yani BAAS’ın bu hengamede bir kısmı hapishanelere tıkılmış, bir kısmı sivil kesim arasındaki askerleri, DAEŞ’in çekirdek kadrosunun oluşturulmasında kullanıldı. Sahipsiz ve mağdur Sünni aşiretler, Şiiliğin karşısında oluşan bir güce de ister istemez destek verir hale geldiler.
Irak’taki Şii baskınlığının bölgedeki zengin Sünni devletleri tedirgin etmesi de doğal bir sonuçtu. Şii güç, yıllar süren İran-Irak savaşı sonrası elde edemediği güce Saddam sonrası kavuşmuştu çünkü.
İran Devrimiyle beraber bölgede Batı emperyalizmine karşı uyanan radikal islami direnişin , duyarlığının bir kısmının DAEŞ tarafından istismar edildiği apaçık. Batı dahil birçok ülkeden, Müslüman kökenli insanların 11 Eylül sonrası Batı’da oluşan islamofobyanın da yol açtığı aşağılamaların öfkesiyle DAEŞ yanında bir kavgaya katılmalarını sadece ganimet duygusuyla açıklamak yetersiz olur. Sünniliğin radikal selefi yorumunun , ezilmişlerin çaresizlik duygusuyla birleşimi de elbette DAEŞ’i besleyen damarlardan biri.
Ancak bir başka gerçek daha var. O da DAEŞ’in içinde tekbirle insan kesen, bomba patlatan lejyonerler gerçeği . DAEŞ’in El-Kaide’nin strateji, netwörk, lojistik imkanları ve insan kaynaklarından beslenmesi bu gerçeği örtmüyor. Bu anlamda herhalde El-Kaide’nin amaç ve imkanlarıyla bu bakımdan yeniden sorgulanması gerekiyor.
İşte bu anlamda, DAEŞ içinde Sünniliğin radikal selefi yorumunu vitrine oturtmak doğru değil.
Tüm bunlardan ortaya çıkan şu gerçek çok net : DAEŞ belirli Sünni zemin ve desteklerle ortaya çıkmış olsa da hedefleri karanlık, işbirlikleri karmaşık bir taşeron örgüt. Dolayısıyla tüm taşeron örgütler gibi, doğal olarak bölgede söz sahibi olmak isteyen herkese de açık. Bunun manası şudur; birçok taşeron örgütte olduğu gibi DAEŞ birçok ülkeyle işbirliği yapmakta, ancak bu işbirliklerinin bir kısmının konjonktürel ve geçici işbirliği olduğu anlaşılmaktadır. Bu çerçevede ben, DAEŞ’in hem Irak’ta hem Suriye’de görünürde ve zaman zaman da stratejik zorunluluklarla gerçekten çatıştığı Kürt unsurlarıyla bile gerektiğinde işbirliğinde bulunmaktan çekinmediğini ve çekinmeyeceğini düşünenlerdenim.
Şimdi DAEŞ’i bir kenara koyarak bölgedeki son gelişmelere dönelim.
Tek kutuplu dünyada, özellikle Körfez Savaşında (yani 90’lı yıllarda) ABD bölgede en etkin bir aktör olarak ortaya çıkmış görünüyorsa da, gerek birinci dünya savaşındaki güçlü aktörlerin, yani İngiltere, Almanya ve Fransa’nın, gerekse de iki kutuplu dünya döneminin güçlü aktörü olan Rusya’nın denklemin tamamen dışında olduğun söylemek hiç akıllıca olmaz.
Nitekim Suriye’deki iç karışıklıklar dönemi bunu açık seçik gösteren işaretlerle dolu. Rusya, ekonomik açıdan sorunlarına rağmen, “bölgede ben de varım” mesajını son anda da olsa vermekten çekinmemiştir. Rusya’nın bölgede varlığı, Şam rejimi, DAEŞ, PYD, ÖSO-Nusra ve kendi çıkarları ekseninde kimin yanında yer alacağı hususu da, zaman göstermiştir ki Rusya için incelikli bir hesaba dönüşmüştür.
