Ekonomide temel iki bileşen; emek ve sermayedir. Bugün hâkim olan iktisadi anlayış sermaye merkezli iken, ekonomi teorisine önemli katkıları da olan, ancak günümüzde birkaç istisna dışında kurumsal uygulaması kalmadığı kabul edilen sosyalizm ise merkeze emeği koyar. Kapitalizm emeği bir maliyet olarak değerlendirirken, sosyalizmde sermaye ve sermayedar kesime düşmanlık derecesinde bir karşı duruş söz konusudur. Kimilerine göre varlığı dahi tartışmalı ve heteredoks iktisadın bir parçası kabul edilen islam iktisadında ise, emek ve sermaye birbirinin düşmanı değil tamamlayıcısıdır. İslam ekonomisi emeği de diğer paydaşlardan birisi kabul eder.
Bu anlamda islam ekonomisi bir değer ekonomisidir ve ‘islamic moral economy’ olarak ahlaki temeller üzerine oturtulmuştur. İslam ekonomisi sermayenin önemini vurguladığı kadar emeğin, hatta diğer paydaşların da bir değer olarak içerisinde yer aldığı bütünü ifade eder. Örneğin islam ekonomisi; tüketici hakları, çevrenin korunması gibi içsel hassasiyetlere de sahiptir. Bugün kapitalist iktisadi anlayışta bu müesseselerin de gelişiyor olması önemli olmakla birlikte her iki yaklaşımın felsefesi arasında ciddi farklılıklar vardır. Zira islam ekonomisinin ‘bünyesinde’ olan bu müesseseler, kapitalizmde devlet zorlaması ve müeyyideye dayalı olarak oluşturulmaktadır. Bu durumda da ihlallerin tam olarak önlenmesi mümkün olamamaktadır.
İslam ekonomisi teorisi neoklasik ekonominin tanımladığı ‘economics’ de sosyolojik bir kavram olan ‘economy’ de değildir. Zira birincisi değerler dizisini dikkate almayan ve bugünkü kapitalizmi, ikincisi ise sosyolojik etki ve tesbitleri temsil eder. Bugün için doğru tanımlama; değerler dizisini esas alan ve insan için sorumluluk yükleyen ‘islamic moral economy’dir. Öte yandan iktisatla ekonomi de aynı şey değildir. İktisat fıtrata, her şeyin aslına dönmesini ifade eder. Esasen kökeni kıst olup, adalet eşitlik anlamına gelen Kur’ani bir kavramdır. Bu kavram, her şeyi amacına döndürmeyi her şeyin hakkını vermeyi ve yerine oturtmayı tanımlar ki, bu tanımlama islam ekonomisinin paradigmatik kökü bakımından temel bir farklılığı ortaya koyar. Ekonomi kelimesi ise piyasanın işleyişindeki regülasyona refere eder. Bu fonksiyon kimi zaman sermaye merkezli piyasa güçleri tarafından, kimi zaman da bizzat devlet eliyle yürütülür. ‘İktisat’ta fıtrata fırsat verilirken, ekonomide fıtri düzeni bozan dış müdahale söz konusudur.
Teorik olarak böyle olsa da hali hazırda islam ekonomisi kendisini var olan sistem içerisinde tanımlama gibi bir çelişki içerisindedir. Bir başka deyişle varlığı önemli olmakla birlikte, sermaye merkezlidir ve mevcut sistemi tamamlayıcı bir fonksiyona sahiptir. Bugün islam ekonomisi ile ilgili çalışmalar bu yaklaşım üzerinden ele alınmaktadır. Bu durum kısa dönemde olmasa da uzun dönemde İslam ekonomisi için bir problemdir. Bu yüzden bu alanda teorinin geliştirilmesi ve kavramlara islam ekonomisinin ruhuna uygun tanımlamalar getirilmesi gerekmektedir. Burası islam ekonomisinin kolay olmayan ve piyasada karşılığı bulunmayan kısmıdır. Ancak teorik çalışmalar piyasadaki kazanımlardan daha önemlidir. Buna islam ekonomisinin yeniden inşası diyebiliriz ki; bu faaliyet dağılan parçaların bir araya getirilip aslına irca amacına matuftur.
