Hiçliğinde Kaybolan Sans Culotte’lar

19 Ağustos 2025

Yine sıkıcı bir yazı... Farkındayım. Halı dokuyucu, tezgâhın çözgü ve atkı ipliklerini sabır ve itinayla kurmaz ise ne halıyı dokuyabilir ne de desenleri ortaya çıkartabilir. İyi bir halı dokumak için iyi bir iplik ve tezgâh lazım. Desen oluşturmak ise dokumacının yeteneğidir. Hele bir tezgâhı kuralım, desen kendiliğinden gelir. 

Tarihsel süreç içindeki ardışık yaşanmışlıklar bireyin ve toplumun bilinç ve hafızasının temelini oluşturur. Beyin, ruh ve genetik dokulara kodlanmış yaşanmışlıklar bireyin kendiliğinin ötesinde bir benlik oluşturur. Her yeni nesil, bireyin üstünde bir yük ve esarettir. Tekrarlanan yaşamlar bireyin kendi olmaklığına zarar verecek boyutun çok ötesine geçmiş durumda. Sözde irademizin farkındalığı içinde sürdürdüğümüz yaşamımız bir yanılsamanın ötesine geçmiyor. Böylesi bir çıkmaz içinde sormamız gereken soru şu: Ben kimim? 

Gündemimiz psikoloji değil elbet. Ancak bireyin geçirdiği psikolojik süreçlerin uluslararası sistemi analiz etme hususunda bize temel veriler sunacağını düşünüyorum. Zira insanın özgür iradesiyle hareket edip etmemesi veya kolayca yönetilebiliyor olması günümüz ulusal ve uluslararası sistemini yapılandırmaktadır. 

Varlığından haberdar olmamaktan tekbenciliğe (solipsizm) kadar varan çizgide insanın kendiliğine dair tanımlamalar tamamen kişisel travmalardır. Uçtan uca nöropsikolojik/psikiyatrik rahatsızlıklarla şifrelenmiş bu tanımlamalar kişinin kendini anlamasına müsaade etmez. Zira birçok insan kendine yabancılaşma (depersonalizasyon) sürecinde nasıl yaşadığının dahi farkında değildir. 

Kendilik, irade ve algılarımızın kaynağıdır. Düşünerek ve idrak ederek yönettiğimizi sandığımız “kendilik” çoğu zaman hislerimizin esiridir. Kendilik çok katmanlı bir yapıdır ve her katman insan iradesinin hakimiyetinde değildir. İrade ile hislerin mücadelesinde belirleyici olan unsur farkındalıktır. Farkındalığımızın nesnesi veya öznesi olmak ise tam olarak kendi olmaklığımızı ortaya koyar. 

Kendimizi davranışlarımızın öznesi olarak görüyorsak sorun yok. Ancak nesne olma yönümüz ağır basıyorsa işte o zaman içinden çıkılmaz psikozların sarmalındayız demektir. Nesnesi olduğumuz davranışlar rutin eylemlerimizin dışına çıkıp düşüncelerimize sirayet ederse, o zaman kendiliğiniz bir hiç olur ve bedeninizi bir başka ruha teslim etmiş olursunuz. 

Bir başkasının “ben”i olma durumu da tam da burada devreye girer. Bu durumda kendiliğimizin katmanlarında önceki yaşanmışlıkların izlerini çok net olarak görmüş oluruz. Toplumsal hafıza kendiliğimizi bir nesneye dönüştürerek bizi geçmişin deneyimlerine mahkûm eder. Eylemlerinin faili olduğunu fark edemeyecek kadar şizofreniye girmiş insanlar birileri tarafından kolayca manipüle edilir. Ulusal ve üstü sistemler bireyin bu acizliğinden istifade ederek onları tarihin herhangi bir noktasına taşımaktan utanmazlar. Zaman ve mekân algısı ortadan kalkmıştır. Birey, iradesine ve özgürlüğüne yönelik her türlü saldırıya açıktır artık. Lakin psikoz bunların farkındalığını tamamen örter. Birey böylece bir başkasının “ben”inde kendilğini kaybeder. 

Burada amaç yönetilebilir bir insan kitlesi oluşturmaktır. Geldiğimiz an itibariyle kitlesel bir dünyanın temelleri oldukça sağlam bir şekilde atıldı. Göç, küreselleşme ve yapay zekâ dinleri ve kültürleri harmanlayarak evrensel değerler oluşturuyor. Bu zemin üzerine fenomenoloji kullanılarak daha sistematik bir yapıya geçiliyor. 

İnsanların din ve kültürleri fenomenlere bakış açısındaki farklılıkları ortaya koyar. Husserl, fenomenlere bakarken dış dünyanın etkilerini ortadan kaldırmak için paranteze almak gerekliliğinden bahseder. Paranteze alınmış fenomenler acaba her bireyin bilincinde ortak çağrışımlar oluşturabilir mi? Kendiliğimizi kaybetmek işte bu yüzden tasarlanmış bir strateji olarak karşımıza çıkar. Amaç her bireyin bilincinde fenomenleri aynılaştırmaktır. Bu ortak bilinç toplumsal bir kendilik ortaya çıkartacaktır. 