Rusya için birinci öncelikli olan, uzun yıllardır stratejik işbirliği olan Suriye’deki rejimin yanınde yer almaktı. Rusya Suriye’ye adım atar atmaz , DAEŞ’e karşı mücadelede PYD ile iş tutan Şam rejiminin bu politikalarını desteklemekle işe başladı. Böylece Suriye’de ABD’nin inisiyatifine bırakılmış Kürt faktörü ile de ayrı bir ilişki tesis etmiş olacaktı. Buraya kadar anlaşılmaz bir şey yok.
Rusya bölgeye geldiğinde ilk gerekçesi DAEŞ ile mücadele idi. Ancak PYD ile işbirliği çabaları onu ister istemez ÖSO-Nusra çizgisiyle mücadeleye itti. Bayırbucak Türkmenleri Rusya’nın öncelikli hedefleri arasında yoktu. Ancak Bayırbucak Türkmenlerinin jeopolitik konumu ve çaresizlikten kaynaklanan ittifakları, Rusya’nın hedefine onları da sokmuş oldu.
Ancak uçak düşürme krizi ve Türkiye ile yeni başlayan yumuşamalar sonrası Rus yetkililerden gelen açıklamalar (terörle mücadelede yanında olacağını ifade etmesi vb.), Rusya’nın bölgede Türkiye’nin yanında, ABD’yi dengelemeye çalışan bir tutumun işareti midir, bunu biraz bekleyerek görmek daha doğru olacaktır.
İran’ın Suriye konusundaki –bana göre- evecen tutumu, Rusya ile Türkiye arasında Suriye konusunda yapılacak işbirliğine olumsuz etkide bulundu. İran açısından belki de istenen buydu. İran’ın, müttefiki Rusya’yı bu şekilde zorlamasının, Rusya’nın Suriye’de oluşacak yeni politikalarını bir şekilde etkileyeceği bir gerçek. Bunun da Türkiye açısından iyi sonuçları olacağını düşünmüyorum. O nedenle Türkiye’nin bu süreçte İran’la iyi geçinmesinin önemli olduğu kanaatındayım. Ambargodan kurtulmuş bir İran’ın ihtiyaçları da zaten bu işbirliğini kolaylaştıran bir unsur.
İngiltere’nin AB’den çıkması konusundaki referandum da Rusya-Türkiye yumuşamasının önemli nedenlerinden biri. Klasik deyişle kartlar yeniden karılacak. Brexit sonrası, Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini geliştirmesi, Mısır ile bir yumuşama ve hatta Suriye’de Şam yönetimini de göz ardı etmeyen yeni bir süreç elbette sürpriz olmaz.
Devletler oyununda ideolojiler değil çıkarlar öndedir. İşte bu nedenle bunlar olacaktır.
Şimdi yeniden ana konumuza dönelim. Yani DAEŞ’e..İstanbul’daki son olayın faillerinin Rus uyruklu olması zaten, yukardan beri anlatageldiğim üzere DAEŞ’in karmaşık yapısının basit bir göstergesi. Rusya ile Türkiye’nin tam yumuşama sinyallerini verdiği bir zamanda, Rus vatandaşı olan kişilerle DAEŞ’in verdiği mesaj ne ola ki ?!!
Belli ki Brexit sonrası dönemde DAEŞ’in de stratejileri ve yeni işbirlikleri bakımından bazı değişiklikler yaşaması kaçınılmaz gözüküyor. 19 ve 20. Yüzyılın, üzerinden güneş batmayan imparatorluğu olan İngiltere’nın AB’den çıkışının basit sonuçları olmayacağı da açık.
Elalemin ne yaptığı elbette önemli de biz ne yapacağız? Aktif dış politika niyetlerini, evecen müdahalelerle malul eden iktidarı, dış politikada zor günler bekliyor. Hamasi retoriklerden uzak, reel politiği tarihsel ve coğrafi sorumluluklarıyla bağdaştarabilen bir Türkiye görmek umuduyla hepinize iyi bayramlar diliyorum.