Modern zamanlarda ‘islam ekonomisi’ kavramını ilk kullanan kişinin Pakistan’lı alim Mevdudi olduğu kabul edilir. Zira Hint alt kıtasında bağımsızlık kazanıldığında Pakistan bir İslam devleti olarak kurulmuştur. İslam’ın ekonomi ayağı da olduğundan bu dönemde bu ayağın ortaya çıkarılması için mevcut düzene bir alternatif aranmıştır. Ancak islam ekonomisinin ilk kurumsal örneği 1963’te kurulan Mit-Garm kabul edilir. İslam ekonomisi bakımından bir model olan Mit Garm; halkı güçlendiren, paydaş kabul eden ve dolayısıyla insanı özgürleştiren yapısıyla dikkat çekmiş ve politik olarak tehlikeli görülerek kapatılmıştır.
1974’te İslam ekonomisinde bugün hala geçerli olan ticari banka modeli geliştirmiştir. Bu model tamamen sermaye birikimi ve sermaye hareketliliğine dönüktür. Buradan bakıldığında islam ekonomisinin teorik ve kurumsal gündem teşkil etmesinin çok eski bir geçmişi yoktur. 1970’derden sonra yapılan çalışmalar neo-klasik iktisadi düşüncenin tanımlamalarını esas almış, buradaki kavramları sorgulamadan islamize etme yolunu benimsemiştir.
1970’lerdeki bu ilk jenerasyonun çalışmaları önemlidir, ancak bununla yetinilemez. İslam ekonomisinin kendi ilkeleri etrafında yeniden inşaya ihtiyaç vardır. Bugün bunun için daha elverişli bir ortam da vardır. Zira bugün siyasi olarak da akademik olarak da daha iyi şartlar içerisinde olduğumuzu kabul etmek gerekir. Bu yüzden temel kaynaklar ve geçmişteki uygulamaların gölgesi altında yeni perspektiflerin geliştirmesi gerekir. Bugünkü tamamlayıcı rol kısa dönemli olarak önemsiz olmasa da, uzun vadede sürdürülebilir değildir. Bu çerçevenin aşılması, kendisini bağımsız olarak ifade edecek şekilde kurumsal zemininin oluşturulması ihtiyacı vardır. Bu da tamamlayıcı değil, alternatif olmayı gerektirir.
İslam ekonomisinin alternatifliği fıtri düzene geçişle ilgili bir konudur. Bir başka deyişle bir felsefe değişikliğine, insanın, sermayenin, emeğin, refahın, çevrenin ve diğer temel kavramların kendi ilkeleri etrafında yeniden tanımlandığı, ekonominin merkezindeki aktörlere topluma karşı sorumluluk veren komple bir değişimi ifade eder. Bugün bütün bunların kapitalist iktisadın da gündeminde olması, bu anlayışın insana dayalı olduğu anlamına gelmez. Zira kapitalist ekonomi konuyu regülatif yönüyle devlete verilen roller bağlamında ele alınmaktadır ve devletin düzenleyici ve denetleyici fonksiyonuyla, zora dayalı vergiler aracılığıyla gerçekleştirmektedir.
İslam ekonomisi günümüzde katılım bankaları aracılığı ile somutlaşmaktadır. Katılım bankaların insanı finansal olarak güçlendirdiği doğrudur. Ancak, insanın sadece faydasını, firmaların da karlarını maksimize ettiği bu model islam ekonomisinin nihai hedefi olamaz. İslam bankacılığı insanların birikimlerini daha aktif olarak kullanmak suretiyle özgürleştiği ve güçlendiği sosyal temelleri olan bir bankacılıktır. İnsanın özgürleştirilmesi makasıd-ı şeriadandır ki; makasıd-ı şeria sadece tarafların değil insanın da içerisinde yer aldığı bütün paydaşları muhatap alır. Hangi ekonomik ve finansal aktivite yapılırsa yapılsın bundan etkilenecek her şey hesaba katılır.