Dış dünya her bireyin fenomenlere bakış açısını farklı kılar. Halbuki tekilleşmiş bir dünyada arzu edilen şey, bireylerin paranteze (epokeye) alınmış bir ortamda fenomenlere aynı anlamı yüklemeleridir.  Bu tekil dünya ne için lazım?  İnsanların tek merkezden kolayca yönetilmesi için. Komutları alan toplumlar aynı refleksleri vermeye hazır hale gelir. Bu da ortak bir kültür ve din oluşması anlamına gelebilir. Aslında ortada bir din ve kültür yoktur ama olduğuna inandığımız yeni değerlerimiz vardır. İnsanlar bunu dinleri ya da kültürleri olarak görmekte beis görmezler. Dış dünyanın kaotik yapısından kurtulmanın yolu fenomenlere ortak bir bakış ve bilinç kazandırmaktır. Böylece algıda mekânsal ve zamansal birliği yakalayabiliriz. Bu, bir nevi algıda bütünlüğü yakalamaktır. Bilincin edimsel ve yönelimsel olması bu sürecin işlevselleğini kolaylaştırır. 

Çekirgenin kendi ötüşüne sağır olması gibi artık birey de kendine uzaktır ve dışarıdan bir etkiyle yönetilebilecek duruma gelmiştir. Bu uzaklaşma, bedensel faillik algısını ortadan kaldırmakla kalmaz, aynı zamanda iradenin özgürlüğünü de yok eder. Kendine yabancılaşmış ve faillik algısı ortadan kalkmış birey, kendini kendi dışında deneyimleme yoluna başvurmak zorunda kaldığında varoluş algısını da yitirmiş olur. Birey günlük hayatında her türlü yönetimsel davranışa karşı savunmasız kalırken, yaptığı eylemlerin kararını da bir başkasının verdiğini düşünmeye başlar. A. Camus’nun “sonsuza dek yabancı olacağım kendime” sözü burada anlam bulur. 

Duyguları deneyimleme yeteneğini baskılayan kendine yabancılaşma hissi, bireyin bedeni ile zihni arasında bilinçli bir ayrımı ortaya çıkartır. İsteklerimiz benliğimizi ve bilincimizi oluşturur. Başkalarının istekleri bizim isteklerimiz olursa biz başkasının beni oluruz. Başkasının beni olmak bir köleliktir. Bir başkasının yaşamına el koyma isteği ise köle efendi ilişkisini ortaya çıkartır. Köle efendinin benliğine teslim olmuştur. Efendinin gerçekliği kölenin gerçekliğidir. Köle kendi gerçekliğinden çıkıp efendinin gerçekliğine girmiştir. O yüzden özgür olduğunda da efendi gibi hareket eder ve kendine köleler bulur. İnsan kendi gerçekliğini oluşturuncaya kadar kölelikten kurtulamaz. 

Sonuç mu? Birey bir taraftan bilinç dışındaki değerlerinin yönetilmesine maruz kalmakta, diğer taraftan da ortak değerlere sahip bir kitlenin üyesi olmakta. Bu durum insanların farkında olmadan kolayca yönetilebilmesine neden oluyor. Günlük hayattaki eylem ve hislerimiz irademizin bir sonucu mudur? Yoksa kendiliğimizi teslim ettiğimiz kişilerin mi? Geldiğimiz anın bu kadar ironik olmadığını düşünmeniz bile teslimiyetinizin bir sonucudur. Kitleler küçük bir azınlık tarafından yönetiliyor ve zinhar bunun farkında olmuyorlar. Çünkü onlar bir başkasının Ben’inde yaşıyorlar. 

Ha şu da var elbet. Kendisizlik bir teslimiyettir diyebilirsiniz. Bu durumda kendilğinin farkında olmak bir açgözlülük olarak da görülebilir. Bu yüzden mistik felsefeler ve inanışlar hiçlik üzerinden hareket ediyor. Kendiliğiniz, inandığınız kutsal ile sizi rekabete sürükleyebilir de. Bu yüzden insanları kendisizleştirmek için en çok kullanılan araç dindir. Kendiliğinizin evreni gerçeklikten uzaktır. Gerçek olmayan bir ortamda insanın kendiliği bunun farkında olanlara acı ve hüzün verir. Kendi ve öteki, efendi ve köle ilişkisinde kendisizlik ve hiçlik bu yüzden kıymet görür. 

NOT: Kendi olamayanları sans culotte (donsuz) olarak ifade etme cüretimden dolayı özür dilerim. Bu ifade köle Afrikalılar için kullanılmış olsa da ben daha uygun bir yerde kullandım sanırım. Zira asıl kölelik ruhun esaretidir.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
KONTROL
Bu soru bir bot (yazılımsal robot) değil de gerçek bir insan olup olmadığınızı anlamak ve otomatik gönderimleri engellemek için sorulmaktadır.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
13 kez görüntülendi. 13 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.