İslam ekonomisi ‘islamic moral economy’ olarak ekonomik ve sosyolojik olarak toplumsal değişimi esas alması gerekirken, sermayenin kıskacına girmiştir. Bugün islam ekonomisinin temel sorunu tanımlamaların yapılmamış, dolayısıyla kapitalizmin var olan kavramlardan hareket ediyor olmasıdır. Kapitalist tanımlamalar (emek, sermaye, çevre gibi) üzerine alternatif tanımlamalar yapılmadığından kendisini kapitalist üretim teknikleri ile ifade etmektedir. Yani bir model geliştirmekten ziyade mevcut ilişkilere fıkhi cevap aranmıştır. Kavramların islamileştirilmesi, kendi ruhuna uygun hale getirilmesi (hatta değiştirilmesi) gerekmektedir. (Örneğin kredi yerine finans desteği kavramı kullanılabilir)
Her toplumun kendisine has bir sosyal dönüşümü vardır. Bu sosyal dönüşüm içerisinden çıkmış bir ekonomi, kendi anlayışını değer yargıları içerisinde temsil eder. Oysa piyasa ekonomisi başka toplumlarda gelişmiş dünyaya servis edilmiştir. Mevcut ekonomik anlayış ekonomiyi değer yargılarından bağımsız ele alır. Oysa demokrasinin sadece politik değil ekonomik farklılıkları da temsil etmesi gerekir. Bugün itibariyle mevcut islam ekonomisi anlayışı bunu temsil etmemektedir.
İslam hayatın bir hak değil, bir lütuf olduğundan hareket eder. Bu ilke ekonomik ilişkiler için de geçerlidir. Bir başka deyişle insan, hayatın da elindekilerin de gerçek sahibi değildir. Bu yüzden kapitalizmde olduğu gibi elindekiler üzerinde sınırsız tasarruf yetkisi yoktur. Ancak mevcut sistem bunun bir hak olduğundan hareketle, emeği de çevreyi de kullanarak kar maksimizasyonu ölçüsünde insanı başarılı kabul eder. Bu anlamda bir girdi olan insan işveren açısından ‘meta’ olarak değerlendirilmekte ve insanın mütemmim cüzü olan özgürlüğünü elinden almaktadır. Özellikle devlet müdahalelerinin az olduğu klasik iktisat döneminde emekçiler köleleştirilmiş, bu yüzden diğer ekstrem uçtaki ekonomi anlayışı yani sosyalizm toplumda karşılık bulmuştur. Günümüzde devletler bu köleleşmeyi minimize etmek için yine regülasyona müracaat etmişler ve sosyal devlet bağlamında sağlanan kimi güvenceler ve işverene getirilen zorunluluklar çalışanları büsbütün köle olmaktan kurtarmışsa da özgürleştirememiştir. Ama lütuf olduğunda verilen her şey emanettir. Bu çok önemli bir felsefik yaklaşım farkıdır.
Varolan toplumu islami sosyal formasyonda yeniden tanımlamak gerekir. Sosyal formasyon; emek-sermeye nedir, karar mekanizmaları nelerdir gibi sorulara cevap verebilmek için bunların tanımlamasının yapılmasını gerektirir. Mevcut durum islam ekonomisini bir takım helal ve haramı merkez koyarak sermaye hareketleri bağlamında tanımlamakta ve islam ekonomisini araçsallaştırmaktadır.
Sosyal formasyon bir bütün olarak toplumsal değişimi anlatır. Bu yüzden sorun sermayenin aktarılmasının çok ötesindedir. ‘Hak’ olarak nitelendirilen ekonomi anlayışının ‘lütuf’ olarak değişimi bunların başında gelir. Bir başka deyişle bir paradigma değişikliğine ihtiyaç vardır ve tanımlamalar refah yerine felah, hak yerine lütuf, ya da ihsan üzerine bina edilmelidir. Zira islam ekonomisi sadece çıktıyı değil, ‘moral economy’ bağlamında sonuçları da dikkate alan bir anlayışı temsil eder. Bu ikisinin fonksiyonları tamamen farklıdır. Sonuç işlemin taraflara olan etkisidir. Üretim ya da satış yapılırken bunun da dikkate alınması gerekmektedir.
1970’li yıllarda geliştirilen ve esasen realizmin etkisi altında kalmış, günlük hayata çözüm getiren ancak sonuçlarını dikkate almayan, sermaye merkezli yaklaşımla kaydırılmış olan paradigmanın tekrar yerine oturtulması gereği vardır. Bunun adı islam ekonomisinin yeniden inşası yani aslına döndürülmesidir. Zira mevcut durum bir yanılsamadan ibarettir. Eksik bir yaklaşımdır. Sonucu dikkate almadan sadece şeklen uygunluk paradigmatik bir sapma meydana getirir. İslam ekonomisinde bugün etkin olan budur ve realizme dayalı mevcut durum sonucu dikkate almaz. Bir başka deyişle kapitalist ekonominin islami kavramlarla açıklanmasından öte gidilememiştir.